Bush ve Şaron’un Çılgın Dansı İsrail’de, Şaron bir süredir seri skandallarla sarsılıyordu, rüşvet aldığı iddiasıyla hakkında soruşturma açıldı acilen büyük bir siyasi zafere gereksinimi vardı. Bush’unsa Irak’ta başı dertte, Rumsfeld’in de kabul etmek zorunda kaldığı gibi askeri kayıplar beklenenin çok üstünde gerçekleşiyor. Önde gelen askeri analistler savaşın stratejisini eleştiriyorlar (örneğin, Antulio J. Echevarria II’nin yazısı, […]
Bush ve Şaron’un Çılgın Dansı
İsrail’de, Şaron bir süredir seri skandallarla sarsılıyordu, rüşvet aldığı iddiasıyla hakkında soruşturma açıldı acilen büyük bir siyasi zafere gereksinimi vardı. Bush’unsa Irak’ta başı dertte, Rumsfeld’in de kabul etmek zorunda kaldığı gibi askeri kayıplar beklenenin çok üstünde gerçekleşiyor. Önde gelen askeri analistler savaşın stratejisini eleştiriyorlar (örneğin, Antulio J. Echevarria II’nin yazısı, http://www.carlisle.army.mil/ssi/ ve Cent Com eski komutanı Gen. Anthony Zinni’nin yorumu, Union- Tribune 16/04), Bu olumsuz gelişmelere paralel, 11 Eylül soruşturması, Bush’un en azından 11 Eylül öncesinde engelleyici önlem almakta yetersiz, daha kötüsü, gelişmelere seyirci kaldığını hatta ilgili komplo teorilerinde bir gerçeklik payı olabileceğini düşündürüyor. Bush bu koşullarda önümüzdeki seçimlerde gittikçe zayıflayan başarı şansını yeniden güçlendirmek için köktendinci Hıristiyan oy tabanını güçlendirmeli hem de geleneksel olarak Demokrat Parti’ye oy veren Musevi seçmenin desteğini kazanmalıydı. Bu nedenlerle, Şaron’un Gazze’den tek taraflı çekilme kararını desteklerken yaptığı iki önemli saptama, Bush’un belki seçilme şansını güçlendirdi ama, uluslararası ilişkilerdeki krizi de derinleştirdi.
Bush “zeminde oluşan gerçeklerin artık kabul edilmesi gerektiği” savından hareketle birincisi İsrail’in 1967 öncesi sınırlarına dönmesinin, ikincisi de 1949’da yurtlarından sürülen Filistinlilerin topraklarına geri dönmelerinin artık olanaksız olduğunu ileri sürdü. Böylece Bush işgal yoluyla elde edilen toprakların kalıcı olarak ilhak edilmesini yasaklayan 1907 tarihli Lahey, 1949 tarihli Cenevre anlaşmalarını, Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nin, İsrail’in işgal ettiği
topraklardan çekilmesini talep eden 242 sayılı kararını tanımadığını söylemiş oldu
Bu iki adamın siyasi geleceklerini korumak için başladıkları bu çılgın dans, Ortadoğu’da çok tehlikeli sonuçlar yaratmaya gebe. Birincisi Irak işgaliyle Batı yakasının işgali arasında, ilk kez doğrudan bir bağlantı kurulmuş oldu. İkincisi, İsrail’in tek taraflı çekilme kararı, dünyanın en yoksul gettolarından birini, Gazze’yi, Hamas’ın eline bırakmak, dolayısıyla Filistin’de radikal İslamın güçlenmesine yardımcı olmak anlamına geliyor. Üçüncüsü, 19. yüzyıldan bu yana Ortadoğu’daMüslüman halkların hayali olan Şii-Sünni işbirliği ilk kez gerçekleşmeye başladı.
Çılgınlığın mantığı
Öyleyse, birbirine sarılmış çılgınca dans eden bu iki adamı salt oportünistlikle suçlayabilir miyiz? Bence suçlayamayız. Bush’un “neo-con”ların “çorap-kuklası” olduğunu anımsayarak bu kararın aslında “neo-con”lara ait olduğunu düşünmek daha doğru olur. İkincisi, ben, Şaron’un bir misyon adamı olduğu, uzun dönemli bir stratejiyle hareket ettiği saptamasına (örneğin, Perez Kidron, “Sharon’s sights on stratejik objectives” MERIP, 14/04/04) katılıyorum.
Şaron’un stratejisinin acil hedefi, bütünlüklü bir Filistin devletinin kurulmasının, sürgündekilerin geri gelmesinin engellenmesi, Batı yakasındaki işgalinin kalıcılaşmasıydı. Bunun için de önce, Oslo sürecinin, sonra “yof haritası”nın , her türlü “barış sürecinin” ABD’nin desteğiyle imha edilmesi gerekiyordu. Bu stratejinin daha uzun erimli hedefiyse ABD’ye dayanarak bölgede İsrail’den Türkiye’ye kadar uzanan, su ve enerji kaynaklarına sahip bölgede bir geniş güvenlik alanı (Büyük İsrail) oluşturmaktı.
Bush yönetimiyle birlikte İsrail ve ABD’ deki “askeri sınai kompleksin” arasında doğrudan bir bağlantı oluştu: Bir taraftan, Siyonist strateji kurumu JINSA ile diğer taraftan, köktendinci Hıristiyan lobilerle bağlan “neo-con” ekibin iktidara gelmesiyle, Şaron’da temsil edilen Siyonist/Militarist ve köktendinci İsrail sağı önemli bir moment yakalamış oldu.
Bir kez bu bağlantıyı görmeye başladık mı son aylarda şahit olduğumuz, Şeyh Yasin’in öldürülmesi, Irak sömürge yönetiminin hem Şiileri hem de Sünnileri hedef alan provokasyonları, ABD yönetiminin Irak’ta, İsrail’in Gazze ve Batı yakasında
uyguladığı (Nazilerden miras) sivilleri toptan cezalandırma yöntemlerini benimsemeye başlaması, 1980’lerde Honduras ve Nikaragua’da “ölüm tugaylarıyla” ilişkisi olduğu söylenen diplomat John Negroponte’nin yeni İran büyükelçisi olarak adının geçmesi gibi, bir seri olay arasındaki bağlantılar üzerine “daha zengin” spekülasyonlar yapmaya başlayabiliriz.
Örneğin, bir taraftan, Şaron “Büyük İsrail” projesi bağlamında, Ortadoğu’da, İsrail’e tehdit oluşturan siyasi yapıları parçalamaya dayanan bir yeniden yapılandırma amaçlıyor, diğer taraftan neocon’lar da kendi emperyal fantezileri gereği “Büyük Ortadoğu’dan” geçen, buranın Amerikan halkının gözünde sürekli bir tehdit kaynağı olarak kurgulanmasına olanak sağlayacak, uzun süreli işgali, askeri harekatları meşru kılabilecek, bazı Avrupa devletlerini de ABD şemsiyesi altına
çekebilecek bir Müslüman-Hıristiyan, medeniyetler çatışması çizgisi oluşturmayı amaçlıyor olabilirler. Bu yüzden, Türkiye’de ulusal çıkarlara öncelik veren bir politikanın; ABD’nin bölgedeki projelerine (örneğin BOP), hem sürekli istikrarsızlık
anlamına geldikleri hem de başarı şansı giderek zayıfladığı, “neo-con’lar” da artık bir tasfiye süreci içine itildikleri için en azından ortak olmamayı gerektirdiğini düşünüyorum.