Kamuoyunda seçimlerden daha çok Kıbrıs, Irak Kürdistan’ı ve darbe tartışmaları gündemde. Yerel seçim heyecanı diye bir şey ortada yok. Bu heyecansızlığın önemli bir nedeni seçimin genel sonucunun yani AKP’nin büyük bir oy oranı ile seçimleri alacağının belli olmasıdır. Seçimlere 10 gün kadar bir zaman var ve eskiden ülke sokaklarını dolduran afişler pankartlar flamalar hala ortada […]
Kamuoyunda seçimlerden daha çok Kıbrıs, Irak Kürdistan’ı ve darbe tartışmaları gündemde. Yerel seçim heyecanı diye bir şey ortada yok. Bu heyecansızlığın önemli bir nedeni seçimin genel sonucunun yani AKP’nin büyük bir oy oranı ile seçimleri alacağının belli olmasıdır. Seçimlere 10 gün kadar bir zaman var ve eskiden ülke sokaklarını dolduran afişler pankartlar flamalar hala ortada yok. Türkiye’de belki de ilk sayılabilecek bir gelişme olan bütün partiler tarafından merkez atamasıyla belirlenen adayların kim olduğunun bile (Karayalçın-Gökçek hariç) bilinmediği bir yerel seçim. Adayların bilinmesine gerek yok aslında, çünkü bu bir yerel seçim değil.
Siyasal gelişmeler ve seçimler
Tayyip Ocak ayı sonunda yaptığı ABD gezintisinden yakasında Musevi Cemaati örgütlerinden aldığı “cesaret madalyası”, cebinde ABD patentli projeler ve talimatlarla döndü. Kıbrıs işi, ABD’nin de desteği ile çözülecekti. Irak’ta kurulacak Federal Kürdistan konusunda yine hiçbir söz alamamışlardı, ama olsun o konu için zaman vardı. Kıbrıs’tan vazgeçilmesi karşılığı olan AB üyeliği garanti değildi. Bu nedenle Tayyip Beyaz Saray’da cebine sokuşturulan “Büyük Ortadoğu” projesini çıkardı ortaya. Projede Türkiye’ye öngörülen şuydu: Biraz özel statülü Avrupa Birliği biraz da Büyük Ortadoğu. Her bir şey olmak isteyen, Osmanlı dönemlerine öykünüp bir zamanlar neydik nostaljisiyle yeniden sömürgeci bir devlet olma hayalleri kuran Türk egemenlerinin, hiçbir şey olamamasının yeni bir örneği olan zavallı bir durumdu bu. ABD’nin Türk-Amerikan ilişkilerindeki yeni yemi, “Büyük Ortadoğu”nun lideri Türkiye olacak tezi. Türki cumhuriyetlere ağabeylik etme projesinin iflasından sonra, Araplar tarafından Müslüman bir ülke olarak bile görülmeyen Türkiye’nin Arap dünyasına model oluşturmasının, önderlik etmesinin gerçekçi bir noktası olabilir mi? Şimdilerde egemenlerin bir kısmına hakim olan yeni Osmanlıcılık denilebilecek bir ideolojik eğilim, ABD patentli “Büyük Ortadoğu” projesiyle Türkiye’nin alt emperyalist bir ülke olabileceği hayalini yaymaya çalışmaktadır. Büyük Ortadoğu diye tabir edilen projenin coğrafi alan genişliği dışında bir başka büyüklüğü yok: Hazar Denizi’nden, Fas’a kadar uzanan enerji yataklarının üzerindeki İslam coğrafyası. Şimdilik ısıtılan bu projenin esas hatları, Haziran sonunda İstanbul’da yapılacak Nato zirvesinde ortaya çıkacak.
Kıbrıs konusunda çizilen yol haritası neticesinde, adada 20 Nisan’da yapılacak referandum son noktayı koyacak. Gerilim politikası izleyen geleneksel faşist güçler Başbakan Talat’ın evinin bombalanması dahil ellerindeki tüm kartları masaya açmaya başladılar. Denktaş şimdilik görüşmeciliğini sürdürüp referanduma oynamak gibi bir çizgiyi benimsemiş görünüyor. Adadaki Denktaş ve yarım adadaki destekçileri, son bir gayretle referandumdan hayır oyu çıkmasına oynayan bir taktik çizgiyi hayata geçirmeyi çalışmaktalar. Ancak Denktaş her zamankinden daha fazla çözümün parçası haline geldi. Denktaş, hiçbir zaman köktenci olamayan Türk burjuva siyaset tarzının tipik bir örneği.
Denktaş’a bağırta bağırta Kıbrıs sorununu çözdüren “sorunu en çok sahiplenene çözdür” şeklindeki siyaset geleneği, kendisini Refah Partisi’nin İsrail’le anlaşmaları yapmasından, MHP’nin Abdullah Öcalan’ı idamdan kurtarmasından ve kendi siyasi sonlarını hazırlamalarından tanıdığımız bir şey. Bu anonim Türk burjuva siyaset geleneği iktidar olanların aslında hiçbir zaman iktidar olmadığı gerçeğini bir kez daha anlatıyor. Ülkemizdeki gerçek iktidar sahibi ABD ve güdümündeki silahlı kuvvetler mekanizmasıydı. Bu durum 50 yıl boyunca böyleydi ve Türk burjuva siyaset yaşamını da kadük bir hale getirerek çürüttü. Artık Türkiye ile kurduğu ilişkileri ağırlıkla askeri bir temel değil de ekonomik ve siyasi bir temel üzerinden geliştirmek isteyen ABD emperyalizminin yeni sömürgecilik planları egemenler içi çatışmaları derinleştirirken Türk siyasal yaşamı da yeni bir mecraya doğru akıyor.
Bir yandan seçim süreci diğer yandan egemenler içinde sert hesaplaşmalar yaşanıyor. Ankara Ticaret Odası başkanı Sinan Aygün’e düzenlettirilen bir dizi konferans, çatışmaların arenasına dönüştü. Kıbrıs konulu olan konferansa Denktaş’ında davet edilmesi egemenlerin geleneksel faşist kesimlerinin gövde gösterisine döndü. Bu konferanslar dizisinin hilafetin kaldırılmasıyla ilgili olanına Genelkurmay 2.Başkanı İlker Başbuğ’un da aralarında bulunduğu çok sayıda generalin katılması ilginçti. Generallerin Kıbrıs konusundaki konferansa değil de, hilafetin kaldırılması konusundakine icabet etmeleri ordu içinde laiklik konusunda topyekün bir rahatsızlığın sürdüğünü gösteriyor.
Hürriyet gazetesinin manşetten patlattığı “Sosyetik fişleme” haberi ile orduda Kara Kuvvetlerinden kaynaklanan darbe hazırlığının faş edilmesi, bütün bir silahlı kuvvetler mekanizmasını zan altında bıraktı. Kara Kuvvetleri Komutanlığı, kaymakamlıklardan istihbarat istiyordu. Belli ki bu istihbarat bir darbe sonrasında kullanılmak üzere isteniyordu. Haberin ertesinde bütün basın ve kamuoyunda ciddi eleştirilerin ötesinde mizah konusu haline gelen bu istihbarat talebi, ya ABD için düzenlenmiş eski bir Pentagon nizamnamesinden kopya edilmiş (çünkü Ku Klux Klan örgütü hakkında istihbarat isteniyor) ya da yaşlı bir levazım başçavuşunun kaleminden çıkmış gibiydi. İstenen istihbarat kalemlerinden en çarpıcı olanı ise, AB ve ABD yanlısı kişilerin fişlenmesi isteğiydi. Baltanın taşa vurulduğu yerde burasıydı. Emir komuta zincirinden (ABD-Genelkurmay) kaynaklanmayan bu darbe hazırlığı, Hürriyet gazetesinin manşetiyle şimdilik bastırıldı.
Seçimlere doğru AKP
AKP, hamisi ABD’den aldığı güçle kendisinden oldukça emin bir seçim süreci yaşıyor. 3 Kasım 2002 genel seçimlerinin AKP’ye rakip bırakmamış olması ve 40 yıllık siyaset erbabının siyaset mezarlığına gömülmesiyle sonuçlanması, AKP’nin elini kolunu sallayarak güle oynaya bir seçim süreci yaşamasına yol açıyor. AKP büyük bir çoğunluğu Milli Görüş geleneğinden gelen adayları, yerine göre laik ya da eski merkez sağın unsurlarını aday listelerinde göstermiş olması, Tayyip’in ısrarla çizdiği merkezde muhafazakar demokrat bir parti olma misyonuna uygun düşüyor.
AKP artık gerçekleşmesi neredeyse genel kabül gören seçim başarısının ardından ülkenin emekçi ve yoksullarına yönelik en kapsamlı neo-liberal saldırının hazırlıklarını yapmaktadır. Kamu yönetimi reformu kanunu birkaç maddesi hariç yasalaşmak üzere mecliste beklemektedir. Belediyeleri büyük çoğunlukla ele geçirmesi beklenen AKP bu kanunun belediyelere aktaracağı kimi yetki ve görevlerle birlikte iktidar ve toplumsal etki alanını genişletebilecektir. Belediye olanaklarını ele geçirmiş bir AKP milyonlarca emekçi ve yoksula dayanan seçmen tabanını daha uzun bir süre kontrol altında tutabilmesinin imkanlarını da elde edecektir.
Yerel seçimler ve “sol”
Yerel seçimler, egemen sınıfların ve ABD’nin Türkiye’de öngördüğü yeni siyaset düzleminin oluşmasında bir başka noktadan, yani “sol”un yeniden dizayn edilmesi açısından bir manivela işlevi görmektedir. Egemen sınıflara ait onların istediği bir “sol” hali hazırda bulunmamaktadır. Egemen sınıfların istediği “sol”un beklenen belli başlı özellikleri şunlardır. Bir, özelleştirmeler başta olmak üzere neo-liberal ekonomi politikalarına onay veren; İki, sokakta sürdürülen değil parlamenter mücadeleyi esas alan; Üç,Kürtler başta olmak