Gerçekten, 2000 yılı başından beri uygulanıyor olan IMF programının sosyo-ekonomik tahribatı üzerinde yükselmiş olan AKP, programa tam sadakat göstererek, kendilerine iktidar yolunu açmış olan seçmen tabanından çok, dış sömürü çevrelerine olduğu kadar içeride de burjuvaziye hizmete yönelmiştir. AKP iktidarı, bir yandan IMF programı uyarınca kamu kesiminin küçültülmesine, KİT’lerin haraç-mezat elden çıkarılmasına ve emekçi kesimlerin baskılanmasına […]
Gerçekten, 2000 yılı başından beri uygulanıyor olan IMF programının sosyo-ekonomik tahribatı üzerinde yükselmiş olan AKP, programa tam sadakat göstererek, kendilerine iktidar yolunu açmış olan seçmen tabanından çok, dış sömürü çevrelerine olduğu kadar içeride de burjuvaziye hizmete yönelmiştir.
AKP iktidarı, bir yandan IMF programı uyarınca kamu kesiminin küçültülmesine, KİT’lerin haraç-mezat elden çıkarılmasına ve emekçi kesimlerin baskılanmasına aracı olarak Türkiye’yi kapitalist merkezlerin sömürü odağı haline getirirken, diğer yandan da, IMF ile yapılmış olan stand-by anlaşmalarının kalkanını ezilen halklara karşı kullanarak, eski iktidarların akıbetine uğramaktan korunmaya çalışmıştır. Enflâsyonla mücadele ediliyor, ekonominin sırtındaki yükler temizleniyor ya da “güçlü ekonomiye geçiş” programının disiplinle uygulandığı söylemleri ile geriletilen halk kesimleri aleyhine, dış sömürü merkezlerine ve ikinci sınıf burjuvaziye ciddî hizmetler sunulmasına AKP iktidarı da büyük bir sadakatle devam etmiştir.
Şu hale göre, AKP iktidarı, yoksullaşan kesimlerin politik umudu gölgesi altında oluşmuş olduğu halde, yüzünü kapitalist merkezlere dönmektedir. Güçlü Batılı merkezlerin de, Türkiye üzerindeki emellerini gerçekleştirmede böylesi görüntüsel ve gerçek amaçları arasında farklılık olan bir iktidarı desteklemede büyük çıkarları ortadadır. Üstelik, AKP iktidarı da, Batıdan sağladığı destekle içte tabanına karşı da gücünü korumaya çalışmaktadır. Kısacası AKP iktidarı, Yeni Dünya Düzeni’nin çevresel ekonomileri sömürgeleştirici ve yoksullaştırıcı ekonomi politikalarını tavizsiz uygularken, çeşitli “cemaatçi” uygulamaları devreye sokarak, toplumu yoksullaştırıcı sömürü politikalarını içte ezilen halkların gözünde perdelerken, içeride burjuvaziden dışarıda ise sömürü çevrelerinden büyük destek almakta ve uygulamalar halka başarı olarak yansıtılmaktadır.
AKP’nin ekonomi-politik zihniyetinin anlaşılması Yeni Dünya Düzeni felsefesinin ve bu felsefe doğrultusunda Türkiye’ye dayatılan IMF programının irdelenmesini gerekli kılmaktadır. 2000 yılı başında uygulamaya koyulmuş ve 2001 Şubat krizinden sonra revize edilmiş olan IMF reçetelerinin ana hedefi, Türkiye’yi merkez kapitalizmin kriz koşullarında oluşturduğu arz-yanlı iktisat kurallarına uygun konuma çekmektir. Yeni Dünya Düzeni felsefesi çerçevesinde oluşturulan ekonomi politikalarının özünü tüm ekonomilerin “piyasa” kuralı bağlamında serbestleştirilmesi oluşturmaktadır. Böylece, merkez kapitalizmin krizini aşabilmesi için çevresel konumlu ekonomilere uzanma ağları döşenmiş olur. Serbestleştirilmiş ekonomiler, bu suretle, kriz içindeki güçlü merkez sermayeye, yeni ürün ve faktör piyasası oluşturma işlevi görür. Böylece, merkez sermaye unsurları çevresel konumlu ekonomilerde, toplumsal çıkarları koruduğuna inanılan ulusal kuralların bulunmadığı yeni faaliyet ve kâr alanlarına, finansal fonlarını nemalandırma olanaklarına ve ürünlerini sürebilecekleri geniş piyasalara kavuşmuş olurlar.
Bu bağlamda, Yeni Dünya Düzeni paradigması ile Türkiye’ye dayatılan programın üç temel ayağı bulunmaktadır. Programın birinci ayağını, Merkez Bankası’nın kilitlendiği para programı adı altında döviz çıpası, ikinci ayağını kamu harcamalarının baskılanmasını hedefleyen sıkı maliye politikası, “yapısal reform” adı verilen üçüncü ayağını ise, tüm piyasaların serbestleştirilmesi, hızlı özelleştirmeler ve kamu kesiminin küçültülmesi oluşturmuştur.
Bu programın Türkiye gerçeğine uymadığı ve sorunların çözümünde yararlı olmayacağı açık idi. Zira, Türkiye’nin yaşamış olduğu kamu kesimi borçlanma gereksinimi, enflâsyon ve carî açık sorunları, temeldeki ekonomik verimsizliğin ve ekonomideki açıkların parasal üst göstergelere yansımasından başka bir şey değildir. Ne var ki, güçlü Batılı merkezler açısından amaç, ekonominin ayağa kaldırılması olmayıp, tam tersine, bu durumdan yararlanarak Türkiye’yi yeni dünya düzeninde merkez kapitalist ekonomilerin görünmez sömürü ağları içine almak idi. Esas olarak finans kesimini düzenlemeye yönelik olan ve borç yönetimine ağırlık veren Derviş programı da, aynı mantıkla, dört temel ayak üzerine oturtuldu. Bunlar: (1) kamu kesiminin küçültülmesi ve faiz dışı fazla verilmesi; (2) ücretlerdeki artışın enflasyonun altında tutulması; (3) hızlı özelleştirme ve her alanda serbestleştirme; ve (4) yeni dış borçlar.
Böyle bir programla şekillendirilen kamu kesimi üzerine oturan siyasal erkin ekonomi üzerindeki hakimiyeti kısıtlıdır. Hazine-Merkez Bankası ilişkisi zayıflatılarak, dalgalı borçlar alanında dahî bütçeye faiz yükü oluşturuldu. KİT’ler satışa çıkarılarak, ürün ve faktör piyasalarında kamusal otorite silindi. Bütçede de milli gelirin % 6,5 dolayında faiz-dışı fazla verilmesi dayatılarak, bütçede reel harcamalarda kamu iradesinin manevra alanı kısıtlanmış oldu. İktidarı devralmış olan AKP hükümeti bu programa sadık kalarak, ekonominin üretim kapasitesinin geriletilmesine, reel hizmetlerin nicel ve nitel olarak zayıflatılmasına, kamu personeli özlük haklarının baskılanmasına ve kamu alt-yapı yatırımların çökme düzeyine çekilmesine hizmet etmiş oldu.
Uygulanan bütçe politikasının temel felsefesi de, borç mürettebatının itfasına yönelik olarak kamu gelirlerinin yükseltilmesi yerine, kamu harcamalarının baskılanması görüşüne dayanmaktadır. Böylece, kamu borç sorunu hafiflediğinde, arta kalan gelirlerle kamu hizmetlerinin arttırılması olanağı yaratılmamış olmaktadır. Aksi halde, borç itfasında kamu gelirlerinin arttırılması yöntemi izlenmiş olsa idi, borçların hafiflediği dönemde kamu kesiminin genişletilmesi politikası devreye sokuluyor olabilirdi.
IMF tarafından merkez kapitalizmin çıkarları doğrultusunda raya oturtulmuş olan Türkiye ekonomisi ve kamu kesimi, Batılılara güven verdiği sürece, borç yönetiminde rahatlama sağlandığı görüntüsü altında aslında borç yükü yükselmektedir. Türkiye borç konusunda halen yükselme aşamasındadır. Yükselen borç stoku yatırımlara değil de, borç ödemeye ya da bütçe açığını kapamaya gittiği sürece faiz haddinin ekonominin büyüme ve kamuya gelir sağlama hızının üzerinde kalarak, ekonominin borç sarmalından çıkmasına olanak vermemektedir.
AKP hükümeti, ilk yılında, tam bir “katolik nikâhı sadakati” ile IMF programını desteklemiş ve uygulamıştır. Bu program sadece sömürgeci emperyalist dış merkezlerin değil, aynı zamanda, ücretlerin baskılanması, devletin küçültülerek sermaye üzerindeki vergi yükünün hafifletilmesi ve vergilerin giderek sermaye-dışı kesimlere kaydırılması nedenlerine bağlı olarak, iç burjuvazinin de işine yaramaktadır. Bu nedenle, artan işsizliğe, iflâslara, tarım kesiminin çökmesine ve ekonominin üretim ivmesi kazanamamasına rağmen, göstergelerin düzeldiği ve işlerin yolunda gittiği gibi izlenimler yayılmaktadır. Oysa, dövizin baskılandığı ve halkın satın alma gücünün zayıflatılmış olduğu bir ekonomide, doğal olarak, enflâsyonun yakıtı tükenir. Ama bu durum enflâsyonun tedavisi olmayıp, baskılanmasıdır. Milli gelirin yükseliyor olması da, bir yandan stok artışları, diğer yandan ithalât vergilerinin yükselmesi ve geçmişte yaşanmış kapasite düşüklüğünün telâfisine bağlıdır. Oysa, ekoniye gerçek kalkınma ivmesi verebilecek hiçbir yeni ve teknolojik yatırım atağı yok olduğu gibi, varolan durumda da binlerce emekçi işlerinden olmuş
tur. Onlar için AKP’nin cemaatçı yaklaşımları dışında, enflâsyonun baskılanması da, milli gelirin yükseliyor olması da fazlaca bir anlam ifade etmemektedir.
Bu politikaların AKP’ye özgü olmaması AKP’yi aklamaz. Zira, AKP söz konusu politikaları benimsemiş, uygulamaların trajedisi üzerinde yükselmiş olduğu halde, farklı bir görüntü sunarak, aynı trajediyi sürdürücü işlevi görmüştür. Kapitalist toplumlarda siyasal erkin göreli bağımsızlığı ileri derecede olmayıp, burjuvazi tarafından çevrelendiği bilinen bir gerçektir. AKP’nin bundan öte sistemik işlevi, bağımlılık alanını sınır ötesine taşırarak ve taşıyarak, halkların aleyhine ekonominin güçlü dış kapitalist merkezlerin emrine sunulması şeklinde ortaya çıkmıştır. Ülkenin yaşadığı trajedi budur!