Sendikalar ne zaman ve nasıl doğdu? Dünyada sendikaların doğuşu buharlı makinelerin kitlesel üretimde kullanılmasıyla başladı. 18. Yüzyılın ortalardan itibaren buharlı makinelerin yaygın olarak kullanıldığı İngiltere’de, Fransa’da ve Almanya’da işçiler son derece kötü çalışma koşullarını iyileştirmek üzere dayanışma denekleri, yardımlaşma sandıkları kurmaya başladılar. Çünkü o günlerde işçileri yaşama ve çalışma koşulları çok ağırdı; günlük çalışma süresi […]
Sendikalar ne zaman ve nasıl doğdu?
Dünyada sendikaların doğuşu buharlı makinelerin kitlesel üretimde kullanılmasıyla başladı. 18. Yüzyılın ortalardan itibaren buharlı makinelerin yaygın olarak kullanıldığı İngiltere’de, Fransa’da ve Almanya’da işçiler son derece kötü çalışma koşullarını iyileştirmek üzere dayanışma denekleri, yardımlaşma sandıkları kurmaya başladılar. Çünkü o günlerde işçileri yaşama ve çalışma koşulları çok ağırdı; günlük çalışma süresi 18 saate kadar çıkabiliyor, işten çıkarmalara karşı hiçbir güvence bulunmuyor, kadın ve çocuklar zor koşullarda çalıştırılıyor, iş kazaları ve meslek hastalıklarına karşı hiçbir önlem alınmıyor, ücretler ancak günlük yaşamı sürdürülecek düzeyde ödeniyor, kimi zaman da ücret ödemelerinden kaçınıyordu. Bunun yanında on binlerce işçi birçok fabrika çevresinde ilkel barakalarda iç içe ve sağlıksız koşullarda yaşamlarını tüketiyorlardı. Bu koşullarda işçilerin ortalama yaşama süresi, 40’lı yaşları bulmuyordu.
Bu sömürü ortamına ve ilkel yaşama karşı çalışma ve yaşam koşullarını daha iyileştirmek ve haksızlıklara karşı ortak hareket ederek direnmek üzere işçiler 1800’lü yılların ortalarından itibaren kendiliğinden örgütlenmeye başladılar. Bunun için önce yardımlaşma sandıkları ve dayanışma örgütleri oluşturdular. Bu örgütlenmelere daha sonra sendikal örgütlenmeler döndü. Artık milyonlarca işçi sınıf duyumunu, sınıf bilincine dönüştürmeye başlamıştır.
O dönemlerde ağır çalışma ve yaşama koşullarına karşı çözüm yolu ararken işverenleri zorlamanın gerekli olduğunu kavrarken; üretimin en önemli unsurunun kendilerinin yeni işçilerin olduğunu gördüler. İşte bu aşamada işçiler, grev denen eylem biçimini buldular. Ücretlerin artırmak, insanca yaşama koşullarına kavuşmak için, topluca işi durdurarak işverenleri, istemlerini kabul ettirmeye zorladılar.
Bu dönemde artan grevler, direnişler ve hatta çatışmalar nedeniyle işçilerin örgütlenmesine karşı önlemler geliştirilmeye başlandı. 1791’de Fransa’da 1799’da İngiltere’de işçilerin örgüt kurmalarının engelleyen yasalar oluşturuldu. İşçiler ancak uzun mücadeleler sonucu bu yasakların kaldırılmasını sağlaya bildiler. 1824 yılında İngiltere’de, 1884 yılında da Fransa’da sendika örgütlenme yasal olarak tanındı. Ancak sendikal örgütlenme hakkına sahip olmak, sorunların giderildiği anlamını taşımıyordu. Yine insanlar uzun çalışma sürelerinde çalıştırılıyor, düşük ücret alıyor, iş kazalarında kırılıyor, hiçbir güvenceye sahip olmadan ölesiye çalışıyordu.
19. Yüzyılda tüm bu kötü çalışma ve yaşama koşullarına karşı büyük işçi direnişleri yaşandı. İşçiler bu eylemleri sendikalarıyla örgütlerken aynı zamanda sendikalarını daha da geliştirdiler. Bu eylemlerden binlercesi öldürüldü, kırıldı ve yaralandı.
20. Yüzyılın başında itibaren kapitalizmin geliştiği Amerika Birleşik Devletlerinden ve Avrupa ülkelerinde sendikalar daha büyük güç oldular; kıtaları sarsan etkin eylemlerle birçok kazanımı yaşama geçirdiler.
1914 yılında başlayan ve 1918 yılında sona eren Birinci Dünya Savaşı sonrasında Avrupa sendikalarının istemleri sonucu 1919 yılında Uluslararası Çalışma Örgütü (ILO) kuruldu. Yine sendikaların çabaları sonucu “İşçi Hakları Bildirgesi” benimsendi. Bu Bildirgenin temel ilkeleri şunlardır:
Emeğin bir meta gibi değerlendirilmesi,
Sendikal örgütlenme hakkının sağlanması,
Yeterli bir yaşam düzeyini koruyabilmek için elverişli ücret ödenmesi,
Günlük 8, haftalık 48 saat çalışma süresi,
Haftada en az 24 saat dinlenme süresi,
Ülkede tüm işçilere eşit davranılması,
İşçilerin korumayı amaçlayan yasa hükümlerinin uygulamasını sağlayacak denetim sisteminin kurulması.
Böylece çalışma yaşamını ilgilendiren konularda evrensel nitelikli sözleşmelerin oluşturulması süreci başladı. Dünyada sendikal hareketinin genişlemeye başladığı bu dönemi izleyen 1929 yılında büyük bir ekonomik bunalım yaşandı.
Bu arada Almanya ve İtalya’da faşizm tırmanmaya başladı. Almanya’da Hitler, İtalya’da Mussolini iktidara geldiler. Sendikalar kapatıldı ve birçok işçi önderi toplama kamplarına sürdürüldü yada idam edildi. 1939 yılında dünyayı kana bulayacak ve 1945 yılına kadar sürecek olan 2. Dünya Savaşı başladı. Savaş, 1945’te Almanya’nın yenilmesiyle sona erdi. İnsanlığın önünde yeni bir ufuk belirdi.
Savaşın sonlarına doğru Filadelfiya’da toplanan Uluslar Arası Çalışma Örgütü (ILO), tarihsel bildirgelerinden biri olarak tanınan ve ILO’nun amaç ve hedeflerinin belirtildiği “Filadelfiya Bildirgesi”ni 1944 yılında yayınladı. Bu bildirgede şu temel noktalar vurgulandı:
Emek bir mal değildir.
Dernek kurma ve ifade özgürlüğü desteklenen bir ilerlemenin vazgeçilmez şartıdır;
Yoksulluk, bulunduğu yerlerde, herkesin refahına yönelik bir tehlike oluşturur;
İhtiyaca karşı mücadele, her ulusun kendi ülkesi içerisinde tükenmez bir güçle ve kamu yararının sağlanması amacıyla işçi ve işveren temsilcilerinin Hükümet temsilcileri ile eşit şartları içinde katılımlarıyla yapacakları serbest tartışmalara ve alacakları demokratik kararlara hakim olarak sürekli ve ortak bir uluslar arası gayretle yürütülecektir.
Irk, inanç ve cinsiyetleri ne olursa olsun bütün insanlara, maddi ilerlemelerini ve manevi gelişmelerini, hür ve haysiyetli bir şekilde, ekonomik güvence altında ve eşit şartlarda sürdürmek hakkına sahiptirler.
Yayınlanan bildirgede şu konuların Uluslararası Çalışma Örgütü (ILO) için önemli bir yükümlülük oluşturduğu belirtildi:
Tam istihdamın sağlanması ve hayat seviyesinin yükseltilmesi,
İşçileri, becerilerini ve bilgilerini bütünüyle gösterebilmekten zevk duyacakları işlerde çalıştırmak ve bu sayede ortak refaha en iyi biçimde katkıda bulunmak;
Bu amaca ulaşmak için, bütün ilgililer hakkında uygun güvencelerle işçileri mesleklerinde yetiştirmek üzere olanaklar sağlamak ve onların bir yerden diğer bir yere nakillerini ve bu arada gerek kendilerinin gerek diğer halkın göçerliliğini kolaylaştırabilecek önlemlere başvurmak,
Ücretler ve kazançlar, çalışma süreleri ve diğer çalışma koşulları konularda kaydedilen ilerlemelerin sonuçlarından herkese eşit şekilde yararlanma imkanı tanınması, iş sahibi olan ve korunmaya muhtaç olan kimselere asgari yaşam koşulları sağlayacak bir ücret verilmesi,
Toplu görüşme yapmak hakkının tam olarak tanınması, üretim düzenlemelerinin sürekli iyileştirilmesi ile sosyal ve ekonomik politikanın hazırlanması ve uygulanmasında ortaklaşa hareket etmek için işçi ve işverenlerin işbirliği yapması,
Güvenceye ve eksiksiz tıbbi tedaviye ihtiyaç duyan herkes için temel bir gelir sağlamak amacına yönelik sosyal güvenlik önlemlerinin yaygınlaştırılması,
Bütün işlerdeki işçilerin hayat ve sağlıklarının uygun bir biçimde korunması,
Çocukların ve annelerin korunması,
Gıda, barınma, kültür ve dinlenme olanakları bakımından uygun bir düzeye ulaşılması,
Eğitim ve meslek alanlarında eşit şanslar sağlanması.
Bu dönem sendikalar, bir yandan toplumsal rollerini genişletirken, çalışma koşullarının, örgütlenme hakkının evrensel ilkeleri daha da belirginleşti. ILO bu konuda önemli bir işlev gördü.
ILO Konferanslarında kab
ul edilen gerçekleştirilen yasal düzenlemeler, birçok ülkede istemlerin yaşama geçirilmesini, çalışanların soluklanmasını sağladı.
Birleşmiş Milletler Örgütü 10 Aralık 1948 tarihinde İnsan Hakları Evrensel Bildirgesini yayınladı. Bildirge tüm dünya insanlarının temel haklarını vurguluyordu:
Bütün insanlar özgür, onurlu ve haklar bakımından eşit doğarlar. Akıl ve vicdana sahiptirler; birbirlerine karşı kardeşlik anlayışıyla davranmalıdırlar.
Yaşamak, özgürlük ve kişi güvenliği herkesin hakkıdır.
Herkes ırk, renk, cinsiyet, dil, din, siyasal veya başka bir görüş, ulusal veya sosyal köken, mülkiyet, doğuş veya herhangi başka bir ayrım gözetilmeksizin bu Bildirge ile ilan olunan bütün haklardan ve bütün özgürlüklerden yararlanılabilir.
Yaşamak, özgürlük ve kişi güvenliği herkesin hakkıdır.
Herkes yasa önünde eşittir ve ayrım gözetmeksizin yasanın korumasından eşit olarak yararlanma hakkına sahiptir.
Herkesin, toplumun bir üyesi olarak, sosyal güvenliğe hakkı vardır. Ulusal çabalarla ve uluslararası işbirliği yoluyla ve her devletin örgütlenmesine ve kaynaklarına göre, herkes onur ve kişiliğinin serbestçe gelişimi için gerekli olan ekonomik, sosyal ve kültürel haklarının gerçekleştirilmesi hakkına sahiptir.
Herkesin çalışma, işini serbestçe seçme, adaletli ve elverişli koşullarda çalışma ve işsizliğe karşı korunma hakkı vardır.
Herkesin, herhangi bir ayrım gözetmeksizin, eşit iş için eşit ücrete hakkı vardır.
Herkesin kendisi ve ailesi için insan onuruna yaraşır ve gerekirse her türlü sosyal koruma önlemleriyle desteklinmiş bir yaşma sağlayacak adil ve elverişli bir ücrete hakkı vardır.
Herkesin çıkarını korumak için sendika kurma veya sendikaya üye olmak hakkı vardır.
Herkesin dinlenmeye, eğlenmeye, özellikle çalışma süresinin makul ölçüde sınırlandırılmasına ve belirli dönemlerde ücretli izine çıkmaya hakkı vardır. Herkesin kendisinin ve ailesinin sağlık ve refahı için beslenme, giyim, konut ve tıbbi bakım hakkı vardır. Herkes, İşsizlik, hastalık, sakatlık, dulluk, yaşlılık ve kendi iradesi dışındaki koşullardan doğan geçim sıkıntısı durumunda güvenlik hakkına sahiptir.
Anaların ve çocukların özel bakım ve yardım görme hakları vardır. Bütün çocuklar, evlilik içi veya evlilik dışı doğmuş olsunlar aynı sosyal güvenceden yararlanırlar.
İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi’nin kabul edilmesini izleyen kısa bir süre sonra 1950 yılında yine Avrupa sendikalarının ve demokratik kuruluşlarının çabalarıyla Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi kabul edildi. Bu arada dünya sendikaları uluslar arası birlikler oluşturdular. 1949 yılında Uluslararası Özgür İşçi Sendikaları Konfederasyonu (ICFTU) kuruldu.
Savaş yıllarının ardından evrensel hakların yaygınlaştırılmasına ve kurumlaştırılmasına yönelen dünya sendikaları;
Sendikalar hakların geliştirilmesi; sosyal güvenlik sistemlerinin güçlendirilmesi ve yaygınlaştırılması ;
Savaş, çatışma ve terörün dışlanması;
Sömürgeciliğin kaldırılması ve ulusal bağımsızlıkların kazanılması;
İnsan hakları ihlallerinin engellenmesi;
Irkçılığın ve her türden ayrımcılığın sonlandırılması ve tüm dünyada demokrasinin geliştirilmesi, kurumlaştırılması doğrultusunda güçlü eylemler gerçekleştirdi.
Sendikaların gerçekleştirdiği tüm bu etkinlikler ve eylemler dünyada barışın, demokrasinin ve insan haklarının güvencesi oldu ve oluyor.
1 Mayıs nasıl doğdu ve neden tüm dünyada kutlanıyor?
Avrupa ve Amerika’da 19. Yüzyıl boyunca çok kötü çalışma koşulları içinde çalışan işçiler, yaşadıkları koşulları değiştirmek üzere birçok grev ve direniş gerçekleştirdiler.
Amerika ekonomisinin 1860’lı yıllarından itibaren büyük sorunlar içine girmesiyle işverenler 1874 yılında dürt eyalette birden ücretlerin düşürülmesine karar verdiler.
İşçiler bu karara karşı direndi. 13 Ocak 1874 günü düzenledikleri kitlesel bir toplantı, polis tarafından bastırıldı. Pek çok işçi yaralandı ve tutuklandı.
Kısa bir süre sonra Pensilvanya’da kömür işçileri de harekete geçti. Direniş kınlı biçimde kırıldı, 10 işçi lideri asıldı, 14’ü zindanlara atıldı.
Bu arada Amerikan işçi sınıfının kanı pahasına sürdürdüğü direniş sürerken işverenlerin baskısı da yoğunlaşıyordu.
1877 yılında bütün baskılara rağmen 8 saatlik işgünü isteyen ve ücretlerinin düşürülmesini protesto eden işçiler eylemlerini doruğa ulaştırdı. Bu eylemlerde demiryolu işçileri 12 ölü verdi. 1877 direnişi de kanlı biçimde sona erdi. Ama işçi sınıfı örgütlenmesini sürdürdü.
1 Mayıs 1886 günü Amerikan işçileri genel greve çıktı 80 bin işçi sekiz saatlik işgünü için direnişe geçti. 3 Mayıs’ta Şikago’da direnişçi işçilerin üzerine ateş açıldı. Yüzlerce işçi çoluk çocuk demeden vuruldu, birçoğu hapse atıldı.
Olayı protesto eden işçiler, ertesi gün yeniden alanlardaydı. Kalabalık dağılırken bir kışkırtıcının attığı bomba ortalığı karıştırdı. Bunun üzerine polisler gösterilere katılanlara karşı silah kullandı. Olaylar sonunda dört işçi önderi idam edildi.
1888 Aralığında toplanan Amerikan İşçi Federasyonu 8 saatlik işgünü elde edilinceye kadar, her yıl 1 Mayıs’ta kitle gösterileri düzenleme kararı aldı. Aynı aylarda birbirinden habersiz olarak Fransız ve Belçika İşçi Sendikaları Konfederasyonları sekiz saatlik işgünü için mücadele kararı alıyordu.
14-21 Temmuz 1889’da Paris Kongresi ile kuruluşu gerçekleştirilen 2. Enternasyonal, 1 Mayıs işçi sınıfının uluslar arası birlik ve dayanışma günü ilan etti.
1890 yılında sonra 1 Mayıs’lar bütün ülkelerde uluslararası işçi bayramı olarak kutlanmaya başlandı. Birçok ülkede 1 Mayıs tatil günü olarak kabul edildi. 1919 yılında Uluslararası Çalışma Örgütü’nün (ILO) kuruluş kongresinde 8 saatlik işgünü karara bağlandı. Bugün dünyanın hemen her ülkesinde 1 Mayıs’lar artan bir coşku ve heyecan ile kutlanıyor. Ve yine bugün tüm dünyada aralarında Türkiye’nin de bulunduğu birkaç ülke dışında, 1 Mayıs yasal olarak “İşçi Bayramı”dır ve genel tatildir..
8 Mart Dünya Kadınlar Günü nedir?
8 Mart 1857 tarihinde Amerika’nın New York kentinde 40.000 dokuma işçisi insanca çalışma koşulları istemiyle greve başladı. Ancak Amerika polisi grevcilere saldırdı. Saldırı sırasında çıkan yangında çoğu kadın 129 işçi can verdi.
1910 yılında Danimarka’nın Kopenhag kentinde 2. Enternasyonale bağlı kadınlar toplantısında Almanya Sosyal Demokrat Parti önderlerinden Clara Zetkin; 8 Mart 1857 tarihinde yangında ölen kadın işçiler anısına 8 Martların Dünya Emekçi Kadınlar Günü olarak kutlanması önerisini getirdi ve öneri oybirliği ile kabul edildi. Sendikalar yıllarca bu önemli günde kadına yönelik ayrımcılığı daha güçlü olarak dile getirdi.
1975 yılında Dünya Kadınlar Yılı’nı ilan eden Birleşmiş Milletler Örgütü, 16 Aralık 1977 tarihinde 8 Mart’ı tüm kadınlar için Dünya Kadınlar Günü olarak kutlanmasını kararlaştırdı.
İşte 8 Mart böyle bir süreçle tüm dünya kadınlarının, kutladığı uluslararası bir güne dönüştü.
1857 yılında New York’lu dokuma işçisi kadınların daha az çalışma süresi isteyerek eşitsizliklere ve ayrımcılığa kar