İç dinamikler arasında sosyal devlet görüşü ve bunun dayandığı toplumsalcı görüş çözülmüş, sosyal devletin yerini piyasa kurallarını koruyucu devlet ve bireyselci görüş almıştır. Bundan dolayı, artık zengin ülke yerine zamanla merkez bölgelerde zengin odaklar ve bu odakların çevresinde yoksul yığınları görmeye başlayacağız. Buna karşın, çevresel konumlu yoksul ekonomilere gelince, belki oralarda da bir iki tane […]
İç dinamikler arasında sosyal devlet görüşü ve bunun dayandığı toplumsalcı görüş çözülmüş, sosyal devletin yerini piyasa kurallarını koruyucu devlet ve bireyselci görüş almıştır. Bundan dolayı, artık zengin ülke yerine zamanla merkez bölgelerde zengin odaklar ve bu odakların çevresinde yoksul yığınları görmeye başlayacağız. Buna karşın, çevresel konumlu yoksul ekonomilere gelince, belki oralarda da bir iki tane görece varsıl çevrelere rastlanıyor olmakla beraber, genellikle yaygın yoksul yığınlar yer alıyor olacaktır.
Daha üst ve uluslararası düzeyde bakarsak, artık ulusların, eskiden olduğu gibi, toprak işgaline de gerek yok, çünkü ulusların karar merkezini insan değil, sermaye oluşturmaktadır. Sermayenin ise, toprağa değil, tüketim pazarlarına ve üretim kaynaklarına gereksinimi vardır. Hatta, kapitalizmin finansal aşamasında, merkezin yüksek faizle beslenebilmesi için borçlu toplumlara da gereksinimi vardır.
Ancak, hem merkezde, bizzat merkezin çıkarları nedeniyle, hem de çevrede devlet denen siyasal örgüte gereksinim vardır ve artmaktadır da. Sermaye merkezde toplandıkça korunmaya ve/veya saldırmaya ihtiyacı olacak. Bunun için de silahlı kuvvetlerine ve silahlı kuvvetlerin örgütlenebileceği bir devlete ihtiyacı olacak. Açıktır ki, merkez devletler saldırgan nitelikte olacak. Son Irak operasyonunda ABD’nin rolü hiç de yadırganır olmamıştır. Aynı şekilde, Avrupa Birliği ülkelerinin rolü de çok tanıdık olmuştur. Avrupa Birliği ülkeleri saldırıya açıkça karşı çıkmadı, fakat ABD’nin tek başına hareketine karşı çıktı. Bu tavır da AB ülkelerinin çıkarlarına uygun bir tavır idi.
Yeni sömürgeciliğin üç önemli yöntemi olduğu artık netleşiyor. Bunlardan birincisi Irak olayında görüldüğü üzere, merkezin emrine boyun eğmeyen ülkeye bir bahane ile silahlı saldırıda bulunarak, onu dize getirmektir.
Yeni sömürgeciliğin ikinci önemli yöntemi, Türkiye örneğinde çok net olarak görüldüğü gibi, IMF ve/veya Dünya Bankası marifetiyle, ekonomileri serbest piyasaya açma söylemi ile, aslında güçlü merkez ekonomilerin emrine sokmaktır. Türkiye’de uygulanan programın temel çatısını ekonominin serbestleştirilmesi ve dış dünyaya açılması oluşturmaktadır. Bu programla halkımız yoksullaşmış, Türkiye’nin dış açığı ve borç stoku artmış ve bütçe açığı devam etmekte olduğu halde, neden ve nasılsa Türkiye’ye olan dış güven de giderek artmıştır. Bunun temel nedeni, Türkiye’nin ekonomik alanda çağdaş sömürge ağı içine alınıyor olmasıdır.
Yeni sömürgeciliğin bu iki yöntemi, maalesef, her ikisinde de müşterek olan bir üçüncü yöntemle uygulama alanına koyulmaktadır. Çok acıdır ki, yeni sömürgeleştirme yöntemleri, bizzat o ülkelerin yöneticileri ve kadroları eli ile uygulatılmaktadır. Söz konusu yöneticiler ve kadrolar ise, halklarını geri bıraktırma pahasına, merkez kapitalizme bağlanmış ikinci sınıf burjuvazinin ekonomik istekleri doğrultusunda ülkenin ekonomik ve siyasal bağımlılık örgüsünü örmekte bir beis görmemektedir.
Geniş halk yığınlarını yoksullaştıran böylesi politikaların bizzat bu halklara olumlu gösterilebilmesi için de, bazı sosyal sömürü alanları kullanılmaktadır. Kimi zaman halkın din duygusu sömürülmekte, kimi zaman Irak’ta görüldüğü üzere, halka hürriyet ve demokrasi getirileceği yalanı söylenmektedir. Eski sömürgecilik döneminde de, sömürülen ülkelere demokrasi ve medeniyet götürüldüğü iddia edilmemiş midir!
Kısacası, eski sömürgecilik yönteminde sömürgeci ülkelerin silâhlı kuvvetleri kullanılıyor idi, günümüzde ise, bizzat sömürülen ülkelerin liderleri kullanılmaktadır. Sömürülen halklar bu durumu fark ettiğinde bu lider geçinenlerin hali ne olur, bilinmez!