Büyümenin Kaynakları Üzerine DİE tarafından yayınlanan veriler, milli gelirin alt sektörleri bakımından en hızlı büyümenin%8.4 ile ulaştırma ve haberleşme sektöründe yaşandığını, bunu da %7.8 ile sanayi sektörünün izlediğini göstermektedir. Buna karşın, inşaat sektöründeki 2001 krizi sonrasında başlayan daralma sürmüş ve 2003’te inşaat sektörü %9 gerilemiştir. Tarım sektörü de 2003’de (%2.5 ile) küçülen sektörler arasındadır. Bir […]
Büyümenin Kaynakları Üzerine DİE tarafından yayınlanan veriler, milli gelirin alt sektörleri bakımından en hızlı büyümenin%8.4 ile ulaştırma ve haberleşme sektöründe yaşandığını, bunu da %7.8 ile sanayi sektörünün izlediğini göstermektedir. Buna karşın, inşaat sektöründeki 2001 krizi sonrasında başlayan daralma sürmüş ve 2003’te inşaat sektörü %9 gerilemiştir. Tarım sektörü de 2003’de (%2.5 ile) küçülen sektörler arasındadır. Bir bütün olarak incelendiğinde 2003’ün gayrı safi yurt içi hasılasının cari fiyatlarla 356.6 katrilyon TL’ye ulaştığını görmekteyiz. Fert başına değerlendirildiğinde, milli gelirimizin 3,383 dolara ulaştığı ve dolayısıyla, artık karanlık kriz günlerinin aşıldığı resmi çevreler ve kimi medya tarafından öne sürülmektedir. Daha önceki yazımızda da vurguladığımız üzere, IMF programının ana dayanağı “piyasalara güven sağlama yoluyla istikrar” görüşüdür. Programın kurgusuna göre, Türkiye IMF tarafından kendisine sunulan “yapısal uyarlama reformları”, “kamu kesimi birincil dengesinde faiz dışı fazla” ve “KİT’lerde atıl istihdamın yok edilmesi” gibi ödevleri yerine getirmeyi taahhüt edecek; belli aralıklarla da bizzat IMF tarafından denetlenecektir. Bu denetimler sonucunda Türk hükümeti ve bürokrasisi “başarılı” bulunduğu ölçüde “piyasalar” tarafından “güvenilir” olarak algılanacak, böylece de faizler üzerindeki risk marjı düşecek, tüketim ve yatırım talebi uyarılacak ve Türkiye sürdürülebilir büyüme patikasına girecektir. Bu mantık çerçevesinde özellikle bir dogmatik saplantı haline dönüşen “%6.5 faiz dışı fazla” hedefi Türkiye’nin üzerine düşen ev ödevini başarıp başaramadığının somut bir göstergesi olarak algılanmaktadır. Buradan hareketle, gerek hükümet, gerekse uluslararası sermaye bağımlısı medya, Türkiye ekonomisinin 2002 ve 2003’deki %5’i aşan büyüme performansını da faiz dışı fazla hedeflerini tutturmadaki ve genel olarak yapısal reformları uygulamadaki başarıların bir sonucu olarak yorumlamaktadır. Oysa 2002 ve 2003’de gerçekleşen büyümenin kaynaklarını yakından incelediğimizde, söz konusu büyümenin hükümetin (IMF programının) iktisadi politikaları ile hiç ilgisi bulunmadığını; büyümeyi sağlayan ana kaynağın öncelikle ücret ve ithalat maliyetlerindeki ucuzlamaya dayandığını ve üretimin de stok birikimine yöneldiğini görmekteyiz. Bu tespitlerimizi aşağıda sergilediğimiz Tablo’dan daha yakından izlemek mümkündür.
Sabit 1987 Fiyatlarıyla Reel GSYİH ve Harcama Unsurlarındaki Artışlar (Milyar TL) | ||||
– | 2002-2001 | 2003-2002 | GSYİH’a katkılar 2002 (%) | GSYİH’a katkılar 2003 (%) |
Özel Nihai Tüketim | 1,491 | 5,016 | 17,4 | 72,0 |
Devletin Nihai Tüketimi | 509 | -243 | 6,0 | -3,5 |
Sabit Sermaye Yatırımları | -171 | 2,170 | -2,0 | 31,2 |
Özel Sabit Ser. Yat. | -1,149 | 3,399 | -13,4 | 48,8 |
Devlet Sabit Ser. Yat | 978 | -1,229 | 11,4 | -17,6 |
Stok değişmeleri | 7,706 | 3,707 | 90,2 | 53,2 |
İhracat | 4,626 | 7,541 | 54,1 | 108,3 |
İthalat | -5,614 | -11,227 | -65,7 | -162,2 |
GSYİH | 8,547 | 6,965 | 100,0 | 100,0 |
Tablo, GSYİH’nin 2002 ve 2003’ün yıl toplamındaki net artışları reel olarak (sabit 1987 fiyatlarıyla) sunmaktadır. Buna göre, GSYİH sabit fiyatlarla 2002’de toplam 8.5 trilyon TL, 2003’de de 6.9 trilyon TL artmıştır. 2002’de bu artışın %17.4’ü 1.5 trilyon TL ile özel nihai tüketim harcamalarından; %6’sı da 509 milyar TL ile devletin tüketim harcamalarından sağlanmıştır. Sabit sermaye yatırımları -171 milyar TL ile GSYİH harcamalarında %2’lik bir daralma yaratmış; net ihracatın katkısı da -1 trilyon TL (GSYİH’e oran olarak -11.6%) olmuştur. Elimizdeki veriler 2002’de 8.5 trilyon TL’ye ulaşan GSYİH’deki artışın 7.7 trilyon TL ile stok değişimlerine aktarıldığını göstermektedir. Yani GSYİH’deki artışın %90’ı stoklarda biriktirilmiştir. Dolayısıyla, 2002’deki reel büyüme halkın refah gücüne yansımamış ve reel kişisel gelirlerde durgunluk yaşanırken ve sabit sermaye yatırımları gerilerken bütünüyle stok birikimine yönelen bir üretim artışı gerçekleştirilmiştir. 2003 için de benzer tespitler söz konusudur. 2003’de GSYİH sabit fiyatlarla toplam 6.9 trilyon TL artış göstermiştir. Özel tüketim harcamalarındaki artış, bu rakamın %72’sini karşılarken, stoklara yapılan birikimin payı 3.7 trilyon TL ile %53 olmuştur. Yani 2003’de milli gelirdeki artışın yarısı stok birikimine yönelmiştir. Nitekim DİE’ce yayımlanan verilerden de 2003 itibariyle toplam 356 katrilyon TL’sine ulaşan toplam gayrı safi yurt içi hasılanın %7.7’sinin stoklarda biriktirilmiş olduğu anlaşılmaktadır. Bu arada sabit sermaye yatırımlarının payı son derece sınırlı kalırken, net ihracatın payı eksi %53.1 olmuştur. Dolayısıyla 2003’de tüketim talebinde gözlenen canlanma tümüyle ithalattaki (GSYİH’deki artışın %161’ine ulaşan) olağanüstü genişleme ile açıklanabilmektedir. İthalattaki bu yüksek sıçramayı ise doğrudan doğruya döviz kurundaki aşırı ucuzlama yaratan kısa vadeli finansal sermaye (sıcak para) ve kaynağı belli olmayan kayıt dışı sermaye girişlerine bağlamak mümkündür. Bunlara karşın 2002 ve 2003 boyunca reel ücretler gerilemesini sürdürmüştür. Örneğin, DİE tarafından açıklanan verilere göre 2001 Şubat krizi sonrasında imalat sanayinde reel ücretler birikimli olarak %19.8, kişi başına reel kazançlar ise %12.4 düzeyinde gerilemiştir. Daha uzun dönemli bir perspektif içerisinde reel ücretlerin konjonktürel iniş çıkışlara karşın sürekli olarak düşme eğilimini muhafaza ettiğini görmekteyiz. 1997 başındaki değerini 100 kabul edersek, imalat sanayi reel ücretleri 2003’ün üçüncü çeyreği itibari ile 89.2 endeks puanında gözükmektedir. Dolayısıyla, ekonomide büyüme eğilimini gerçekte açıklayan unsurun, resmi politika metinlerinde öne sürüldüğü üzere “başarılı bir kriz idaresi sayesinde ve yapısal uyum reformlarının uygulanıyor olması”ndan ziyade, doğrudan doğruya ücret maliyetlerinin düş(ürül)mesinden ve döviz kurundaki aşırı ucuzlamanın yol açtığı ithalat artışlarından kaynaklandığı anlaşılmaktadır. Bu arada reel ücret ve dışalım maliyetlerinin gerilemesi üretimi uyarmış, ancak üretimdeki artışlar öncelikle stok birikimleriyle değerlendirilebilmiştir. Kaldı ki, resmi açıklamalarda geçen kurguya göre, “güvenin artması ve belirsizliklerin azalması” neticesinde faiz oranlarının düşmesi beklenmekte, faizlerdeki gerilemenin de yatırım talebini uyaracağı öne sürülmektedir. Ancak faiz oranlarının reel düzeylerini, diğer tüm makroekonomik fiyatlardaki gerilemelere karşın hala koruyor olması, programın temel kurgusunu
n ne kadar zayıf bir mantığa ve rasgele hedeflere bağlanmış olduğunun açık kanıtıdır. Türkiye ekonomisi finansal/spekülatif nitelikli dış kaynaklara bağımlı hale getirilmiş ve kendi öz kaynakları ve kendi kurumsal yapıları ile büyümenin altyapısını oluşturamaz duruma sürüklenmiştir.