Sosyalizmin çöküşünün ardından yeni bir dünya düzeni oluşturmak için atağa geçen kapitalizm, 20 yıldan beri uygulamaya çalıştığı neo-liberal ekonomik ilişkileri, ideolojik-politik alandaki egemenliği ile birlikte son 10 yıldır çok süratli biçimde dünyanın her yerinde hayata geçirmeye başladı. 1. İşçi sınıfının çıkarları doğrultusunda siyaset yapan/yaptığını iddia eden siyasi örgütler/partiler, demokratik kitle örgütleri, sendikalar, meslek örgütleri sermaye […]
Sosyalizmin çöküşünün ardından yeni bir dünya düzeni oluşturmak için atağa geçen kapitalizm, 20 yıldan beri uygulamaya çalıştığı neo-liberal ekonomik ilişkileri, ideolojik-politik alandaki egemenliği ile birlikte son 10 yıldır çok süratli biçimde dünyanın her yerinde hayata geçirmeye başladı.
1.
İşçi sınıfının çıkarları doğrultusunda siyaset yapan/yaptığını iddia eden siyasi örgütler/partiler, demokratik kitle örgütleri, sendikalar, meslek örgütleri sermaye sınıfının ideolojik-politik saldırısı karşısında hızla bulundukları ideolojik alandan sağa doğru savruldular.
İşçi sınıfı ise bu süreçte neo-liberal ekonomik ilişkilerin ortaya çıkardığı özelleştirme, taşeronlaştırma, esnek çalışma, sendikasızlaştırma, kayıt dışı ekonomik ilişkilerin yaygınlaşması gibi uygulamalarla ciddi bir yapısal değişime zorlandı. Geleneksel işçi sınıfı profili (üretim sürecindeki konumlanışı-örgütlenme yapısı-kendiliğinden/kendinde bilinç oluşma süreci) açısından ciddi bir bozulmaya uğradı. Bir taraftan geleneksel işçi sınıfı nitelik ve nicelik olarak hızla zayıflarken diğer taraftan yeni bir proleterleştirme dalgasının sonuçları olarak yeni bir işçi kitlesi tarih sahnesindeki yerini almaya başladı.
Kapitalist ilişkilerin egemen olduğu bütün dünyada bu ve buna benzer bir süreç yaşanırken ülkemizde de, biraz geriden de olsa, benzer gelişmeler ortaya çıktı. 24 Ocak 1980 ekonomik kararları ve 12 Eylül darbesiyle birlikte alt yapısı oluşturulmaya başlayan bu süreç, özellikle Kürt ulusal hareketinin sistemi derinden sarsması ve yaklaşık 15 yıl boyunca bütün bir iktisadi-politik yönelimleri kendi ekseninde hareket etmeye zorlaması, islami hareketlerin hızlı biçimde güçlenmesi gibi etkenlerle pürüzlü bir zemin üzerinde ilerledi.
Ancak Eski ‘sosyalist’ ülkelerin (Orta Avrupa, Balkanlar, Kafkasya ve Ön asya) kapitalist sisteme yeniden entegre edilmesi, Ortadoğu’nun düzenlenmesi sorunu gibi faktörler Türkiye’nin bu yeni uluslararası yeniden işbölümüne göre konumlandırılması ihtiyacını acil olarak dayatmaya başlayınca 28 Şubat’la başlayan ve Abdullah Öcalan’a komplo düzenlenmesiyle devam eden bir politik müdahale süreci yaşandı. Politik olarak zincirlerinden kurtulan sermaye iktidarı, dönemin cumhurbaşkanı Demirel’in kurucu meclis olmak zorunda dediği bir meclisi, 18 Nisan seçimlerinde oluşturdu ve Türkiye’nin uluslararası emperyalist düzene hızlı bir yeniden entegrasyon süreci başladı. Sanayi, ticaret ve tarım ilişkilerinde ciddi altüst oluşlara neden olacak uygulamalar hızlı ve sert biçimlerle son 2 yıldır yaşanmaya başladı. Bu sürecin ortaya çıkaracağı toplumsal tablo ve devrimcilerin bu tablo içerisinde nerede durması gerektiği sorunsalı da düzen değişikliği isteyenlerin önüne yakıcı bir sorun olarak geldi.
2.
Emek hareketinin bu tablo içinde nasıl bir resim oluşturduğunu/oluşturacağını bugün daha net olarak görebiliyoruz. 1995 yılında tartışmaya açtığımız Toplumsal Hareket Sendikacılığı tartışmalarında aslında bu sürecin emek hareketini nasıl bir sorunsalla karşı karşıya bırakacağını ileri sürmüş ve gerek kendi mücadele olanaklarımızı gerekse de bizim dışımızdaki imkanları buna göre konumlandırmamız gerektiğini anlatmaya çalışmıştık. Yaşanan 5-6 yıllık süreçte bunun gereklerini yerine getirebildiğimizi söyleyebilmek mümkün değildir. Şüphesiz bunun öznel/nesnel pek çok gerekçeleri bulunmaktadır. Ancak biliyoruz ki, toplumsal süreçlere müdahale imkanları sadece politik öznelerin onları değiştirme arzusuyla sınırlı değildir. Bir başka deyişle sadece fikrin gerçeğe yakınlaşması yetmez, gerçeğin de fikre yakınlaşması gerekir. Bizim yıllardır tartışmaya çalıştığımız ve iddia ettiğimiz fikirlerimiz gerçekten de sadece bir öngörüden ibaretti. Ve bugün hayat, son 2 yıldır yaşananlarla birlikte, kendisine müdahale etmek isteyenlere kapılarını açıyor, yani gerçek de fikre (fikrimize) yakınlaşıyor.
IMF programları eliyle yeniden sömürgeleştirme sürecine sokulan Türkiye’de önümüzdeki on yıl içinde olabilecekleri anlayabilmek artık daha kolay. Zira süreç yaşanmaya başladı. Sanayi üretiminde yeni bir yapılanmaya gidilirken bunun önündeki önemli engellerden biri olan işçi ücretlerinin düşürülmesi asli sorunlardan biri olarak beliriyor. Özelleştirme, taşeronlaştırma ve politik baskı yoluyla işçiler yoksullaştırılıyor. Tarımdaki uygulamaların ortaya çıkaracağı sonuçlar hızlı bir mülksüzleşme ve göç olgusuyla sonuçlanabilecektir. Ticaret hayatındaki tekelleşme esnaf kesiminde de benzer bir mülksüzleşme sürecini dayatıyor. Bir başka deyişle bu süreç; tarihin en yaygın proleterleştirme süreçlerinden biri olarak yaşanıyor.
Bu sosyal tabloyu devrimci bir değişime zorlamak için gerekli nesnel koşullar bütün hızıyla olgunlaşırken bu yapabilecek olanların durumu nedir? Başta işçiler olmak üzere köylülük ve diğer mülksüzleşme sürecinde olanların çoğunluğu gerici ve ırkçı ideolojilerin etkisi altındadır. Bu tablonun içinde sadece göç olgusuyla büyük kentlere yığılmış, ulusal kürt hareketinin etkilenimi içinde olan ve buralarda yeni işçi kitlesinin önemli bir bileşeni olan Kürt emekçiler farklı bir görüntü oluşturmaktadır. Her koşulda yeni işçi kitlesini oluşturan büyük kitle devrimci yönelimlere kapalı ve hatta tepkili durumdadır.
3.
Böyle bir toplumsal yapı içerisinde devrimcilerin durumu nedir? Son on yıldır yaşanan saflaşma sürecinin ortaya çıkardığı devrimci politik durum hızla üzerimize gelmekte olan sosyal hareketlenmeyi karşılayabilecek ve ona müdahale edebilecek ideolojik-politik imkanlardan yoksundur. Bir tarafta kendisini toplumsal süreçlerden dışlamış sadece örgütsel varlığını sürdürebilmeye mahkum olmuş militer sol yapılar diğer tarafta ise yaşadığı ideolojik savrulmalar sonucu düzeniçi politika labirentlerinde dolaşan yasal sol partiler. Sendikal alanda ise emek hareketinin tek diri olan örgütü KESK de hızla geleneksel sendikal hareket saflarına katılmaktadır.
Toplumdaki gerici-ırkçı ve liberal ideolojik motiflerin egemenliği, devrimcilerin bu alandaki güçsüzlüğünün yapısal nedenleri toplumla yeniden ilişki kurmada politik aktörler ve politik programlar aracıyla ilişki kurmanın önünde ciddi engel oluşturmaktadır. Ancak diğer taraftan da safları hızla kalabalıklaşan yeni işçi kitlesi de bir o kadar devrimcilerin kolay ilişki kurabileceği sınıfsal özellikler barındırıyor. Zira bu kitlelerde egemen ideolojik yapıların hiçbirisi onların gerçek durumlarına seslenmiyor. Bu anlamda devrimcilerin ihtiyacı olan ideolojik-politik yenilenme süreci yeni işçi kitlesinin örgütlenmesi süreciyle birlikte anlaşılması gereken bir durum olarak ortaya çıkıyor. Bir başka deyişle emek hareketinin örgütlenmesi süreci aynı zamanda siyasal mücadele sürecinin örgütlenme süreciyle çok yakın ilişki içinde bulunuyor.
Ancak görünen o ki, varolan emek örgütlerinin ve çalışmalarının hiç biri çok hızlı biçimlerde işçileşen bu kitlelerin taleplerini karşılayabilme ve imkanlarına sahip değildir. İşçi sendikaları açıkça devletin işçi sınıfı üzerindeki kontrol mekanizmaları vazifesi görürken, KESK de hızla geleneksel bürokratik sendikal yapılaşmaya gidişi durdurmak için bir şey yapmıyor. Bu sendikal yapıların yeni işçi kitlesiyle ilişki kurma ve onları toplumsal mücadeleye kazandırma gibi bir derdi olmadığı açıktır. Bu anlamıyla devrimci bir iddiayı sürdürmek isteğindeki bir anlayışın bu yeni işçi kitlesiyle buluşabilmesi için varolan geleneksel yapıl
arla aynı kulvarda yürümekten vazgeçmesi gerekmektedir. Şüphesiz bu ciddi bir yol ayrımının zorunluluğu anlamına gelmektedir. Emek hareketi içinde farklı bir politik duruşu gerçekleştirmek bugün için hayati öneme haizdir. Hala varolan konfederasyonlar içinde yönetim hesaplarıyla uğraşan, işyerlerinde sendika üye kitlesi üzerinde çalışma yapmakla kendisini sınırlayan, sendikal örgütlenmelerin hiyerarşileri arasında sendikacılık yapan bir zihniyetin başarı şansı yoktur. İşyerlerimizde hızla esas işçi kitlesi olmaya giden taşeron işçileri, kamu işyerlerindeki özelleştirilen alanları, yeni personel rejimi yasası ile ortaya çıkacak yeni emekçi profilini, mahallelerimizde hızla artan genç, örgütsüz işçi kitlesini, %20 sınırlarını aşan işsizleri, ayakta kalmak için hızla informel sektöre savrulan devasa bir kitleyi, taşrada gelecek korkusu içine düşmüş çiftçi ve köylüleri… kucaklamayı kendisinin sorun alanına dahil etmeyen bir emek hareketinin başarı yoktur.
İşçi sınıfını yeniden örgütlemeyi önüne koyan bir siyasal projenin öncelikle yapması gereken fikirsel bir yenilenmedir. Bir taraftan; bu fikirsel yenilenmeyi bütün emek hareketi örgütlerine, kadrolarına, aktivistlerine yaygınlaştırılmaya çalışılırken diğer taraftan; hemen bugünden bu fikri yenilenmenin taşıyıcıları kendi mücadele zeminlerinde bunun gereklerini yerine getirmeye yönelmelidir. Sınıf mücadelesi içindeki aktivistlere (özellikle yasasının çıkmasıyla KESK içinde ) hakim olan ve son süreçte giderek derinleşen ideolojik keşmekeş ve belirsizlik havası dağıtılmalıdır. Bir başka deyişle, kısa vadedeki hedefimiz, emek hareketinde ideolojik hegomanyamızı güçlendirmektir. Bunun için gerekli, çalışma yöntemleri ve araçları bugünden planlanmalıdır.
Emek hareketinin devrimci kadrolarının geleneksel sendikal çalışma tarzını sürdürmesi için hiçbir neden yoktur. İşçi sendikaları içindeki çalışmanın bu bürokratik, uzlaşmacı sarı sendikal yapıları dönüştürme iddiasıyla yoluna devam etmesi giderek anlamsız ve samimiyetsiz bir tutum alışa yönelmektedir. KESK içerisinde ise işçi sendikalarındakine benzer bir yapı, yasal prosedürün ayrıntılarının tamamlanmasıyla birlikte ortaya çıkacaktır. Bu konfederasyonlar bünyesinde olan devrimci işçiler, bulundukları bütün yerlerde (işyeri, sendikal platform, mahalle) kendi yoluna uygun bir mücadelenin propagandasını ve gereklerini yerine getirmeye başlamalıdır.
Şüphesiz bunun anlamı, sendikalı bir işyerinde (en azından bugün) sendikadan istifa etmek veya sendikasız bir işyerinde sendika çalışması yapmamak olarak anlaşılmamalıdır. İlk olarak yapmamız gereken kendi fikirsel yenilenmemiz ve yeni çalışma tarzımızın içselleştirilmesidir. Bulunduğumuz her yerde buna uygun bir çalışma tarzı ve örgütsel deneylere girişmek durumundayız. Enerji Yapı-Yol Sen’in deneyimleri bizim için önemlidir. Uzun bir süre emek hareketi içinde çalışma tarzı ve örgütsel araç bakımından ikili iktidarlar oluşturmaya yönelmeliyiz. Bir tarafta geleneksel sendikal anlayış ve yapıları diğer tarafta devrimci sendikal anlayış ve fiili yapıları. Bu sürecin nasıl bir örgütsel araca/araçlar bütününe (bölgesel örgütlenmeler, bağımsız sendikalar/ayrı bir konfederasyon vb.) kavuşacağına ilişkin ciddi bir mücadele ve örgütlenme deneyimi süreci yaşamak durumundayız.
Şüphesiz bu yolda birlikte yürüyebileceklerimiz varsa birlikte yürüyeceğiz. Ancak bu birlikte yürüme gayreti geleneksel işçi hareketinin birlik araçları olan sendikal platformlardan farklı olmak durumundadır. Bu yolda birlikte yürümenin temeli varolan geleneksel sendikal anlayışlara şu veya bu nedenden karşı olanların biraraya gelişi olarak algılanmamalıdır. Bu bir araya geliş, emek hareketinin bugünü ve geleceği konusunda ‘fikri birlik’ üzerinde şekillenmelidir. Neo-liberal uygulamaların işçi sınıfı üzerindeki etkileri, işçi sınıfının hangi bileşenlerden oluştuğu ve bu bileşenlerden hangisinin/hangilerinin asli olduğu, bu kitlenin hangi mücadele yöntemi ve araçlarıyla örgütleneceği ve nereye yöneleceği konusunda bir fikri birlik gerekmektedir. Bu ‘fikri birliğin’ aranmadığı her çaba şimdiye kadar onlarca kez denenmiş ve ya başarısızlığa uğramış ya da kadük kalmış platform girişimlerinden farklı olmayacaktır.
Ayrı bir yolu tarif ederken bu yolun rehberinin sosyalizm olması kaçınılmazdır. Kendisini iktidar olarak planlamayan bir toplumsal hareketin daha başından kendi sınırlarını çizdiği ve mutlaka bu sınırlar içerisinde boğulacağı tarihin bize öğrettiği en önemli derstir. Önümüzdeki on yılın ortaya çıkaracağı sosyal tablo karşısında kendisini düzen içi taleplerle sınırlamış bir emek hareketi programının pratik olarak karşılık bulmakta zorlanacağı açıktır. Bu açıdan sınıf hareketi içindeki bu yol ayrımında kendi yolumuzu sosyalizm olarak tarif etmek durumundayız. Yeni emek hareketi ve sosyalizm kendi sorularının cevaplarını birbirlerinde bulabildikleri karşılıklı bir ilişki olmak zorundadır.