Basında günlerdir yazılıp çizilen komplo teorilerini bir tarafa bırakarak, olayın yaratabileceği olası siyasi sonuçları açısından değerlendirmelerde bulunmak en doğru yöntemdir. Sinagog saldırılarındaki önemli noktalardan ilki, bu saldırıların T.C. vatandaşları tarafından yapılmış olmasıdır. İkincisi ise, uluslararası bir bağlantısının (örgütsel ya da ideolojik-politik düzeyde) bulunmasıdır. Üçüncüsü, bu eylemin gerçekleştiği uluslararası ve Türkiye’deki siyasal atmosferin ayırt edici özellikleridir. […]
Basında günlerdir yazılıp çizilen komplo teorilerini bir tarafa bırakarak, olayın yaratabileceği olası siyasi sonuçları açısından değerlendirmelerde bulunmak en doğru yöntemdir.
Sinagog saldırılarındaki önemli noktalardan ilki, bu saldırıların T.C. vatandaşları tarafından yapılmış olmasıdır. İkincisi ise, uluslararası bir bağlantısının (örgütsel ya da ideolojik-politik düzeyde) bulunmasıdır. Üçüncüsü, bu eylemin gerçekleştiği uluslararası ve Türkiye’deki siyasal atmosferin ayırt edici özellikleridir.
ABD-İsrail
Bu tespitlerin sonuncusundan başlayarak değerlendirmek gerekirse; ABD’nin ve İsrail’in Ortadoğu’da politik düzeyde tıkandığı bu günlerde bu eylem, bu güçlere uluslararası alanda tıkanıklıklarını aşacak materyaller vermektedir. 11 Eylül’de ABD nasıl kendi vatandaşlarını ikna etmek için “anavatan saldırı altında” korkusuyla milliyetçi bir atmosfer yaratarak başarılı olmuşsa, bu eylem de uluslararası düzeyde benzer imkanları verebilecektir. Tüm dünyayı kendi emperyalist çıkarları doğrultusunda imparatorluk projesinin peşine takmakta zorlanan ABD yeni ve gerçekçi bir kart daha elde etmiştir. Bu kartta şöyle yazmaktadır: Özgür Batı saldırı altındadır. Ve Türkiye üzerinden tüm Avrupa’ya sıçrayacak bir terör dalgası batıyı tehdit etmektedir. Bu şimdiden Tony Blair’in açıklamalarında kendisini göstermektedir. Blair, Bush’un İngiltere ziyareti için yapılan eleştirileri yanıtlarken “Türkiye’de iki sinagogun bombalanması uluslararası terörizmi yenilgiye uğratma kararlılığımızı pekiştirdi.” demektedir.
İsrail, Ortadoğu’da ki barbarca politikalarıyla giderek tecrit olan bir görüntü çizmekteydi. Bu eylemle beraber yeniden tüm dünyaya, kendi barbar politikalarını tehdit altındaki bir halkın(Yahudilerin)kendini savunması olarak anlatabilmesinin koşullarını sağlayan bir ortam elde etmiştir. İsrail tüm dünyanın Yahudilerini kullanarak kendine yeni bir hareket alanı açmak istemektedir. Bu girişim, Yahudileri tüm dünyada hedef haline getirmekten başka hiçbir sonuç elde etmeyecektir. İsrail devletinin, bombalamalar sonrası, sanki hedef olanlar T.C. vatandaşı değil de, kendi vatandaşları gibi davranıyor olması çarpıcıdır.
ABD, Ortadoğu’daki emperyalist planlarında Türkiye’yi (Türk Silahlı Kuvvetlerini) ikna etmek için oldukça zorlanmaktaydı. ABD şu mesajı bir süredir veriyordu, Irak Lübnan’a dönerse, bundan en çok Türkiye zarar görür. Bu nedenle bizimle işbirliği yapın. Şimdi bu tehdit egemenler nezdinde gerçeklik kazanmıştır. 100 yıldır yüzünü batıya dönmüş Türkiye egemen sınıfları şunu korkuyla görmüşlerdir; Türkiye her şeyi ile bir Ortadoğu ülkesidir. Mesajı ilk alanda Deniz Baykal olmuştur. Deniz Baykal, “Bu saldırı Türkiye’yi Ortadoğu’ya çekmemelidir. Türkiye’nin yeri, tercihi Avrupa’dır” diye korkuyla seslenmektedir. Bu durum (korku)Türkiyeli egemenleri hızla, emperyalist fikirlerin hemen ve koşulsuz kabulüne sürükleyebilecektir. TSK’nın Kürt bahanesiyle ABD ile karşı karşıya geldiği Irak politikasındaki farklılıklar, hızla oluşan yeni atmosfer içinde daha rahat kırılabilecektir. ABD’nin Türkiye, İsrail ve Kürtler ile oluşturmak istediği Ortadoğu ittifakının kuruluş sürecinin, önünün açılamasının psikolojik-politik imkanları oluşmuştur.
İslami cenahta olası gelişmeler
Birinci ve ikinci tespitlere baktığımızda, bu eylemin El Kaide bağlantısının örgütsel düzeyde olmasının ya da olmamasının fazlaca önemi yoktur. Önemli olanı yapanların Türk vatandaşı olmalarıdır. Ülke dışından gelip eylem yapan Arap ya da Afgan kişiler olsaydı, bu takdirde eylem dışsal bir olgu olarak tartışılabilirdi. 11 Eylül’ü yapabilen bir politik çizginin İstanbul sinagog saldırısı ile aynı frekansta olduğuna hiç kimsenin şüphesi yok. Dolayısıyla tartışılması gereken bağ ideolojik ve politik bağlantıdır. El Kaide’nin 11 Eylül’de New York’ta gerçekleştirdiği eylem tüm dünyadaki İslami radikalizme yeni bir çıta koymuştu. Türkiye’deki İslamcı radikallerin bu mesajı aldığı ve kendi yerel çıtalarını yükselttikleri gerçeği ortaya çıktı. Daha önceleri daha çok devletin kucağında sola ve Kürt ulusal hareketine karşı büyütülen İslami örgütlerin Afganistan’daki gibi sahibine karşı dönmesinin güncel ve tarihsel bir örneğidir bu eylem. Gaffar Okkan suikasti ile devlete karşı planlı eylemler yöneltebileceklerini ilk defa ortaya koyan İslami örgütler, bu eylemle de ABD ve İsrail çıkarlarına karşı Türkiye’de de eylem hattına girilmesi açısından yeni bir dönemi açmışlardır. Üstelik Türkiyeli İslami hareketlerde hiç görülmeyen bir eylem biçimiyle. İntihar saldırısıyla.
Bunun ilk sonucu, geleneksel İslami politikalardan kesin bir kopuşun, bu kesimlerde yeniden bir ayrışma ve saflaşmanın yaşanmasıdır. Bu ayrışma-saflaşma sürecinin ilk meyvası ise, solcuların himayesinde savaş karşıtlığı yapan, İslamcı kadınların başörtüsünün altına gizlenip İslami siyaset yaptığını zanneden Abdurahman Dilipak ve benzeri İslamcıların “anti-Amerikancılığı” ile ABD-İsrail’e karşı ölüme severek koşan, intihar eylemi bile yapabilenler arasında olacaktır. Bu süreç geleneksel İslami kesimin önemli bir bölümünü emperyalizme ve egemen sınıflara yanaştıracaktır. Ancak İslami kesimlerin içinden ABD’ye ve İsrail’e karşı derin bir nefret duyan, bu nefret nedeniyle yapmayacakları hiçbir şey olmayan, bir başka İslami muhalefet hattının yeniden kurulmasının önü de açılmıştır.
AKP ve egemenler
Bu eylem oligarşi içindeki farklılıkları, görüş ayrılıklarını törpülemesi açısından ciddi bir fırsat sunmaktadır. Egemenlerin AB-Kıbrıs’taki tıkanıklıkları, Irak konusundaki kendi iç farklılıkları yeni süreçte daha kolay kendisini uzlaşma eğilimlerine bırakabilecektir.
AKP, kuşkusuz hemen ve en kesin olarak hizaya girecek ve Türkiye’deki Amerikan-İsrail karşıtı bir İslami direnişi bastırma şansını yakalamış İslami tandanslı bir parti olarak, İslamın bu yeni yüzüyle arasına kesin mesafesini koyacaktır. Bu AKP’nin temsil ettiği “İslamcılığın” Amerikancı-Siyonist yüzünü artık tamamen açığa çıkaracaktır. Başörtüsünden gayrı İslamcı cenahla gerçek bir ilişiği kalmamış olan AKP’nin, İslami bir hatta politika yapmasının olanakları daha da tükenecektir. Ya da AKP’nin sırtındaki geleneksel İslam yükünü atıp merkez sağda boşalan yere doğru hızla oturmasının önü de açılmıştır diyebiliriz. AKP, zaten Türk ordusunun son zamanlarda kendi içinde de sağladığı konsensus ile kendisine karşı laiklik silahı ile saldırdığı şu günlerde şeriatçı olmadığını ispat etmek ve egemenlerle uzlaşmak için yeni bir fırsat olarak bile değerlendirebilir bu gelişmeyi. ABD’ye karşı ise yine kendisini ispat etmesi için önüne çıkan tarihi bir fırsattır.
AKP yine dört ayak üstüne düşmüştür. Türkiye’yi Ortadoğululuktan kurtarmanın Avrupalıların can sağlığı açısından iyi olacağına dair oluşan kanaat AB üyeliği yolunda AKP’ye tarihin(Bin Ladin’in) sunduğu bir fırsat olmuştur. TSK ise tepe taklak gitmiştir. Şeriat korkusu ile AKP’yi vurmaya çalışan ordu İslami bir şiddet eylemi ile hiçte işine gelmeyecek bir politik atmosferin içinde bulmuştur kendisini. TSK’nın, ABD’nin Irak politikalarına olan direnci bu eylemle zayıflamıştır. Türkiye’nin İslami radikalizmin ateş hattına girdiği bir süreçte iktidardaki yumuşak İslamcılarla yapılacak kavga ve dövüşlerin hiçte uygun sonuçları yaratmayacağı TSK tarafından görülmüş olmalıdır. “Komşudaki y
angına bigane kalamayız” diyen Genelkurmay Başkanının yangının Türkiye’de içerden çıkarıldığını gördüğü noktada ne düşündüğü merak konusu. Genelkurmay’dan hiçbir açıklamanın hala gelmemiş olması içine düştükleri aciz durumu göstermiyor mu?
Önümüzdeki süreçte, Türk ordusunun Afganistan’a (El Kaide orada)gönderilmesinden tutunda, tezkerenin hala meclise iade edilmemesi dolayısıyla Irak’a asker gönderilmesi tartışmalarının alevlenmesine kadar, emperyalist planlara dahil olma çabaları tekrar hızlanacaktır. Federal Kürdistan fikrinin ön kabulüne dayalı bir asker göndermeye Kuzey Irak’lı Kürtlerinde sıcak bakacağı düşünüldüğünde bu sefer Bağdat yolu neden açık olmasın.