“Bankalar Kanunu İle Bazı Kanunlarda ve Bir Kanun Hükmünde Kararnamede Değişiklik Yapılmasına İlişkin Kanun Tasarısı”nın genel gerekçesinde; AB adayı olan ülkemizde, Avrupa ülkelerinde yürürlüğe konulan düzenlemelere-AB yönergelerine-IMF direktiflerine uyum sağlamak amacıyla Bankalar Kanununda, önemli değişiklikler yapıldığı ifade edilirken, son tasarının gerekliliğini ülkemizdeki uygulamalara ve Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonu’nun (Fon) Devlet Hazinesi’ne (Hazine) çok yüksek tutarlarda […]
“Bankalar Kanunu İle Bazı Kanunlarda ve Bir Kanun Hükmünde Kararnamede Değişiklik Yapılmasına İlişkin Kanun Tasarısı”nın genel gerekçesinde; AB adayı olan ülkemizde, Avrupa ülkelerinde yürürlüğe konulan düzenlemelere-AB yönergelerine-IMF direktiflerine uyum sağlamak amacıyla Bankalar Kanununda, önemli değişiklikler yapıldığı ifade edilirken, son tasarının gerekliliğini ülkemizdeki uygulamalara ve Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonu’nun (Fon) Devlet Hazinesi’ne (Hazine) çok yüksek tutarlarda borçlanmasını ve Fon’un batık alacaklarını tahsilde yetersiz kaldığı gerçekliğine dayandırmaktadır. Tasarının genel gerekçe bölümünde bu nedenle; “Fonun batık banka alacaklarını tahsilde hukukî açıdan yetersiz kalması karşısında; özellikle Fonun batık bankanın hâkim ortakları, yönetici ve diğer yakınları ve bunların geçersiz muvazaalı işlemleri ile üçüncü kişilerin mülkiyetine ve kullanımına geçirilen tüm mal ile hak ve alacaklarının daha emin, hızlı ve istikrarlı takibini sağlamak amacıyla, Fonun bu alacaklarının tamamının Devlet Hazinesine kanunla intikalinin sağlanması gerektiği, bu yönde yasal düzenleme yapılmasının kaçınılmaz bir zaruret haline geldiği anlaşılmıştır.Bütün bu sebeplerle, kanunen Hazineye intikal eden, Fona devredilen batık banka alacaklarının dava, takibi ve tahsili için, sorumlu banka sahip ve ortakları, yöneticileri ve yakınları, bunlarla muvazaalı ve işbirliği içinde faaliyette bulunduğu açıkça belli olan üçüncü şahıslar hakkında, kendilerine haksız ve hukukî dayanaktan yoksun olarak aktarılan banka alacaklarıyla ilgili olarak Fon tarafından açılmış ve açılacak davalar ile yapılacak cezaî ve hukukî takiplerde Maliye Bakanlığı Baş Hukuk Müşavirliği ve Muhakemat Genel Müdürlüğünü temsilen hazine avukatlarının görevlendirilmesi, bu Tasarı hükümleriyle gerçekleştirilmek istenmiş ve Tasarıda bu yönde hüküm ve gerekli düzenlemeler getirilmiştir” denilmektedir.
Adalet Bakanı Cemil Çiçek’in söz konusu tasarı hakkında yaptığı açıklamada; Fon’a devredilen batık bankalardaki alacakların tahsilinin varolan düzenlemelerle hızlı bir şekilde yapılamadığı, Fon’un hukuki açıdan yetersiz kaldığını, tasarının yasalaşması halinde alacaların tahsilinin hızlanacağı ifadeleri yer almaktadır.
Yasa tasarısı ile öngörülen düzenlemeler;
Bankacılık yetkisi kaldırılan bankaların yönetiminde doğrudan ya da dolaylı olarak yer alan ortakların kendilerinin, yakınlarının ve muvaazalı olduğu tespit edilen işlemlerle ilgili olarak üçüncü kişilerin her türlü mallarına/tasarruflarına Fon tarafından el konulması ve bu alacakların başkaca hiçbir işleme gerek kalmadan kanunen Hazine’ye intikal etmiş sayılması,
Bankacılık suçlarının ‘Karaparanın Aklanmasına İlişkin Kanun’ kapsamına alınması,
Mal bildiriminde bulunması gereken kişilerin, bildiride belirtmedikleri veya gerçeğe aykırı olarak bildirdikleri her türlü malvarlıklarının haksız mal edinme hükümlerine tabii olması ve haksız mal edinmediğinin ispat yükünün bildirimde bulunanın üzerinde olması,
Batık bankalardaki alacakların Hazine avukatları tarafından takip edilmesi,
Bankacılık ile ilgili davalarda görevli ve yetkili mahkemelerin belirlenmesi,
Söz konusu davaların acil işlerden sayılması; adli tatil sırasında da bakılması ve otuz günden fazla ara verilmemesi,
Bilirkişilerin hukuki ve cezai sorumluluğunun artırılması,
Bu alacaklara Toptan Eşya Fiyat Endeksi oranında faiz uygulanması,
Bankacılık suçlarından mahkum olanların, Fon’a ve Hazine’ye borçları ve tazminatları ödemedikleri sürece haklarında verilen cezaların paraya çevrilmemesi, erteleme ve şartla salıverilmeye ilişkin hükümlerin uygulanmaması,
Banka, Hazine ve Fon alacakları ile ilgili davalarda zamanaşımı süresinin 20 yıla çıkarılması, Karaparanın Aklanmasına İlişkin Kanun kapsamına giren davalarda ise bu sürenin 10 yıldan 15 yıla çıkarılması,
olarak özetlenebilir.
Toplam otuz üç maddeden oluşan tasarının bütününe bakıldığında; bankalarla/bankacılık alanının ayrıntılı düzenlendiği görülmektedir. Söz konusu tasarının, genel bir düzenleme mi yoksa son dönemde yaşanan sorunlara özgü bir düzenleme mi olduğu konusu tartışmalıdır. Adalet Bakanı’nın kamuoyuna yansıyan, çeşitli konulara ilişkin her açıklamasında mutlaka değindiği “batık bankalar, hortumcular, yolsuzluk, bilirkişi bataklığı…” gibi sorun başlıklarına çözüm olarak bu yasa tasarısı gösterilmektedir. Cemil Çiçek’in hani neredeyse “bakan” olarak değil, canı yanmış vatandaş gibi her konuşmasında değindiği bu sorunlara çözüm olarak sunulan yasa tasarısının ayrıntılı düzenlemelerine bakıldığında; ‘varolan sorunlar çözümlenebilir’ şeklinde düşünmek ‘pekala’ mümkün. Ancak ülkemizde yargının yapısal sorunları/yargılama kültürü düşünüldüğünde, söz konusu tasarının yasalaşması halinde uygulaması ayrı bir sorun olarak devam edecektir. Varolan yasal düzenlemelerin bile yeterince uygulanmadığı bir yargı sisteminde yeni bir düzenlemenin uygulanmasını sağlayacak itici gücü, Adalet Bakanı’nın “her ne pahasına olursa olsun bu alacaklar tahsil edilecek” sözünde aramak gerekir.
Bugüne kadar finans ve bankacılık alanında yapılan yasal düzenlemelerin sonuçlarına ve eleştirilere bakıldığında, bunların toplumsal ilişkilere yansıma/toplumsal hayatı düzenleme biçimi olumlu olmamıştır. Çünkü, yasal düzenlemelerin oluşum süreçlerine yargının unsurlarının ve toplumun katılımı sağlanmamakta; belirlenen sorunlara ilişkin çözüm olarak sunulan yasalar kısmen “dönemsel ihtiyaçlara” cevap vermek üzere kurgulanmakta/yapılmaktadır.
Diğer bir önemli nokta ise, uyum süreci adı altında sürekli yeniden düzenlenen tüm bu yasal mevzuatın “oluşum” sürecindeki bakış açısıdır. Dünyada, küreselleşmenin aktörleri olan uluslar arası kuruluşlar tarafından dolaşıma sokulan yapısal uyum programları, Türkiye gibi ülkelerde kredi karşılığı uygulatılmaktadır. Ülkemizde çok taraflı ve ikili anlaşmalarda imza altına alınan taahhütler, toplumsal çıkarlar gözetilmeden yasal düzenlemelere dönüşmektedir. Yapılan hukuksal düzenlemelerin yöneldiği çıkarlar göz önüne alındığında; devletin kendi misyonu açısından ekonomi/siyaset ilişkilerini de yeniden düzenlediği görülmektedir. Esasen devlet ekonomi/siyaset ilişkilerini birbirinden ayırmamakta; ekonomide varolan belirleyici rolünü “serbest piyasa” lehine yeniden belirlemektedir.
Serbestleştirilen hizmet alanları neo-liberal politikalar gereğince devlet eliyle yeniden düzenlenmekte; altyapı çalışmaları tamamlanmaktadır. GATS-Hizmet Ticareti genel Anlaşmasında da öngörüldüğü üzere serbestleştirilmesi ve piyasa ilişkilerine devredilmesi kararlaştırılan alanlardan olan “finansal, mali ve bankacılık hizmetleri”, sorun yaşanan en önemli alanlardan biridir. Bankacılık alanında yaşanan krizlerin mali portresi devlet maliyesine kaldırılamayacak derecede yük bindirmekte; bu yükün altında kalmak istemeyen devlet, bu soruna yeni bir düzenleme ile çözüm bulmaya çalışmaktadır
Başka bir bakış açısıyla da, finans ve mali sermayenin dünyada içine girdiği kriz göz önüne alındığında, devletler bu krizin etki alanının dışında değildir. Kriz bütün olarak düşünüldüğünde ise sorunun çözümünün sadece ‘devletin maliyesine yük binmemesi-alacakların tahsili’ olarak görülmesi gerçekçi bir çözüm olmaktan uzakt