Avrupa Tıkanıklığı Ergin Yıldızoğlu / 23 Şubat 2004 – Cumhuriyet Ekonomik, siyasi, askeri alanlarda güç yansıtabilecek, Avrupa sermayesini koruyabilecek, ona yeni alanlar açabilecek bir blok oluşturma anlamında, Avrupa Birliği Projesi’nde bir tıkanıklık söz konusu. Le Monde’un geçen hafta yayımlanan bir başyazısına göre “iyi gitmiyor; yeni bir atılıma gereksinim var”(20/02). Geçen hafta Schröder, Chirac ve Blair […]
Avrupa Tıkanıklığı
Ergin Yıldızoğlu / 23 Şubat 2004 – Cumhuriyet
Ekonomik, siyasi, askeri alanlarda güç yansıtabilecek, Avrupa sermayesini koruyabilecek, ona yeni alanlar açabilecek bir blok oluşturma anlamında, Avrupa Birliği Projesi’nde bir tıkanıklık söz konusu. Le Monde’un geçen hafta yayımlanan bir başyazısına göre “iyi gitmiyor; yeni bir atılıma gereksinim var”(20/02).
Geçen hafta Schröder, Chirac ve Blair arasında yapılan zirve toplantısı, Almanya-Fransa eksenine İngiltere’yi de ekleyerek, bu atılımı başlatmayı amaçlıyordu. Zirve atılımı başlatmaktan daha çok, birlik sürecindeki tıkanmayı gözler önüne serdi, hem de 10 yeni üye alarak genişlemeye hazırlandığı bir dönemde…
Abartmak olanaklı mı?
Bugün Avrupa Birliği, bir ortak dış politika oluşturamıyor. Bundan 10 sene önce olsaydı bu başarısızlık bu kadar büyük bir sorun oluşturmazdı. Ne ki, bugün 10 yıl öncesinden çok farklı bir dünya var. ABD, öncelikle Avrupa’nın arka bahçesi sayılabilecek “Geniş Ortadoğu’yu” hedef alan bir imparatorluk hamlesi başlattı; artık Avrupa’nın birliğini değil, dağınıklığını amaçladığına ilişkin belirtiler var. Ortak dış politika oluşturmadaki başarısızlık, Irak savaşı sırasında olduğu gibi, bir iktidarsızlık yaratıyor ve birlik sürecinde, bizzat ABD’nin de yardımıyla, büyük çatlaklar açabiliyor. Avrupa Birliği ekonomisini düzenlemek amacıyla oluşturulan İstikrar Paktı, Fransa ve Almanya gereken ölçütlere uymadığı için çöktü. Avrupa Birliği’nin genişlemesi bir seri ekonomik ve siyasi yönetişim sorununu da beraberinde getiriyor. Bu yüzden birliğin sağlam bir siyasi çerçeveye gereksinimi var. Ne ki AB anayasasına ilişkin görüşmeler hiçbir sonuç alamadan tıkanmış durumda. çoğu siyasi olarak ABD’ye yakın yeni ülkeler de birliğe katılınca anayasayı oluşturmak çok daha da zorlaşmayacak mı? Ek olarak, Türkiye’nin üyeliğine ilişkin alınması gereken karar, yeni katılanların getireceği göçmenlik sorunları, artık iyice endişe verici boyutlara ulaşan, yabancı ve Yahudi düşmanlığı gibi gittikçe ağırlaşan ciddi siyasi, ideolojik sonuçlara gebe sorunlar da var.
Başta Almanya ve Fransa olmak üzere, Euro bölgesinin, ortak para birimine geçildiğinden bu yana en yapışkan durgunluğunu yaşıyor olması bu sorunları daha da ağırlaştırıyor. Örneğin Euro’nun dolar ve Yuan/Remninbi (Çin parası) karşısındaki konumu AB yararına işlemiyor. Jean Paul Fitoussi’nin Le Monde’da yayımlanan yorumunda vurguladığı gibi Avrupa ekonomisi yavaşlarken Euro yükselerek durgunluğu daha da ağırlaştırıyor; “istihdamın ve sanayi yapısının tehlike altında olduğu bir dönemde” gereken tedbirlerin alınamaması “çok daha büyük riskleri gündeme getiriyor”. Diğer bir deyişle, Avrupa sermayesinin, kendi bölgesinde istihdam yaratmaya, dünya ekonomisinde yeni yatırım alanlarına, pazarlara gereksinim duyduğu bir dönemde, bu hedeflere uygun ekonomik politikalar üretilemediği görülüyor.
Böyle bir ortamda, büyük sermaye gruplarının, Avrupa çapında uygulanacak genel bir politika yerine, etkileyebildikleri devletlerin aracılığıyla kendilerine özgün çıkarlarını izlemeye kalkma olasılığı gündeme gelebilir. İkincisi, dış rekabet gücünün zayıflamasının ve emperyalist yayılmanın, başka güçlerin basıncıyla tıkanmasının, etkileriyle artan işsizliğin, yabancı ve Yahudi düşmanlığına dönüşme süreci daha da hızlanabilir, kamuoyu, giderek Euro’yu ve diğer AB üyelerini suçlamaya başlayabilir. Kısacası Avrupa Birliği, ekonomiden uluslararası ilişkilere, toplumsal politikalara kadar birçok alanda, bloklaşmasına yardımcı olacak, ortak ve kendi içinde uyumlu, politikalardan yoksun.
‘Troika’ vb…
Ancak, Fransız, Liberation, Alman Frankfurter Allgeimeine Zeitung gibi gazetelerin de vurguladığı gibi Almanya – Fransa ekseni artık bu politikaları oluşturacak enejiye ve güvene sahip değildi. Öyleyse, İngiltere’nin de katılımıyla oluşacak “troika”, eğer, en önemli sorun alanlarında ortak bir tutum saptayabilirse, diğer ülkeleri de ikna ederek tıkanıklıklar açılabilecek bir liderlik oluşabilir mi?
Financial Times, “18 Şubat zirvesi için pek bir şey çıkmadı ama, olması bile önemli bir gelişmedir” diyor ve zirvenin yüreklendirici bir başlangıç olduğunu savunuyor. Ben FT kadar iyimser değilim.
Wall Street Journal’ın, diğer, üç büyük ve ABD eğilimi O ülke İtalya, İspanya ve Polonya liderlikleri kendilerine dayatmada bulunacak bir “sert çekirdeğin” iradesini kabul etmeyeceklerini vurgulayan sinirli demeçlerine bakarak “zirve, birlikten çok bölünme yarattı” saptaması bence, gerçeğe daha yakın. İkincisi, toplantıdan bir gün önce yayımlanan bir bilgi notundaki (Heather Grabble&Ulrike Guerot, Centre for European Reform) çözümlemelerin düşündürdüğü gibi, bu “Troika”nın önünde, önemli kurumsal ve siyasi zorluklar var. Kurumsal zorluk, troikanın içindeki eşgüdüm sürecinin AB’nin var olan yapısının içinde mi, dışında mı olacağıyla ilgili. İkincisi bu troikayı oluşturan grubun üzerinde birlikte, çalışabileceği ortak politika alanları bulmak gerekiyor. Ancak ortada pek bir şey yok, vergi politikası gibi en dikenli sorunlara ek belki dış politika düşünülebilir. Ancak dış politika söz konusu olunca İtalya, İspanya ve Polonya’da sürece dahil edilmek isteyeceklerdir. Eğer edilirlerse, büyük ülkelerle küçük ülkeler arsındaki ayrım daha da derinleşecek. Üçüncüsü, Grabble ve Guerot’un vurguladığı gibi, üzerinde çalışılacak ortak politika alanlan bulunsa bile, o alanlarda anlaşma sağlamak kolay değil. Irak savaşı bağlamında da gördüğümüz gibi Almanya, Fransa ile İngiltere arasında önemli ayrılıklar var. Fransa savunma harcamalarını arttırırken Almanya azaltmaya çalışıyor. Diğer taraftan, AB’yi bir blok olarak inşa etme projesinde, dış politika alanında Almanya ve Fransa, İngiltere ile birlikte çalışabilir, İngiltere kanalıyla gelecek ABD basıncını birlikte göğüsleyebilirler, ama İngiltere’nin yanında İspanya, İtalya, Polonya gibi ABD eğilimli üç ülke daha eklendiğinde bu durum ortadan kalkar, tüm proje anlamsızlaşır.
Avrupa çapında ekonomik politika eşgüdümünü hızlandırmaya yönelik bir “Super Commissionaire” oluşturmaya karar vermiş olmalarına bakarak Almanya, Fransa ve İngiltere’nin, tüm bu zorluklara karşın, bu zirveyi kurumlaştırmaya niyetli olduklan anlaşılıyor. O takdirde, AB’nin iç çelişkilerinin giderek derinleşmesi, iç uyumunun, özellikle genişlemeden sonra daha da bozulması, beklenebilir. Bir de durgunluk uzar, büyük Avrupa şirketleri daha düşük maliyet alanlarına göç ederken küçük ve orta büyüklükteki sermaye içinde iflaslar, dolayısıyla işsizlik artmaya devam ederse, Türkiye görüşmelere başlamak için alacağı varsayılan tarih geldiğinde, karşısında bu günkünden çok daha kutuplaşmış bir dünyada, yabancı düşmanı ve istikrarsız bir Avrupa “birliği” manzarasıyla karşı karşıya kalabilir…
26 Şubat 2004, Perşembe