Böylesi bir mücadele geleneğinden gelen kamu emekçilerin örgütü olan KESK, içinde bulunduğumuz Toplu Görüşme sürecinde AKP hükümetine de aynı düşünce ve inançla bir demokrasi dersi verme görevi ile karşı karşıyadır. Çünkü KESK mücadelesi, salt bir ücret pazarlığından ibaret değil, bir demokrasi mücadelesidir. Seçim meydanlarında demokrasi havarisi kesilen siyasi partilerin hoşgörüsüne güvenip sığınmayacak kadar nesnel gerçekliği […]
Böylesi bir mücadele geleneğinden gelen kamu emekçilerin örgütü olan KESK, içinde bulunduğumuz Toplu Görüşme sürecinde AKP hükümetine de aynı düşünce ve inançla bir demokrasi dersi verme görevi ile karşı karşıyadır. Çünkü KESK mücadelesi, salt bir ücret pazarlığından ibaret değil, bir demokrasi mücadelesidir. Seçim meydanlarında demokrasi havarisi kesilen siyasi partilerin hoşgörüsüne güvenip sığınmayacak kadar nesnel gerçekliği bilen ve bu nedenle fiili ve meşru bir hattı örerek gelen bir örgüttür. Bu nedenle bugün kıblesi IMF olan AKP hükümetinin demokrasi anlayışını önce sınamak, sonra bir tavır almak gibi bir oyalanmaya girme lüksü yoktur. IMF”ye ve diğer sermaye örgütlerine her hükümetten daha fazla bağlılık yemini etmiş AKP hükümetine, fiili-meşru ve militan bir tarzla gereken cevabı vermektir KESK”ten beklenen. Ne var ki, emekçilere dönük saldırılara karşı KESK”in böylesi bir duruş sergilediği söylenemez. İçinde bulunduğumuz Toplu Görüşme sürecinde kitlesel basın açıklaması için AKP”nin ve onun militanlığını yapan bürokratların müsadelerini istemek, KESK”in tarzı olmamalıydı.
Kayıp Bir Geçmiş: 2002 Yılı Toplu Görüşme Süreci
Benzer bir ruh hali, geçen Toplu Görüşme sürecinde de vardı KESK”in üzerinde …4688.. sayılı sendika yasanın gereği(!) ve üyelerinden aldığı güçle 2002 yazında hükümetle Toplu Görüşme masasına oturmuştu. Hatırlanacağı gibi, seçim öncesi koalisyon hükümeti ile başlayan Toplu Görüşme süreci, öncelikle kamu çalışanlarının maaşlarındaki reel kayıpların telafi edilmesine kilitlenmişti. Bu konuda İyileştirme adı altında seyyanen ödenen ücretler, bir kazanım olarak görülse de, başlangıçta KESK”in kitlesine telaffuz ettiği rakam ile en son aşamada kabul ettiği rakam arasında büyük fark ile dağ fare doğurmuştu. Bir diğeri, “Toplu Görüşmeyi, Toplu Sözleşmeye” çevirme şiarıyla 17 Ağustosta (2002) on binlerin Ankara yürüyüşü, KESK açısından tam bir fiyaskoydu. Çünkü kitle Sıhhiye meydanına hapsedilip saatlerce muhatapsız bırakılmış, hiçbir kazanım elde etmeden illere geri gönderilmişti. Bu eylem çağrısını yaparken de, hükümetle pazarlığa otururken de KESK yönetiminin söylemi ile yaptığı birbirini tutmuyordu. Bu söylem ve eylem tutarsızlığı, KESK üyelerinde ciddi güvensizliğe yol açtı.
Ayrıca hatırlanacağı gibi seçim öncesi koalisyon hükümeti, seçimi bahane ederek, yeni seçilecek hükümete topu atmış, seçimden sonra da iktidara gelen AKP hükümeti, kendisinden önceki hükümetin vaatlerinden kendisinin sorumlu olamayacağını öne sürmüştü. Böylece 2002 yılı Toplu Görüşme süreci noktalanmış oldu. Görüşmenin nasıl bir oldu bittiye geldiği konusunda KESK yönetimi, halen üyelerine net bir açıklama yapmış değildir. Fiili Toplu Sözleşme yapmak üzere alanlara çıkan bir örgüt, Toplu Sözleşme şöyle dursun, egemen anlayışın kendi çıkarıp kendi onayladığı yasaya bile uyan bir Toplu Görüşme yapamamıştı. Kendi kitlesine güvenerek alanlara çıkma kararı veren KESK yönetimi, bunun hesabını sormamayı tercih ettiği ve hükümeti masaya oturmaya zorlamak yerine, günü kurtarma telaşına girdiği için olsa gerek, bu süreçte kitlesinden yalnızca güvensizlik kazanmıştı.Çünkü KESK yönetimi söylediğini yapmamış ya da söylenenlerin hiçbiri olmamıştı.
2003 yılı Toplu Görüşme süreci yaklaşırken yine aynı KESK yönetimi, fiili Toplu Sözleşme yapmaya kararlı oldukları söylemi üzerinden, emekçilerden tekrar yetki istedi. Ancak bunu isterken de kitlesine karşı bir güven tazelemesi gerektiği gerçeğini hatırlatmak gerekmişti. Şu anda devam eden Toplu Görüşme sürecinde KESK yönetiminin geçmişten olumlu dersler çıkarmış olması gerekirdi.
Ve Yine Bir KESK Klasiği: 2003 Yılı Toplu Görüşme Süreci
Geçmişten dersler çıkarması umut edilen KESK yönetiminin, bu yıl ilan ettiği Toplu Görüşme süreci eylemlilikleri devam ediyor. Her ne kadar açıklandığı gibi “Toplu Görüşmeyi İzleme Çadırı” kurulamadıysa da, en azından söylenen mekanda süreç izlemeye alındı. KESK yönetimlerine karşı duyulan güvensizliğe rağmen, fiili-meşru-militan hattı örme geleneğinden gelen ilerici KESK kitlesi, gece-gündüz Güven parkta hazır bekledi.
Şu ana kadar iki kez Toplu Görüşme masasına oturan KESK, hükümetin 2003 yılı için ücret kaybını telafi edemeyeceğini, 2004 yılı için de şimdiden bir rakam bildiremeyeceğini söylemesi üzerine, görüşmelerden çekildiğini duyurdu. KESK Genel Başkanının açıkladığı ve basının duyurduğu bu çekilme gerekçeleri, aslında yeterlidir ve KESK”in bu tavrı olumludur. Bu olumluluğu devam ettirmesi de gerekir.
Ancak ortada ciddi bir sataşma ve polemik savaşı yaşanmaya başlandı. Bir yandan Türk Kamu-Sen, KESK”in çekilme gerekçesini, “memurların siyaset yapma hakkı” üzerinde düşülen anlaşmazlık olarak açıkladı, hükümetin savunuculuğuna soyunarak KESK”e saldırılarını sürdürdü. Hatta bu saldırılarda, “ekmek kavgamızı siyasi boyuta taşıyanları ayıplıyoruz” şeklinde, saygı sınırını aşan bir dil kullanmaya başladı. Öte yandan Başbakanın ve AKP militanlığı yapan bürokratların gereğinden fazla demokrasi dersine ihtiyaçları olduğunu kanıtlayan saldırıları oldu. Bütün bunlar gösteriyor ki, AKP hükümeti Türk Kamu-Sen”i yanına alarak, KESK”i saf dışı bırakmanın zeminini hazırlıyor. Bu sendikayla da bir miktar ücret zammı üzerinde anlaşıp, kamuoyuna, hükümetin makul(!) olanlarla uzlaşabildiğini göstermeye çalışacağı muhtemeldir. Bu arada elbirliği ile KESK”in teröristliği(!) ilan edilmiş olacaktır.
Bu aşamada KESK”in yapması gereken şey şu olmalıydı: Öncelikle KESK”in, AKP hükümetinin geçmiş hükümetlerden daha pervasızca emekçilere ve yoksul halka saldırdığını, IMF”nin bütün emirlerine amade bir ruh hali içinde olduğunu unutmaması gerekirdi. Oysa KESK, Kızılay meydanına girmek için, AKP”nin demokrasi(!) anlayışı ve hoşgörüsüne(!) sığınıp izin bekleme yanılgısına kapıldı. Sonra gelen saldırılar karşısında, şaşkınlık içinde sitem eder gibi Başbakana cevap veriyor: “… Erdoğan”ın sendikalara tepki vermesi, kafasındaki Rejimle ilgili bir sorundur. Bu Rejimin adını söylemeye gerek yok.” Söylemeye gerek duymadığı bir Rejimin nasıl karşısında olacaktır? Kamu çalışanları, bugüne kadar neyin mücadelesini verdiklerini dosta-düşmana göstermişlerdir. Daha çok, seçimlere giren ve herkesin oyuna talip olan siyasi partiler gibi üstü kapalı diplomasi diline, bu saatten sonra neden gereksinim duyuluyor? KESK”in tarzının bu olmadığını kitle hiçbir zaman unutmaz. Üstelik KESK”in cevabı, parkta bir basın açıklaması biçiminde de olmamalı. Bu tarz bir cevap, KESK için yeterli değildir.
Öte yandan KESK”in, ekonomik taleplerin yanı sıra siyasi taleplerin demokrasi mücadelesi veren bir örgüt için vazgeçilemez olduğunu hem hükümete, hem de Türk Kamu-Sen”e cevaben söylemesi gerekir. Buna gereksiz polemik denmemeli, hatta şimdiye kadar Türk Kamu-Sen teşhir edilmeliydi.
Ve Kızılay Civar Eylemi
KESK, hükümetle pazarlık gücünü arttırmak için “..Yoksa alanlara çıkarız..” deyip, alanlara çıkma kararı alıyor. Fakat, daha önce de olduğu gibi, alanlara çıkan kitlesinin militan ruhundan sanki kendisi ürküp-kaçıyor. Zira 23 Ağustos Ankara yürüyüşü, KESK kitlesinin bu ilerici ve militan tarzı sergilediği, ama KESK yönetiminin ortalıkta görünmediği bir eylem oldu. Ankara”ya gelen kitlenin, İstanbul, Samsun, Eskişehir ve Konya yolu olmak üzere dört koldan şehirler arası yolu traf
iğe kapatması kararı, öte yandan Ankara kitlesinin de iki koldan Kızılay”ı zorlaması, başlangıçta oldukça olumluydu ve tam da KESK”ten beklenen buydu. Ancak KESK yönetiminden beklenen de, bu başlangıçtaki bu kararlılığı sürdürmekti. Ama ne yazık ki böyle olmadı ve yalnızca bir KESK klasiği daha tekrar etti: Ziya Gökalp üzerinden yol iki taraftan trafiğe kapatılmış ve Kızılay meydanına girmeye 20-30 metre kalmışken, kitleyi gerisin geriye yürütüp, “güzergah Mithatpaşa” diye anons edildiğinde işin gerçeği anlaşıldı: Yönetim, Kızılay meydanının bu karşısından-o karşısına razı olmuştu. Zaten Ankara kitlesinin toplanmaya başladığı daha sabahın ilk saatlerinde bile Ankara polisi, GMK Bulvarını kendiliğinden trafiğe kapatmıştı. O güzergah, KESK yönetimine de teklif edilmişti. Ama “Kızılay meydanına gireceğiz” diye direnen KESK, her ne olduysa sonuçta yine o gösterilen güzergaha razı oldu.
Bu durumda ister istemez akla gelen şu üç sorunu irdelemek gerekir. Acaba KESK yönetimi başlangıçta direnmeye karar verdi de, kendi kitlesinin kararlığından mı şüphe etti? Yoksa direniyormuş gibi yapıp, daha başından uzlaşılan noktaya kitlesini çekmek için bir oyun mu oynadı? Ya da kitle Kızılay meydanının bu yanından o yanına sürüklenirken, KESK”e baştan Kızılay”a söz verip sonradan cayanlar mı oldu? Yani tam da o hassas an içinde KESK yönetimi, emniyet güçlerince aldatıldı mı? Sonuncusundan başlayalım: KESK yönetiminin, Ankara dışında yolları trafiğe kapatan kitlesine; “Kızılay”a giriyoruz, açın yolları” demesi, iki olası durumu düşündürüyor. KESK ya aldatıldı, ya da kendi kitlesini kendisi aldatmış oldu. Çünkü Kızılay”a girmek bir yana, emniyet, daha önce bölünmüş durumda olan gücünü toparlayıp, alanın girişine kurduğu barikatını iyice sağlamlaştırmış oldu. Böylece eylem, “Kızılay civarı” eylemine dönüştü.
Birinci soruya gelince, KESK yönetiminin kendi kitlesinin kararlılığına güvenmemesi söz konu bile olamaz. Çünkü kitle kararlılığını, sabahın ilk saatlerinden itibaren her geçen saatte kanıtladı. Zira bir basın açıklaması için yola çıkan kitle, bunun fiili toplu sözleşme eylemi olduğu bilinciyle, ilk kez gün boyu eylemlerini sürdürdü; yalnızca Ankara”yı değil, Ankara”nın dört bir yanını aynı anda eylem alanına dönüştürdü. İşte bu kitle, KESK”in kitlesidir; fiili-meşru ve militan mücadele ruhunu taşıyan kadrolardır. Ama ne yazık ki, KESK yönetimi bir kez daha bu tarzın ağırlığının altında ezildi, kalkamadı. GMK Bulvarına hapsedilen Ankara kitlesi, saatlerce, ne olacağına ilişkin bir dizi soru işaretleri ile bekletildi. Ses aracının üstünde ne KESK yönetimini, ne de Ankara Şubeler Platformundan birilerini gördü. Ve sanki kitlenin usanıp kendiliğinden dağılması isteniyormuş gibi platform yönetimlerce terkedildi. Ankara dışından gelen kitle ise, Sıhhiye meydanında direnişini sürdürürken, tamamen yalnızlaştırıldı. Ne Ankara”dakilerin, ne de Ankara dışından gelenlerin birbirinden haberi vardı.
Bütün bunlar gösteriyor ki, KESK kitlesinin yönetimleri aşan kararlılığında hiçbir sorun yoktur. Sorun, KESK”in yönetimindedir. KESK yönetiminin, fiili-meşru-militan mücadele ruhunu taşıyan kitlesinin bu kararlılığını görmesi ve derhal kendisine bir çeki-düzen vermesi gerekir. Zira bu kararlılıktır ki, kamuoyunda AKP”nin demokrasi anlayışını tartıştıran ve Toplu Görüşme masasında KESK”in yer alamamasının ağır bir bedeli olacağını kavratan yeni bir süreci başlatmıştır. Bundan sonrası artık KESK yönetiminin, bildik telaşından vazgeçip bu olumluluğu sürdürmesine kalmıştır.
Ayrıca AKP hükümetinin KESK”i hedef gösteren saldırgan tutumuna karşı, Kamu Çalışanları Hareketinin geleneğine yakışır bir tarzda cevap verilmelidir. Başbakan Erdoğan”nın her türlü muhalefete olan tahammülsüzlüğünü kabadayı ağzıyla dile getirmesine cevaben KESK”in tavrı, mücadele geleneğindeki meşru zemin üzerinde yükselen militan bir tarzda olmalıdır. İşine gelmeyen her durumda bireyleri ve örgütleri “lekeli”, “terörist”, “bölücü” diye ilan eden Başbakanın bu kabadayıca sataşmalarına ve AKP”nin emekçilere ve yoksul halka dönük giderek pervasızlaşan faşistçe saldırılarına karşı KESK, toplumun diğer ilerici muhalefet örgütleriyle birlikte ortak bir mücadele hattı örmelidir. Bu ortak mücadele zemini, yalnızca Ankara değil, Anadolunun her yanını eylem alanına dönüştüren fiili ve meşru bir zemin olarak algılanmalıdır. Bu tarz algılama, saldırıların yoğunlaştığı bu dönemde artık bir zorunluluk olarak karşımıza çıkmaktadır. KESK yönetiminin, gerçeği görmek için ise, sadece bakması yeterlidir.