Buna karşılık, kimileri de Kerry’yi “Dünyanın Umudu” (The Guardian), “Başkan Olacak Adam” (Le Nouvel Observateur), “Avrupa’nın Adayı” (The Economist), “Rüya Aday” (Financial Times Deuschland) olarak görüyor, başkanılığının ABD iç ve dış politikasında büyük bir fark yaratacağına inanıyorlar. Bu yaklaşımların ikisi de gerçeği yansıtmıyor. Gerçek ikisinin arasında bir yerlerde. Bush ve Kerry Kerry, Vietnam kahramanı; Bush, […]
Buna karşılık, kimileri de Kerry’yi “Dünyanın Umudu” (The Guardian), “Başkan Olacak Adam” (Le Nouvel Observateur), “Avrupa’nın Adayı” (The Economist), “Rüya Aday” (Financial Times Deuschland) olarak görüyor, başkanılığının ABD iç ve dış politikasında büyük bir fark yaratacağına inanıyorlar. Bu yaklaşımların ikisi de gerçeği yansıtmıyor. Gerçek ikisinin arasında bir yerlerde.
Bush ve Kerry
Kerry, Vietnam kahramanı; Bush, Vietnam kaçkını. Kerry, İsviçre’de okumuş, çok iyi Fransızca konuşuyor; Bush, başkan olana kadar ülke dışına çıkmamış, kendi anadilini konuşurken bile zorlanıyor. Heriki adamada “kültür testi yapan” Maureen Dowd’un pazar günü New York Times’taki köşesinde vurguladığı gibi, Bush sorulara verecek cevap bulmaya zorlanırken Kerry’nin, kültürel düzeyi, birçok cevapla birden gelip acaba hangisi daha uygun olur diye düşünebilecek kadar yüksek. The Nation’da David Corn da Kerry’nin tüm siyasi yaşamı boyunca hep Demokrat Parti’nin ilerici kanadında yer aldığını yazıyor: Kürtaj hakkını, çevreyi korumaya yönelik, küresel ısınmaya karşı, yakıt kullanımında enerji tasarrufundan yana politikaları, asgari ücreti yükseltmeyi savunuyor Kerry; Bush yönetiminin zenginleri kayıran vergi indirimlerine de karşı.
Bush, ölüm cezasından yana ve eşcinsel evlilikleri anayasal olarak yasaklamak istiyor. Kerry de eşcinsellere evlenme hakkı tanınmasından yana değil, ama bu hakkın da anayasal olarak yasaklanmasına karşı; çiftlere sosyal haklar getiren “sivil birlikten” yana. Ölüm cezasına gelince, Kerry buna da karsı, ancak teröristleri bunun dışında bırakmaktan yana. Bush’un “modern zamanların en tedbirsiz, küstah ve ideolojik dış politikayı” izlediğini savunuyor. İki insan bu kadar farklı olabilir?
Ancak, bir düşünce sistemi “en aşırı ucuna itildiğinde ‘gerçeğini’ ortaya koyar” derler. Kerry’nin “eşcinsel evlilikleri” ve “ölüm cezası” üzerine görüşlerinin ikircikli niteliği, Kerry’nin son tahlilde, tercihini statükodan yana yaptığını gösteriyor. Bir kez bunun ayırdına varınca, Kerry’nin diğer, NAFTA, beyaz yakalı işlerin ülke dışına göçmesi, Bush’un dış politikası gibi konulardaki “aşırı” ekonomik ve siyasi düşüncelerinin, aslında pek de aşırı olmadığı, The Economist’in vurguladığı gibi önemli bir değişiklik önermediği ortaya çıkıyor. Aslında bu olağan. Çünkü, bu iki partili sistemin amacı, ABD yönetici elitine (oligarşisine), seçimleri, temelde benzer, ancak ayrıntılarda farklı adaylar arasında geçecek biçimde belirleme olanağı vermek.
İlerici enternasyonalist
ABD’de geleneksel muhafazakarlar, dünyada ABD’nin geleneksel müttefikleri, Bush yönetiminin “tek taraflı davranma”, “önleyici vuruş” politikalarından çok rahatsız oldular, bunları uluslararası düzeni tehdit eden gelişmeler olarak algıladılar. Bu yüzden Kerry’nin “modern zamanların en tedbirsiz, küstah ve ideolojik dış politikası” saptaması, onu Avrupa için “rüya aday” yapıyor ve ABD dış politikasına yeni bir yönelim, daha doğrusu “düzeltme” getireceğini düşündürüyor. Ancak geçen hafta John Pilger’ın New Statesman’da ayrıntılı bir biçimde sergilediği gibi Kerry’nin dış politikası, Bush’tan sanıldığı kadar farklı değil. Pilger, Bush dış politikasını belirleyen paradigmanın, “The Project for the New American Century”(PNAC) adlı yeni muhafazakar kurumda şekillendiğini anımsattıktan sonra, Demokratların dış politikasının da ondan bir yıl sonra “Progressive Policy Institute” (PPI) adlı bir kurumda tasarlandığına, Kerry’nin de bu “İlerici Enternasyonalizm” olarak tanımlanan çizgiyi aynen programına aldığına işaret etti.
PPI’nın savunma dokümanının paradigması da PNAC’ninkinden farklı değil. PPI da ABD’nin küresel liderliğini korumaktan, ülke güvenliğini sağlamak, bunun için “Amerika’nın gücünü açıkça ve cesaretle kullanmaktan”; hatta pazar günü Haiti’yi konuşurken Kerry’nin New York Times’a “Amerika’yı savunmak için gerektiğinde Amerikan askerlerinin tek yanlı olarak sevk edilmesi de dahil her şeyi yaparım” diyerek dile getirdiği gibi müttefiklerine aldırmadan davranmaktan yana “önleyici vuruş politikasına” karşı değil.
Kerry’nin ABD dış politika paradigmasında bir değişiklik getireceğini düşünmek zor. Nitekim International Herald Tribune’den William Pfaff’ın dikkat çektiği gibi, Demokrat Parti adayadayları arasında yalnızca Howard Dean savaşa karşı çıkmış, ama böylece “esas metinden uzaklaştığı için” hem Demokrat Parti liderliği hem de medya tarafından terk edilmişti. Kerry’yse Irak savaşını desteklemiş, sonra da Rolling Stones dergisinde dile getirdiği gibi “bu kadar berbat bir biçimde içine ettiği için” Bush yönetimini eleştirmeye başlamıştı.
Manevi üstünlük sorunu
Gerçekten de geleneksel muhafazakar ve demokrat dış politika çevreleri, Bush yönetiminin dış politika paradigmasında hemfikirter. Bzerzinsky, Baker, hatta Kissinger’ın saptamalarında, bu ay da Foreign Affaires’de C. Fred Bergsten tarafından ayrıntılı bir biçimde dile getirilen yaklaşım, Bush’un ve “neocon”ların bu paradigmayı uygulama tarzının, ABD’nin dünyadaki siyasi ve manevi konumunu zedelediğini, ABD’yi yalnızlaştırdığını, hatta küreselleşmeyi tehlikeye attığını düşünüyor.
Bergsten yazısında, yarım yüzyıllık tek kutuplu (ABD hegemonyası) düzenin çok kutuplu bir düzene dönüşme tehlikesine dikkat çekerek, hem ABD içinde küreselleşmeye karşı tepkileri hem de dünyadaki ABD düşmanlığını geriletmek, ABD’nin manevi üstünlüğünü yeniden elde etmesini sağlamak gerektiğini vurguluyordu. Gerçekten de Bush yönetiminin uyguladığı ekonomik (zenginleri açıkça kayıran, sosyal harcamaları hedef alan, işsizliği azaltmayan) ve kültürel (kadınların, azınlıkların, eşcinsellerin haklarına saldırılar, özgürlükleri kısıtlayıcı uygulamalar, aşırı dincilik) politikalar ABD içindeki geleneksel toplumsal konsensüsü tahrip etmeye, toplumda, kamuoyu yoklamalarının gösterdiği gibi derin bir çatlak açmaya başlamıştı.
Bush yönetiminin dış politikasıysa, dünyada ABD liderliğinin kabul edilmesine dayanan konsensüsü yıkmıştı. Şimdi bu iki konsensüsün yeniden kurulması gerekiyordu. Kerry bu amacı temsil ediyor. Ancak, kazanamasa bile, ki Bush hala favori aday, ABD dış politikasının, (Perle’in Savunma Politikası Kurulu’ndan istifaya zorlanması, Rumsfeld ve Wolfowitz’in ortada dolaşmamaya özen göstermesi) “eskisi gibi” uygulanmayacağını düşündürüyor.
Bu ise genel yönelimin değişmesi anlamına gelmiyor. Kerry ile I.Dönem Bush yönetiminin politikaları arasındaki fark, paradigmaya değil uygulamaya, öze değil biçime ilişkin. Ama biçimin önemsiz olduğunu kim söyleyebilir?