Kıbrıs-AB-ABD, Irak Kürdistanı-ABD merkezli iç çatışmalar, önümüzdeki yıl büyük bir hesaplaşma ve kırılma noktasına doğru ilerleyecek gibi görünüyor. Bu iki temel konu merkezindeki egemenler arasında hesaplaşma, bu yıl içinde şöyle ya da böyle sonuçlanacak. Bu çatışmaların nasıl ve hangi süreçler içinde, kimin lehine çözüleceği sorusunun yanıtlarına şimdiden kesin kayıtlar koymak mümkün değilse de, Türkiye’nin bu […]
Kıbrıs-AB-ABD, Irak Kürdistanı-ABD merkezli iç çatışmalar, önümüzdeki yıl büyük bir hesaplaşma ve kırılma noktasına doğru ilerleyecek gibi görünüyor. Bu iki temel konu merkezindeki egemenler arasında hesaplaşma, bu yıl içinde şöyle ya da böyle sonuçlanacak. Bu çatışmaların nasıl ve hangi süreçler içinde, kimin lehine çözüleceği sorusunun yanıtlarına şimdiden kesin kayıtlar koymak mümkün değilse de, Türkiye’nin bu bir yılı iç ve dış siyaset açısından oldukça hareketli geçireceği aşikar.
Kıbrıs
1945 sonrası dünyasındaki sömürgecilik ilişkilerinde ABD’nin Kıbrıs politikası, Kıbrıs’a artan Sovyet ilgisi neticesinde Ortadoğu’daki konumunu düzeltmek üzerine kuruldu. İngilizlerin 1956 Süveyş Kanalı mücadelesinde Nasır yönetimindeki Mısır’a yenilmesinden sonra, Kıbrıs artık ABD’nin ilgi ve egemenlik alanına girmişti.
ABD, Yunanistan’da 1967’de CIA marifetiyle Albaylar Cuntası’nı örgütlemiş, iktidara getirmişti. Kıbrıs’ta iktidarda olan Başpiskopos Makarios’un izlediği bağımsızlıkçı ve Sovyet yanlısı çizgi, ABD tarafından yok edilmesi gereken bir durumdu. ABD’ için Makarios’tan kurtulmak, Kıbrıs’ı ele geçirmek demekti ve bu planı yine aynı milli temel üzerinden çözebilirdi. Kıbrıs’ta 15 Temmuz 1974’te,Yunanistan’daki Albaylar Cuntasının uzantısı olan Nikos Sampson’un, Yunan subayları ve EOKA-B örgütüyle birlikte yaptığı faşist darbe, Kıbrıs’ın komünist partisi AKEL’in de desteklediği milliyetçi Makarios hükümetini devirdi. Darbe sonrasında binlerce milliyetçi ve komünist öldürüldü.
Faşist darbe sonrası Türklere karşı girişilen kimi saldırılar, Türkiye’nin garantörlük haklarını öne sürerek müdahalesine neden oldu. Türkiye Kıbrıs’ın kuzeyini 20 Temmuz 1974’te işgal etti. Türkiye’nin tepkisinin askeri işgal gibi bir sonuca ulaşacağını tahmin etse dahi o günkü dünya koşullarında, NATO üyesi (yeni sömürge) Yunanistan ve Türkiye’nin sonuçta kendinden çok uzağa gidemeyeceğini biliyordu. ABD, Kıbrıs işgalinde NATO silahlarını kullandığı gerekçesiyle Türkiye’yi ekonomik ve askeri ambargo ile cezalandırdı.
Türkiye’nin Kıbrıs’ın kuzeyini işgali ve buna Yunanistan’daki Albaylar Cuntası’nın doğrudan uzantısı Sampson darbesinin sonuçlarının yol açmış olması, hem cuntayı hem de Sampson’u oldukça güç durumda bıraktı. Yunanistan’da faşist cunta, ABD’nin desteğini çekmesi, Yunan halkının muhalefeti ve Kıbrıs fiyaskosunun etkisiyle yıkılırken, Kıbrıs’taki uzantısı Sampson bu yıkıntının altında kaldı. Türkiye’nin askeri müdahalesinin ardından 23 Temmuz’da hem Kıbrıs hem de Yunanistan’daki cuntalar yıkıldı.
ABD ve Kıbrıs
ABD emperyalizminin Kıbrıs ilgisi, adanın Orta Asya, Hazar havzası, Kafkasya ve Ortadoğu’daki enerji yataklarının kontrolü için başlattığı yeniden sömürgeleştirme harekatının önemli askeri üslerinden birisi olarak görülmesinde yatıyor. Bakü-Tiflis-Ceyhan petrol boru hattıyla Kafkasya petrolünün ve Yumurtalık petrol boru hattıyla Irak petrolünün Akdeniz’e-Batı’ya en kolay çıkış noktası İskenderun limanıdır. Enerji yataklarının ele geçirilmesi, güvenliği ve kontrolünde Kıbrıs jeo-stratejik bir önem taşımaktadır.
Doğu Akdeniz’deki uçak gemisi olarak nitelendirilen Kıbrıs adası, adanın güneydeki binlerce İngiliz askerini barındıran, ada topraklarının %2.76’sına yayılmış, gelişmiş elektronik dinleme aygıtları ve havaalanlarına sahip 2 İngiliz askeri üssüyle, günümüzün ABD-İngiltere koalisyonunun sömürgeci arzularının ileri karakolu durumunda. Bu üsler Irak saldırısı sırasında da yoğun olarak kullanıldı. Üzerinde fırtınalar koparılan Annan Planı’nda İngiliz üsleri konusunda tek bir kelime dahi edilmemiştir.
Kıbrıs’ı önemli yapan faktörlerden birisi de, İsrail devletinin güvenliğidir. Kıbrıs geçmişte de İsrail’in güvenliği için önemli işlevler taşımıştır. 1973 Mısır-İsrail savaşında, Yunanistan’da kendi ürünü cuntadan Kıbrıs’taki üslerin İsrail’e destek için kullanılmasını isteyen ABD umduğunu bulamamıştı. Mısır-İsrail savaşı da SSCB desteğindeki Mısır’ın askeri-siyasi zaferi ile sonuçlanmıştı. ABD, üsleri kullandırmayan Yunanistan’daki mevcut cuntayı devirmiş ve yerine 2. cuntayı getirmişti.
Ekonomik açıdan, hem kuzeydeki Türk devletinin, hem de güneydeki Rum devletinin (daha iyi beceriyorlar) turizm, kumarhane, kıyı bankacılığı vb. mafyatik oluşumdan ibaret ekonomisi ve oldukça sınırlı doğal kaynakları nedeniyle Kıbrıs adası, emperyalistler açısından stratejik askeri önemi dışında ilgi çekmiyor.
ABD’nin, Türkiye ve Yunanistan’a Kıbrıs sorunun çözülmesi için yaptığı baskı, 50 yıllık ABD politikalarına bakarak anlaşılmalıdır. ABD, Türkiye ve Yunanistan’ı hep karşı karşıya getirerek oluşturduğu gerilim üzerinden Kıbrıs’ı denetleme politikası izlemiştir. AB’nin Kıbrıs’ın üyeliğini açıklamasıyla beraber Türkiye’nin Kıbrıs’taki rolünün de önemi ABD açısından öne çıkmış görünmektedir. AB üyesi bir Kıbrıs’ın giderek daha fazla Fransa-Almanya ikilisinin kontrolüne girebileceği endişesi ABD’yi, adanın bölünmüşlüğünü çözerek yeni müdahale imkanlarını açmaya itiyor. 2004’ün ilk günlerinde basına yansıyan Bush’un, Yunanistan Başbakanı Simitis’e gönderdiği Kıbrıs konulu mektupta Kıbrıslı Rum lider Papadopulos’u Annan planı çerçevesinde çözüm için ikna etmesi istenmektedir. Bundan şu sonuç çıkmaktadır: Ben Tayyip’i ikna ederim sen kendi adamını ikna et. Bu arada ABD Ankara Büyükelçisi Eric Edelmann, Tayyip’e “sadece” yeni yıl kutlamasını içeren bir mektup getiriyor. Bütün bu mektup alışverişi bile, ABD’nin Kıbrıs sürecine daha sıkı asılacağının göstergeleri.
Türkiye-Kıbrıs
1571 yılında Osmanlı İmparatorluğu tarafından ele geçirilen Kıbrıs adasında 300 yıl süren Osmanlı sömürgeciliği, adanın 1878 yılında İngiltere’ye kiralanmasıyla son bulur. İngiltere, Süveyş Kanalı’nın güvenliği için adayı kiralamıştır. Osmanlı devleti, Osmanlı-Rus savaşında içine düştüğü mali bunalım sonucu adayı 92 bin altına kiraya verir. 1.Dünya Savaşı sırasında Osmanlı’nın Alman emperyalizmiyle beraber davranması sonucu İngiltere, Osmanlı’ya Kıbrıs için kira ödemeyi durdurur. İngiltere, Sevr Anlaşması ile adayı resmi olarak ilhak eder. Lozan Anlaşması ile Türkiye Kıbrıs üzerindeki bütün haklarından vazgeçer. Türkiye’nin ilgisinin tekrar Kıbrıs’a çevrilmesi 1948-50 yıllarını bulacaktır. Bu ise daha çok İngilizlerin, adayı Yunanistan’a bağlamak isteyen ve bağımsızlıkçı girişimlerde bulunan Rum-Yunan ikilisine karşı bir aktör olarak Türkiye’yi devreye sokması sonucu olmuştu.
1974’te Türkiye’nin Kıbrıs’ın kuzeyini işgali ile derinleşerek bugüne gelen Kıbrıs sorunu, 21.yüzyılın dünyasındaki yeniden sömürgeleştirme ve yeni güç ilişkileri çerçevesinde Türkiyeli egemen sınıfların emperyalist sisteme güçlü entegrasyon isteğinin, Avrupalı emperyalistler ve ABD açısından da kimi stratejik hedeflerin önünü tıkıyor.
Türkiye’deki Kıbrıs tartışmalarında önemli nokta, Irak saldırısı ve tezkere savaşları sürecinde olduğu gibi Türkiye’nin stratejik öneminin pazarlanmasında bir araç olarak kullanılmasıdır. Bu pazarlık girişimlerinin sonucu görüldü. Irak’ın işgali ile birlikte stratejik önem ya da işbirliği olanaklarının ABD ile daraldığını düşünen egemen güçlerin bir bölümü, bu olguyu Kıbrıs üzerinden gündeme getirmeye çalışıyor.
AKP Kıbr
ıs
AKP, iktidara geldiği günlerde Denktaş politikalarına veryansın etmiş, Tayyip Erdoğan Avrupa gezilerinden birinde Kıbrıs sorunun çözümsüzlüğünde Denktaş’ı suçlamıştı. Denktaş’ın “seçimleri kaybedersem Anadolu halkını yanıma alır mücadeleye devam ederim” sözlerine Abdullah Gül, “Anadolu halkını değil, Kıbrıs halkını arkasına alsın” diyerek yanıt vermişti. Mesaj açıktı, “Hele Kıbrıs seçimlerini bir kaybet seninle görülecek hesabımız var.” Sonra birden tavır değişti, hatta kimi görüntüler ve yorumlar AKP hükümetinin Denktaş’ı desteklediği yönündeydi. Ordu içinden gelen tepkiler, tabanındaki ve partisindeki milliyetçi hassasiyetler sonucu Tayyip ve şürekası, Kıbrıs sorunu hakkında fazlaca ileri geri laf etmeden 14 Aralık Kıbrıs seçimlerinin sonucunu beklemek üzere pusuya yatmıştı.
AKP’nin umduğu oldu, muhalefet seçimleri kazandı. Seçim sonrasında hükümetin ilk açıklaması Kıbrıs sorunun çözümünün Annan Planı çerçevesinde olabileceğiydi. Denktaş, “hala Ankara beni destekliyor” demekteydi. Ancak, hangi Ankara?.. Böylece, Ankara’da Kıbrıs savaşları başladı.
Annan Planı çerçevesinde Kıbrıs sorununun çözümüne evet diyen AKP’yi korkutan şey, Abdullah Gül’ün aylar önce “Kıbrıs’ı çözeceksiniz, sonra Türkiye’nin tam üyeliği konusunda ‘olmuyor’ yanıtını alacaksınız. Bizim açımızdan felaket senaryosu budur” sözlerinde açıklanıyor. Böyle bir durumda ordu ile başının ciddi olarak derde gireceğini biliyor. AB’den ise tam üyelik sözü verilmiyor. ancak Kıbrıs bir ön şart olarak ileri sürülüyor. AKP hükümeti AB konusunda ara formül arıyor. Avrupa’da da tartışılan bir formüle göre Türkiye’ye özel statü verilmesi düşünülüyor.
AKP bütün bu çatışmaların içinden sağ salim 28 Mart’taki yerel seçimlere ulaşmaya çalışıyor. AKP’nin egemenler içi hesaplaşmalarda rahatlayabilmesi için yerel seçimlerden kesin bir galibiyetle çıkması gerekiyor. Kamuoyu yoklamaları, AKP’nin %40-45 arası bir oy alabileceğini ve 50-60 il belediyesini kazanabileceğini gösteriyor. 1 Mayıs 2004 kritik bir tarih, Rum kesimin bütün Kıbrıs adına AB üyeliği kesinleşiyor. Bu tarihten sonra üyeliği ilan edilmiş bir Kıbrıs’la Türk devletinin pazarlığının hiçbir hükmü kalmayacak. Bütün egemenler bunu çok iyi biliyor. AKP hükümeti için kader anı geldi. Medyada kimi yazarlar hükümetin cesaretli davranarak kesin bir karar vermesi gerektiği üzerine yazılar yazmaya başladılar. AKP, AB üyeliği şansının kendi hükümeti döneminde kaçırılmış olmasını hiç istemiyor. Tersine AB üyeliğini kendi iktidarı döneminde yakalayan bir AKP’yi kimse tutamaz artık, diye düşünüyorlar. Ordunun geleneksel kanadı ise tam da bu başarısızlığa oynuyor.
Ordu-Kıbrıs
Genelkurmay Başkanı Org. Hilmi Özkök, Yunanistan’ın Elefterotipia gazetesine verdiği demecinde (18.10.2003) “Türk ordusu neden Kıbrıs’ta Annan Planı’nı reddetti?” sorusuna “Bunu kim söylüyor; medya. Annan Planı, Kıbrıs’ta iki tarafı da memnun etmedi ve kabul görmedi. Biz ABD’ye de AB’ye de plandaki 5 itirazımızı dile getirdik. Kabul edilirlerse, planı destekleriz” diye yanıt vermişti. Yine Özkök, “AB Türkiye’nin üyeliğini reddederse, geriye dönüş olamaz… Türkiye’nin AB üyeliği Kıbrıs sorununun çözümünü fevkalade kolaylaştıracaktır” diyerek, AKP hükümetine yakın görüşlerini aktarmaktadır.
Elbette ordunun tavrı bundan ibaret değil, bu tavır sadece ordu üst yönetimine ait. Ordu ise bundan ibaret değil. Kıbrıs seçimleri sırasında, Ağustos Yüksek Askeri Şurası’yla(YAŞ) emekli edilen generallerin Kıbrıs için yaptıkları açıklamalar ve gazete ilanlarına yansıyan cansiperane Denktaş savunuları, ordu içindeki uzlaşmaz tutuma sahip kesimlerin etkinliğini göstermesi açısından çarpıcıydı.
Tam Kıbrıs tartışmalarının ortasında, YAŞ’tan bu yana resmi düzeyde sesi çıkmayan ordu içindeki geleneksel faşist kanadın temsilcilerinden Kara Kuvvetleri Komutanı Aytaç Yalman’ın, TBMM’deki Atatürk’ün mareşal üniformalı resminin kaldırılması gerektiğini söyleyen AKP milletvekilini bahane edip hükümete yönelik sert açıklamalarda bulunması, ordu içindeki manevra savaşlarının yeniden başladığının da işareti oldu. AKP milletvekili hakkındaki resmi Genelkurmay açıklaması ise daha sonra geldi. YAŞ’tan sonra Hilmi Özkök TSK adına sadece kendisinin ve Genelkurmay 2. Başkanı’nın açıklama yapabileceğini söylemişti. Kıbrıs seçimleri sonrasında hükümetle ordu yönetimi arasında Annan Planı üzerinden başlayan uzlaşma-çözüm arayışları, Atatürk resmi üzerinden koparılan fırtınanın altında ezildi.
Geleneksel kanadın temsilcilerinin, AKP’nin aşil topuğu olan laiklik üzerinden yıpratma savaşını kararlılıkla sürdüreceğinin ilanı olan bu girişim karşısında Tayyip açıklamayı yapan milletvekilini parti disiplin kuruluna sevk ederek, ordudan gelecek bu tip saldırılara kolay lokma olmayacağını gösterdi.
Milliyetçi tüketim malzemesi olarak Kıbrıs
Kıbrıs 50 yılı aşkın bir süredir Türkiye’deki bütün gerici ve faşist güçlerin milliyetçi şartlandırma malzemelerinden birisi olmuştur. Geleneksel Rum-Yunan düşmanlığı bu sorun üzerinden sürekli gündemde tutularak dış düşman paranoyası topluma sürekli işlenmiştir. Çoğu kere ülkenin gerçek gündemleri Kıbrıs sorunu üzerinden saptırılmış ve Kıbrıs’ı savunma harekatları ülke içinde örgütlenmiş, faşist ve gerici güçlerin ana politik gündemleri olmuştur. Kıbrıs sorununun bir şekilde çözülüp uykuya yatması bu güçlerin milliyetçi politika yapabilme olanaklarının bir kısmını kaybetmesi anlamına gelecektir.
Devlet ricalinin azımsanmayacak bir kısmının “Kıbrıs’ı sattırmayacağız” feryatlarına rağmen ciddi hiçbir kitle tepkisi sokağa yansımamıştır. Egemenler içindeki yoğun görüş ayrılıklarının Kıbrıs üzerinden faşist kitle hareketinin örgütlenmesini engellediği ve bu durumun aslında bizim gibi ülkelerdeki sivil faşist hareketin ancak devlet eliyle yukarıdan aşağıya örgütlenebileceğinin somut bir kanıtı oluyor.
Ordu içindeki geleneksel faşist kanadın, Kıbrıs üzerinden sert bir hesaplaşmayı örgütlediği bir süreci yaşayacağız bu yıl. MHP’li sivil faşistler tarafından küçük topluluklar halinde sokağa yansıyan(yerel seçimleri de gözetiyorlardır) ırkçı-milliyetçi tepkilerin kitleselleşme imkanı bulamaması, ordunun geleneksel faşist kesimlerinin de elini kolunu bağlıyor. Geleneksel kanadın ordu içinde gücü varsa da, toplum ve ABD nezdinde itibar görmüyorlar. Geriye fazlaca bir seçenekleri kalmıyor.