“Dine küfrettiği”ni ileri sürdükleri Evren’e küfürle mukabele etmek için ateizme, sosyalizme ve komünizme karşı kin kusan ifadelerle saldırıya geçtiler. Yazarları arasında Abdurrahman Dilipak’ın da bulunduğu Vakit gazetesi, Saddam Hüseyin’in yakalanma haberini ikinci sıraya alarak “Evren Özür Dilesin” manşetini kullanırken, gazetenin çeşitli yazarları şu ifadelerle Evren’i linç hedefi haline getirdiler: “İnsanlığını kaybetmiş ve köpekleşmiş yaratıkların 1400 […]
“Dine küfrettiği”ni ileri sürdükleri Evren’e küfürle mukabele etmek için ateizme, sosyalizme ve komünizme karşı kin kusan ifadelerle saldırıya geçtiler. Yazarları arasında Abdurrahman Dilipak’ın da bulunduğu Vakit gazetesi, Saddam Hüseyin’in yakalanma haberini ikinci sıraya alarak “Evren Özür Dilesin” manşetini kullanırken, gazetenin çeşitli yazarları şu ifadelerle Evren’i linç hedefi haline getirdiler:
“İnsanlığını kaybetmiş ve köpekleşmiş yaratıkların 1400 yıl önceye havlamaları kimseyi fazla endişelendirmesin..
O kapıya havlayanları düştükleri inkâr çukurundan çıkarmaya gücümüz yeterse çıkartalım ve kervana dahil edelim.. Gücümüz yetmiyor mu? Eh, ne yapalım, Allah (cc)’ın gücü mutlaka yeter.. ” (Abdurrahim Karakoç)
“Müslümanların mukaddes kitabına hakaret eden KESK başkanına karşı dava açmak için neden mahkemelerin önünde kuyruk oluşturmuyorsunuz?” (Arif Çevikel)
“Nerede MHP?.. Nerede Ülkü Ocakları Genel Başkanı?.. Nerede öteki ülkücüler?.. Nerede, Ya Allah Bismillah, Allahu Ekber diye bağıranlar?.. İbrahim Tatlıses’i asmakla tehdit edenler (…) yüce dinimize ve Peygamberimize yapılan hakaretler karşısında niye bir şeyler söylemiyorlar?..” (Sami Özey)
Bu kampanya açıkça gerici, emek düşmanı, emekçi düşmanı, halk düşmanı, sol düşmanı, sosyalizm düşmanı bir kampanyadır.
Bu linç kampanyası Gerici Cephe’nin Türkiye halkına ve insanlığa karşı işlediği suçları örtmek için her zaman yaptığı kışkırtmalardan biridir.
Bu linç kampanyası din kisvesiyle örttüğü gericiliği her gün yeniden ve yeniden gün yüzüne çıkan ikiyüzlü, emperyalist işbirlikçisi, sermaye kuklası güruhun halkın dinsel duygularını istismar ederek kendilerini aklamak için yürüttükleri bir tahrikten başka bir şey değildir.
Gören her göz farkına varacaktır ki, bu saldırgan dil, bu azgın tavır, Sivas’ta 37 aydınımızı yakan yobazlıkla aynı özdendir.
Duyan her kulak anlayacaktır ki, bu hezeyanın vurguları Aziz Nesin, Turan Dursun, Salman Rüşdi ve bir çok ilerici aydın için ölüm fetvası çıkaran hezeyanla aynı karanlık ruhlara aittir.
Saldırının medya odağı olarak hareket eden AKP tetikçisi Vakit gazetesinin bir başka yazarı aynı gün şunları söylüyor:
“Bugün inkârcı cephe, “terör” bahanesiyle doğrudan ya da dolaylı olarak Kur’ân’ı hedef almakta; ona dil uzatmakta, çamur atmakta ve zihinlerde vahye karşı şüphe uyandırmaya çalışmaktadır. Dahası, Müslümanların vahiyle ilişkisini koparacak tezgahlar peşindedir. Bu durum karşısında Müslümanlara düşen ise, vahye sarılıp yeni nesilleri vahiyle buluşturacak eğitim kurumlarına sahip çıkmak, geliştirmek ve güçlendirmektir.” (Abdullah Yıldız)
Gericilerin bu kampanyadaki amacını anlamak için Abdullah Yıldız’ın söylediklerine herhangi bir ek yapmaya gerek var mı?
Bu gerici linç kampanyasında hedefin Sami Evren değil, ilerici-sol güçler olduğu ortadadır.
Sami Evren’in Eczacılar Birliği’ndeki konuşmasında kullandığı ifadeleri “küfür” olarak değerlendiren ve hedef haline getiren gericiler için küfür ateizm ve sosyalizmin kendisidir. Sami Evren’in konuşması hem özü hem de biçimi bakımından savunulamayacak bir yön taşımamaktadır. Türkiye’nin ilerici güçleri, Aziz Nesin’in bundan çok daha ağır ifadelerini gericilerin saldırılarına karşı savunmuşlardır.
Elbette Evren “bağımsız bir aydın” değil KESK Genel Başkanı’dır ve konuşmasıyla gericilerin saldırıya geçmesi için fırsat yaratmıştır. Bu konuşmayı gündeme getiren özel okullar sorununu, sermayeye kaynak aktarımı ve yeni karlılık alanları yaratma amacını bir tarafa bırakıp laiklik-şeriatçılık sorununa daraltarak tartışmak da doğru değildir. Konuyu bu şekilde tartışmak, devletin bir kanadından güç almayı ön plana alan bir yaklaşımın ürünüdür. KESK’de bu yaklaşıma güç kazandıran şey ise, Eğitim Sen ve KESK yönetimine ilişkin ittifak hesaplarıdır. Bu yaklaşım karşısında, devletin diğer kanadının da aynı ilişki ağını kullanarak KESK’i yıpratması kaçınılmazdır. Ve gericilerin baş gösteren istifa hareketlerinin arkasında da bu temel bulunmaktadır. Dolayısıyla, özel okullar sorununa ilişkin söylemin merkezine şeriatçı gericiliği koymak isabetli bir tutum değildir. Ancak, Evren’e karşı gelişen saldırı, “özel okullar” sorunuyla sınırlı bir saldırı değil, ideolojik ve politik bir saldırıdır. Bu nedenle de ilerici güçler tarafından sendikal düzlemin ötesinde bir bakışla ele alınarak karşı koymayı gerektirir.
Diğer yandan bu saldırı kampanyasının gücünü aldığı bir başka gerçek, geleneksel sendikal anlayışa hapsolarak eriyen KESK’in 11 Aralık’ta iyice belirginleşen etkisizliğidir. Hükümet 11 Aralık eyleminde KESK’in içinde bulunduğu durağanlığı kavramış ve çıkarmaya hazırlandığı yeni Kamu Personel Rejimi Yasası’na karşı direnişe öncülük edecek en önemli merkezlerden olan bu kurumu yıpratabilmek için uygun bir an yakaladığına karar vermiştir. Bu saldırının amaçlarından biri de bu noktada ortaya çıkmaktadır: KESK’in kamu çalışanları hareketindeki hegemonyasını kırmak ve Kamu Çalışanları Hareketinin ilerici özünü tasfiye etmektir. Gerici saldırının merkezinin Vakit gazetesi olması bu nedenle tesadüf değildir, Evren’e yönelik bu saldırının arkasında bizzat hükümet bulunmaktadır.
Ancak Evren, görüşlerinin özünü anlatmak ve düşüncelerini savunmak yerine, gerici ve AKP yanlısı bir TV kanalında özür dileyerek, yaptığını düşündüğü hatadan çok daha büyüğünü yapmıştır.
Sami Evren’in bu yalpalamalarında şaşılacak bir şey yoktur. Çünkü bu yalpalamanın arkasında daha derinde yatan bir başka tutarsızlık da bulunmaktadır. Eğitim-Sen’de “laikçi” olan Evren savaş karşıtı harekette “islamcı muhibbi”dir. Evren, ABD’nin Irak’ı işgaline karşı “islamcı çevreler”le aynı platformda olabilmek için ilerici emek örgütlerinin savaş karşıtı harekette elde ettiği hegemonyayı bir kenara bırakabilmiş; savaş öncesi dönemde sırra kadem basan Emek Platformunu, hem de Memur Sen’in dönem sözcülüğü sırasında, savaş karşıtı hareketin başına itekleyebilmiştir.
Yazık ki, yalnızca dinsel inançlar hakkındaki yargısını ifade ettiği için gericilerinin faşistlerle el ele vererek başlattıkları bu kampanya da, Evren’e savunduğu “ittifak”ın ne kadar demokratik bir temele dayandığını gösterememiştir. O pek “demokrat!” “hoşgörü insanı” Abdurrahman Dilipak’ın başlıca yazarlarından olduğu Vakit gazetesinin bu saldırının merkezi olması Evren’e hiçbir şey anlatamamış görünmektedir!
Bilinmelidir ki, ilericiler, ateist bir düşünce açıklamasını küfür olarak nitelendirip ona küfredenlerin karşısında geri adım attıklarında “kişisel bir çelebilik” göstermiş olmazlar; gericiliği güçlendirmiş olurlar. Evren de özür dileyerek gerici yaygaraya boyun eğmiş, gerici saldırının amacına ulaşmasını sağlamıştır. Şimdi gericilik iki gün öncekinden daha güçlüdür!
Not: Bu yazı Sami Evren’e yönelik saldırıya karşı çıkılması için bir çağrı olarak yazılmaya başlanmıştır. Sami Evren Kanal 7’de özür dilemesi nedeniyle, değerlendirmeye dönüştürülmüştür.