ABD ne diyor? ABD’nin Irak’a atadığı sömürge valisi Paul Bremer, asker gönderme konusunu Irak Geçici Hükümet Konseyi (IGHK) ile Türkiye’nin kendi arasında çözmesi gerektiğini söyledi. Bu açıklama, ilk defa bu kadar net bir şekilde ABD’nin gözünde, Türk devleti ile IGHK’nin eşit olduğunun itirafıydı. Cümlenin bir başka okunuşunda Türk devleti ve Barzani-Talabani’nin eşit olduğu anlamına gelmektedir. […]
ABD ne diyor?
ABD’nin Irak’a atadığı sömürge valisi Paul Bremer, asker gönderme konusunu Irak Geçici Hükümet Konseyi (IGHK) ile Türkiye’nin kendi arasında çözmesi gerektiğini söyledi. Bu açıklama, ilk defa bu kadar net bir şekilde ABD’nin gözünde, Türk devleti ile IGHK’nin eşit olduğunun itirafıydı. Cümlenin bir başka okunuşunda Türk devleti ve Barzani-Talabani’nin eşit olduğu anlamına gelmektedir. Hatta duruma göre Kürtler daha değerli. Bu açıklamalar karşısında, dumura uğrayan AKP hükümetinin hala”bizim muhatabımız ABD’dir” açıklaması geldikleri traji-komik noktayı göstermektedir.
ABD işgaline karşı direniş Afganistan’da da toparlanıyor. Artık Afganistan’dan da ölen ABD askerlerinin haberleri gelmeye başladı. Türkiye’yi herhangi bir emperyalist işgal’in askeri destekçisi konuma sokmak isteyen ABD ısrarından vazgeçmiş değil. ABD cephesinde Irak olmadı, sizi Afganistan’a gönderelim sesleri duyulmaya başladı.
AKP hükümetinin zavallı durumuna ve bütün bu gelişmelere TSK cephesinden hiçbir açıklama gelmemesinin, TSK’nın AKP’yi ABD ile baş başa bırakma politikası olduğu görülüyor. Ancak Amerika, Savunma Bakan Yardımcısı Wolfowitz’in ünlü fırçasında olduğu gibi, biliyor ki Türkiye’de bu işler TSK’dan sorulur. AKP tezkereyi çıkararak üstüne düşen kulluk görevini yapmış, topu TSK ile ABD arasına atmıştı. Pentagondakiler, Ankara’da mecliste tezkere oylanırken, İzmir’de generallerin hep beraber yaptıkları kordon boyu sefasını da ilgiyle izlemişlerdir herhalde. TSK’nın top saklama numaralarına ABD’nin ne kadar tahammül edeceği ise merak konusu.
ABD’nin yeni terbiye etme operasyonu yolda mı
Muhtemelen Pentagon’dakiler şöyle düşünüyordur; bu Türk ordusunu yıllardır eğittik, silahını verdik, besledik şimdi gözümüzü oyuyor. Ta dünyanın bir ucundan Dominik Cumhuriyeti bile 50 asker gönderiyor, Türkiye Kürt bahanesiyle bir asker bile vermiyor. Ne akar ne kokar bir yeni sömürge ordusunu ABD neylesin…
Siyasal bilgiler fakültelerinde öğretirler, uluslararası ilişkilerde (yani sömürgecilik ilişkilerinde) önemli bir kural vardır; dostluğun en açık göstergesi askeri işbirliğidir. Yoksa stratejik müttefiklik laflarının ne anlamı var. Bu fakültelerden mezun Dışişleri personeli bunu oldukça iyi biliyor. Aslında, egemenlerin hepsi biliyor.
Artık,Türkiye’li egemenlerin hepsinin çok iyi bildiği bir gerçek var. Türkiye, Irak’a asker göndersin yada göndermesin, birleşik bir Irak kurmakta başarılı sağlansın ya da sağlanmasın, ABD federal ya da bağımsız bir Kürt devleti kuracaktır. Ancak Türkiye’deki 80 yıllık toplum ve devlet katında kemikleşmiş şoven-milliyetçi yapı, hala pürüz çıkarmaya devam etmekte, esneyememektedir. Esnek olmayan kırılır.
Yeni terbiye etme operasyonu, askeri ya da ekonomik boyutlu veya ikisi birden şeklinde olabilir. ABD tarafından 4 Temmuz günü Süleymaniye’de gerçekleştirilen çuvallama operasyonunda Türk ordusuna açık bir mesaj verilmişti. Bu mesajın unsurlarından birisi de kuzey Irak’ta bulunan Türk askeri birliklerine şimdilik izin verildiğiydi. Askeri önlemin adımının, Kuzey Irak’ta bulunan Türk askerlerinin çekilmesinin istenmesi olacağı açıktır. Türkiye’nin kırılgan ekonomisinin (meşhur piyasanın) mesajı hemen aldığı ve tezkere sonrasında döviz fiyatlarının her gün yükselme eğilimi gösterdiği gözleniyor. Maliye Bakanı Kemal Unakıtan 2004 bütçesini açıklarken 8.5 milyar dolarlık Amerikan kredisinin gelmeyebileceğini hesap ettiklerini, bütçeyi bu kredi yokmuş gibi hazırladıklarını, her şeyin yolunda olduğu mesajını veriyor. Kim inanır? 8,5 milyar dolarlık Amerikan kredisinin Pentagon’un vereceği rapora göre onaylanacağı koşulu hatırlandığında bu kredinin elden uçup gittiği düşünülmelidir. ABD’nin Ankara Büyükelçisi Eric Edelmann’ın “Irak’a asker göndermelisiniz. Ekonominizin buna ihtiyacı var” sözleri her şeyi açıklamıyor mu?
Savaşı Iraklılaştırmak
ABD, 1965 yılında işgal ettiği güney Vietnam’dan arkasında 50.000 ölü ve 100.000’lerce yaralı bırakarak 5 yılın sonunda çekildi. Çekilirken savaşı Vietnamlılaştırma politikasıyla çekildi. Bu politikanın gereği yerel işbirlikçilere azami askeri, mali yardım yapılarak, işgalci bir güce karşı gelişen antipatileri yok etmek ve daha çok bir iç savaş görünümünde mücadeleyi sürdürmekti. Sayısı 700 bine çıkarılan, uçaklar, tanklar ve milyonlarca ton cephane verilen işbirlikçi güney Vietnam ordusu, ancak 5 yıl dayanabildi. Sonuç değişmemişti. Ancak, o dönemin dünya koşullarında güneydeki direniş, SSCB’nin desteği, kuzey Vietnam’ın varlığı ile güçlenerek hızla gelişmişti.
ABD Irak’ta bu politikayı yeniden deniyor. Şimdiden 100 bin Iraklı güvenlik görevlisi olarak işe alınmış durumda. Bir o kadarda silahlı Kürt varlığı düşünüldüğünde 180 bin kişilik Iraklı silahlı güç ABD’nin emrinde demektir. Irak’taki derinleşen yoksulluk ve işsizliğin, Saddam rejiminin zulmüne uğramış kesimlerin öfkeleri ile birleştiğinde, ABD’nin Irak’ta yüz binlerce insanı işbirlikçi orduya katmasını engelleyen hiçbir neden yok. Kürt liderler Irak ordusunun dağıtılmasının yanlış olduğunu ABD’ye ilettiklerini açıkladılar. Bu politikanın(savaşı Iraklılaştırmak) Türk askerine gerek yok diye direten Kürt liderler tarafından da benimsendiğini gösteriyor. 1991 Körfez Savaşından sonra ABD bu politikayı sürekli gündemde tutmuştu. Irak ordusunun ağır silahlarının sürekli imha edildiği 12 yıllık kuşatma döneminde amaç buydu. Hafif silahları kalmış Irak ordusu Kürtler ve diğer muhalifler tarafından yenilecek, Saddam rejimi düşecekti. Bu plan daha çok politik nedenlerle başarılı olamamıştı.
İşgalcileri Irak’ta bekleyen asıl tehdit ise Arap-Kürt, Sünni-Şii yada Şiilerin kendi aralarında başlayabilecek olan iç savaş tehlikesi. Lübnanlaşma korkusu diye tabir edilen bu tehlikenin ip uçları daha şimdiden görülmektedir. Genç, hırslı ve Amerikan karşıtı olarak bilinen Şii lider Muktada El Sadr’ın taraftarlarıyla, diğer Şii gruplar- Amerikan askerleri arasında geçtiğimiz günlerde meydana gelen çatışmalarda, çok sayıda Şii ve Amerikan askeri ölmüştü. Musul ve Kerkük’te, İsrail paralarıyla Arap topraklarının Kürtler tarafından satın alındığına ilişkin haberlerse Araplarla Kürtlerin arasında yeşeren derin nefrete güç katıyor.
PKK’nın ne olacağı tartışılırken yeni bir gelişme ortaya çıktı. Kandil dağındaki KADEK gerillalarının geçen yılın Nisan aylarında Kuzey Irak’ta KADEK’in girişimiyle kurulan Kürdistan Demokratik Çözüm Partisi’nin (PÇDK) saflarına katılmasının beklendiği söyleniyor. Türkiye’de yasal siyasete atılamayan PKK, Irak federal Kürdistan devletinin yasal bir partisi oluyor. Kürdistan bölgesindeki bütün siyasi partilerin silahlı olduğu düşünüldüğünde bu durum KADEK’in pozisyonunda büyük bir değişiklik yaratmıyor. PÇDK üyelerinin bilinmeyen saldırılara maruz kaldığı basına yansımıştı. Türk ordusunun Kuzey Irak’tan çekilmesi sonrasında PÇDK’nın daha rahat bir çalışma olanağı bulacağı görülmektedir.
Peki şimdi ne olacak
23 Nisan’daki resepsiyon krizinden, 29 Ekim resepsiyon krizine kadar olan 6 aylık dönem oligarşi içinde yoğun çatışmalarla geçti. Sorun basitçe Irak’a asker gönderme ya da göndermeme sorunu değildir. Türkiye’nin yeniden sömürgeleştirilmesinin siyasal-askeri gereklerine, yeni Amerikan politikaları uyarınca adaptasyonu sorunudur. Özellikle TSK içinden şoven milliyetçi nedenlerle gelen dire
niş nedeniyle bu sağlanamamıştır.
Türkiyeli egemenlere ne PKK ne de Kuzey Irak Kürtleriyle ilgili hiçbir söz vermeyen ABD’nin, son bir yıldır izlediği çizgi hatırlandığında Türkiyeli egemenleri hiçte iyi şeylerin beklemediği görülecektir. İkna, fırça, ikna, dayak, ikna, …şeklinde özetlenebilecek Amerikan yönteminin bundan sonraki adımını hep birlikte izleyeceğiz.
Oligarşi içindeki bu çatışmalar, toplumsal ve siyasal yaşam üzerinde yeni ayrışma ve saflaşmaların da yaşanmasını beraberinde getirmiştir. ABD’nin çıkarları doğrultusunda dayatılan sahte demokrasi ile ordunun gedikli faşist generallerinden kaynaklanan sahte ulusalcılık arasında geleneksel laiklik silahı da kullanılarak yeni bir saflaşma yaratılmıştır.
Egemenlere ait bu iki farklı siyasetin her hangi bir tarafında yer almanın, Türkiye halkı üzerinde hiçbir özgürleştirici etkisi yoktur. Türkiye solu ve emekçi hareketi bu iki saflaşmanın mümkün olan en uzağında durarak kendi özgürlük cephesini yaratmak zorundadır. Bu çemberi kırıp çıkmak için gerekli koşullar egemenler içindeki bu çatışmalar ve bu çatışmalarında etkisiyle tetiklenebilecek ciddi bir ekonomik krizle oluşabilecektir. Bu koşulları değerlendirebilen bir Türkiye solu emekçi halkla buluşmak açısından kimi önemli şanslar elde edecektir.