Görüntü ve gerçek Bush yönetimi başından beri bu stratejiyi izliyor. Ekonomik planda, ABD Merkez Bankası (FED) ve Bush, uzun dönemli riskleri göze alarak, ne pahasına olursa olsun, ABD ekonomisinin 1990’lardaki “parlak imajını” sürdürmeye çalışıyorlar. Askeri-siyasi alanda ABD kimseye gereksinimi olmadan iki ülkede, hem de kolayca rejim değişikliği gerçekleştirebileceğini gösterdi. Gerçekteyse, FED, sonra Bush yönetimi ABD […]
Görüntü ve gerçek
Bush yönetimi başından beri bu stratejiyi izliyor. Ekonomik planda, ABD Merkez Bankası (FED) ve Bush, uzun dönemli riskleri göze alarak, ne pahasına olursa olsun, ABD ekonomisinin 1990’lardaki “parlak imajını” sürdürmeye çalışıyorlar. Askeri-siyasi alanda ABD kimseye gereksinimi olmadan iki ülkede, hem de kolayca rejim değişikliği gerçekleştirebileceğini gösterdi. Gerçekteyse, FED, sonra Bush yönetimi ABD ekonomisinde başlayan resesyona müdahale ederken, bunun arkasındaki aşırı üretimi fazla kapasite sorununu hafifletememiş, yalnızca ertelemişti. Afganistan’da ve Irak’ta rejimleri kolaylıkla deviren ABD, sıra devrilen rejimierin yerine yenilerinin inşa edilmesine gelince, özellikle Irak’ta tam anlamıyla iflas etmişti.
Geçen hafta, bir taraftan, ABD’de, FED Başkanı Alan Greenspan’ın artık düşük faiz döneminin bittiğini vurgulayan konuşmasıyla başlayan tartışmalar, diğer taraftan Irak’ta sömürge yönetiminin, güvenlik sağlayabilmek için de Baas kadrolarını geri getirmeyi düşündüğüne ilişkin açıklamaları, ABD’nin ekonomik, siyasi ve askeri zaaflarını gözler önüne serdi. Karşımızda, artık ömrünün son baharına gelmiş, ama bunu da makyajla gizlemeye çalışan iktidarsız bir imparatorluk heveslisi vardı o kadar.
Bir tuhaf ekonomik toparlanma
Hatırlayacaksınız, 2000 sonunda ABD ekonomisi 1929’u anımsatan bir görüntü sergiliyordu. Borsalar geriliyor, ekonomi yavaşlıyor, fiyatlar düşüyordu; 1930’lardan bu yana ilk kez bir depresyon gündeme geliyordu. Bu belirtiler, 1990’larda mali genişleme (küreselleşme) stratejisiyle ertelenerek, aşırı üretim krizinin daha da ağırlaşan dışavurumlarıydı. Öyleyse borsalardaki köpükler sönmeli, verimsiz işletmeler kapanarak kapasite fazlası tasfiye edilmeliydi. Ancak bunlar ulusal ve uluslararası planda, siyasi olarak çok riskli olasılıklardı. Artan işsizlik ve iflaslar içeride toplumsal istikrarı bozarken, dünyanın lider ülkesinin böyle bir yıkımı kabul etmesi, dışarıda, ekonomik modelinin iflası olarak algılanabilirdi.
ABD Merkez Bankası (FED) ve Bush hükümeti pisliği halının altına süpürmeyi seçtiler. FED kısa sürede, faizleri 550 puan indirerek % 1’e çekti. Böylece mali piyasalar sönerken kaçan enerji ev piyasasına yönelerek burada, tüketimi destekleyici yeni bir köpük inşa etmeye başladı. Bush yönetiminin vergi indirimleri tüketime ikinci bir motor ekledi. Bu tüketimin sürmesi, dünyanın başka bölgelerindeki aşırı üretimi emmesi, ABD’nin küresel liderliği açısından da çok önemliydi. Böylece ekonomi gerekli temizliği yaşamadan, yeniden büyümeye başladı. Ama bu büyüme sırasında tüm yeni iş olanaklarının, inşaat, eğlence, perakende eşya, mali hizmetler sektörlerinde yoğunlaşıyor olması, daha ‘düşük faizle yenilenen ev ve kredi kartlarına biriken tüketici borçlarına dayalı bir kredi (üçte birinden fazlası dış kaynaklı) köpüğünün oluşmaya başladığının da kanıtıydı. Gerçekten de 1991 durgunluğu sırasında yalnızca 188 milyar dolar artan kredilerde (federal krediler hariç), 2000 yılında 1.148 milyar dolarlık bir patlama yaşanmıştı. 1999-2004 döneminde ABD ekonomisi toplam %10 civarında bir büyüme gerçekleştirirken, hane halkı borçları %40 artmıştı.
Bu arada imalat sanayii 2000-2004 döneminde yaklaşık 3 milyon iş kaybetti. The Economist’in işaret ettiği gibi. Mallar (nihai satışlar, envanter artışları ve net ihracat) sektöründeki GSMH büyümesi ile sanayi sektöründeki GSMH büyüme oranları geleneksel olarak birbirlerini izlerken, 2001 ‘den bu yana ayrılmaya başlamışlardı. Birincisinin büyüme hızı 2003’ün dördüncü döneminde yıllık %8 olurken, çok daha güvenilir bir oran olan ikincisinin büyüme hızı % 1.4’te kalmıştı (07/04). Bu iki zaman serisinin ayrılmaya başlaması da bence, 2001 ‘de başlayan çarpılmanın bir başka göstergesiydi. Diğer taraftan, aslında ekonominin halkın yaşamı açısından büyük öneme sahip işsizlik, gelirler ve üretim gibi kalemlerinde sefil bir manzara var (Prudentbear 20/04). Kısacası, ABD ekonomisinin geçen üç yıldaki “başarılı performansı” aslında sorunların sürekli ertelendiği çürük bir temele dayanıyordu.
Ve ötesi…
Greenspan’ın faizleri arttırmayı planladığı bir dönemde, tüketiciye ve ev sahiplerine, sabit faizden değişken faize geçmeyi önererek, adeta bankalar lehine dolandırmaya kalkması da şimdi sorunların artık ertelenemeyeceği bir noktaya çok yakınlaştığımızı gösteriyor. Öyle ya, tüm ekonomi düşük faize alışmışken, ancak böyle ayakta durabiliyorken, faizler artmaya başlarsa ne olacak? Bankaların elinde trilyonlarca dolarlık sabit faizli ipotek (alacak) kağıdı var. Greenspan’ın aklına uyup da son yıllarda kısa dönemli düşük faizlerden borçlanıp uzun dönemli bonolara yatırım yapan finans kurumları da büyük bir tehlikeyle karşı karşıya. Specialty Financial Group analistlerinden Richard Benson’a göre tüm sektör kocaman bir “Long- Term Capital Management” (1998’de batarken ABD ekonomisini büyük bir krizin eşiğine getiren ve FED tarafından kurtarılan yatırım fonu) gibi (Financial Times, 23/04).
Tüm şatafatına, faizlerdeki artışın enflasyonist bir basınçtan dolayı gündeme gelmiş olmasına rağmen, ABD ekonomisi yine tehlikeli bir eşikte. Çünkü, bu basıncın içinde yüksek petrol ve hammadde fiyatları da var. Dolayısıyla şirketlerin üretim maliyetleri artmaya başladı. Faizler yükselmeye başlayınca, finansman maliyetleri de artmaya başlayacak. Faizlerdeki yükselme hem tüketicinin borçlanma arzusunu hem de ipotek yenilenmelerinden elde edilen ek harcama kapasitesini geriletecek. Bu ise önce ev piyasasındaki köpüğün delinmesini, otomotiv sektöründe satışların düşmesini, hatta bu sektör satışlar kadar satış finansmanından da para kazandığı için büyük mali sarsıntıları gündeme getirecek. İnşaat sektörüne hizmet veren sektörlerin yanı sıra hala büyük bir kapasite fazlası sorunundan mustarip kimya, kağıtçılık vb. sektörlerle havacılık sektörü de gelmekte olan yüksek faiz dalgasını korkuyla bekliyor.
Geçen yıllarda ABD’nin dünya ekonomisindeki büyüme hızına katkısı %80’i geçmişti. Boşuna mı IMF, ABD cari ve mali açığının artık dünya ekonomisini tehdit etmeye başladığını söylüyor. Siz, geçen hafta küresel ekonomik büyümenin geleceği üzerine yazılan tozpembe senaryolara çok güvenmeyin, bu yıl olmasa bile gelecek yıl çok riskli…
II
Pazartesi yazımda, Sun Tzu’nun Savaş Sanatı’nı anımsayarak, bir imparatorluk projesinin başarılı olabilmesi için zaaflarını, yalan ve saptırma yöntemleriyle gizlemeyi başarması gerektiğini, Bush yönetiminin ise giderek bunu başarmakta zorlandığını yazmıştım. Pazartesi ekonomik gelişmelere değinmiştim, şimdi siyasi ve askeri konulara değineceğim.
‘Hegemonyacının büyük zaferi’
Irak’ta hızlı, kesin bir askeri zafer, rejim değişikliği, ABD’nin iradesinin “önünde durulamayacağını” kanıtlayacaktı. Ama olmadı. Irak’ta direniş bastırılamıyor, “yeniden inşa” süreci ilerleyemiyor. Kitle imha silahları fiyaskosundan sonra öne çıkan “demokratikleştirme” söylemi de geçen hafta iflas etti. ABD, Irak’ta bir “demokratik sivil” yönetim kurulduktan sonra bile ülkeyi terk etmeyeceğini açıklamıştı, şimdi bu “sivil yönetimin” egemenliğini de sınırlayacağını itiraf etti. İkincisi, ABD sömürge valisi Bremer, eski Baas rejiminin üst düzey kadrolarını yeniden yönetime getireceğini açıkladı, Bush tarafından sivil yönetime geçişi koordine etsin diye Irak’a gönderilen BM temsilcisi Brahimi’ni
n attığı adımlarsa, başta Celabi olmak üzere, imparatorluk projesinin mimarları “neo-con”ların adamlarını tasfiye etmeye başladı. Irak projesini, Bush yönetimi yüzüne gözüne bulaştırdı.
Bu sırada Çin ekonomik ve siyasi bir güç olarak yükselmeye devam ediyor. Avrupa Birliği dış politikası sık sık ABD’nin kiyle çelişiyor. Rusya’da askeri ve siyasi bir restorasyon ilerliyor, bu arada dünya halkları arasında, özellikle enerji kaynaklarının yüzde 70’ine sahip büyük Ortadoğu bölgesinde ABD düşmanlığı güçleniyor. Ama hakim görüşe göre bunların pek bir anlamı yok. Çünkü askeri bütçesi, kendisinden sonra gelen sekiz büyük ülkenin toplam savunma harcamalarından daha büyük olan ABD ile kimse boy ölçüşemez!
Judo gibi bir şey
The Asia Times’ta yayımlanan bir araştırma (Joseph Stroupe, 31/03/04) bu “hakim görüşün” gerçeği giderek daha az yansıtmakta olduğunu düşündürüyor. Araştırmaya göre, Rusya ve Çin gibi büyük güçler, askeri stratejilerini, şimdilik ABD ile bir parite oluşturmak üzerine değil, adeta bir judo güreşçisi gibi onun zaaflarını istismar etmek üzerine kuruyorlar. Rusya ve Çin’in ağırlık verdiği yeni silah sistemleri, internet üzerinden savaş (Cyber War) çalışmaları, enerji alanında oluşmaya başlayan ittifaklar hep bunu gösteriyor. Çin kendi gereksinimlerini güvenlik altına almak, Rusya da, ABD’nin gittikçe artan enerji bağımlılığını daha iyi kullanabilmek için Ortadoğu’daki enerji üreticisi ülkelerle karmaşık ilişkilere giriyor, anlaşmalar imzalıyorlar. Bu karmaşık ilişkiler ve anlaşmalar giderek ABD’yi kuşatan bir petrol-gaz tekeli oluşturmaya başlıyor. Araştırma, Çin ve Rusya’nın Suudi Arabistan’la petrol ve gaz alanında yaptığı yeni stratejik anlaşmalara özellikle dikkat çekiyor. Araştırmaya göre, dolara olan güven zayıflamaya devam ederse petrol ve gazda Euro’ya veya bir sepete geçme olasılığı yeniden gündeme gelebilir. Araştırma, dolar düşmeye başladıktan sonra OPEC’ in petrol fiyatlarını gayri resmi olarak bir döviz sepetine bağladığını da ileri sürüyor.
Çin ve dünyanın en parlak bilgisayar korsanlarını yetiştiren Rusya da ABD ekonomisinin, mali sisteminin ve savunmasının yumuşak karnının “bilişim ağları” olduğunu biliyor, bu alandan saldırı yöntemleri üzerinde çalışıyorlar. Her iki ülkenin de ABD’nin askeri platformuyla rekabet edemeyeceklerini bilerek, bunu dengelemek yerine etkisizleştirecek silah sistemleri geliştirdiği görülüyor. Özellikle Rusya’nın geliştirdiği süper-sessiz dizel-elektrik denizaltıları, NATO’nun dünyanın en tehlikeli silahı olarak nitelediği hipersonik, kıtalararası, yolda yön değiştirebilen, gerektiğinde nükleer kapasiteli gemilere, tanklara ve uçaklara yönelik füzeleri (ayrıca AFR AR 18-20/02/04) sesin suyun altındaki hızından daha hızlı gidebilen nükleer kapasiteli torpidoları, ABD’nin askeri gücünü dengelemeyi değil Rusya’ya yönelik bir saldırıyı caydırmayı amaçlıyor. Asia Times’taki araştırma Çin’in de bu sistemlerden satın aldığını ileri sürüyor.
Özetle ABD’nin egemenliğinin kaynağı ekonomik gücünün temeli görünenden çok daha zayıf, askeri üstünlüğü önemli zaaflar taşıyor ve rakipleri bu zaafları istismar edecek yöntemler geliştiriyorlar, nihayet ABD siyasi olarak yalnızlaşıyor, dünya halkları arasında Amerika karşıtı duygular giderek güçleniyor. İmparatorun yenilmezliğine güvenip ganimetten biz de pay alalım kafasıyla “müşteri ülke” konumunu benimsemek orta dönemde çok riskli olabilir.