1958’de köktenci ulusçular Irak’daki monarşiyi yıktılar ve Abdül Kerim Kasım’ı iktidara getirdiler. Bu hükümet kendisini pan-Arap ve devrimci olarak değerlendirdi. Kasım, Irak’ı ABD destekli Bağdat paktından çıkarttı. Petrol endüstrisinin bir kısmını ulusallaştırdı. Irak Komünist partisinin desteğini aldı. Kasım ABD’ye, Irak’ı Sovyetler Birliği ile aynı çizgiye çok yaklaştırıyor gibi görünüyordu. 1963’de Baas partisini iktidara getiren ikinci […]
1958’de köktenci ulusçular Irak’daki monarşiyi yıktılar ve Abdül Kerim Kasım’ı iktidara getirdiler. Bu hükümet kendisini pan-Arap ve devrimci olarak değerlendirdi. Kasım, Irak’ı ABD destekli Bağdat paktından çıkarttı. Petrol endüstrisinin bir kısmını ulusallaştırdı. Irak Komünist partisinin desteğini aldı. Kasım ABD’ye, Irak’ı Sovyetler Birliği ile aynı çizgiye çok yaklaştırıyor gibi görünüyordu. 1963’de Baas partisini iktidara getiren ikinci bir darbe oldu. Baas partisi bir süredir çeşitli Arap ülkelerinde laik, sosyalist ve ulusçu pan-Arap ama komünistlere düşman bir partiydi. CIA’in Baas partisine iktidara gelmesi için yardım ettiği genelde kabul görmektedir. Baas partisi Irak Komünist partisini bastırdı.
Aynı anda, Saddam Hüseyin genç ve yükselen bir Baas lideri, yeni cumhurbaşkanının yeğeni, akıllı ve acımasızdı. 1979’da kanlı bir darbe düzenledi ve Irak’ın yöneticisi oldu. Hasımlarını durmak bilmeyen bir şekilde ortadan kaldırmaya başladı. Saddam yalnızca iktidara sahip olmanın yanında ne istiyordu? Dünya politikalarında Arap dünyasının rolünü güçlendirmek istiyordu. Arapların birliğini destekliyordu ve belki de kendisini Arap dünyasının doğal lideri, yeni Selahattin olarak görüyordu. Bu rol için başka meraklıların olduğuna kuşku yok ama Nasır’ın tablodan silinmesiyle güçlü kimse kalmamıştı. Bunun yanında, Kahire’yle beraber Bağdat Arap-Islam dünyasında merkez bir statüye sahip olmayı daima iddia etmekteydi.
Saddam hedeflerinin çok sayıda düşmana sahip olmak olduğunu gördü. Arap dünyasında iki ana düşmanı komünistler ve islamcılardı ve her ikisi de Saddam’dan nefret ediyorlardı. Dünyanın geri kalanında ana düşmanlar İran ve İsrail (her ikisi de Saddam’dan nefret ediyorlardı) ve ABD ile Rusya (her ikisi de Saddam’ın diğerinden daha fazla nefret ettiğini umuyorlardı). Saddam tüm düşmanlarıyla bir anda savaşamazdı. Sovyetler Birliği ile bağlarını kopartmadan ABD ile Ronald Reagan günlerinde gizli bir anlaşma yaptı. Irak’a anlaşmayı mühürlemeye gelen Donald Rumsfeld’den başkası değildi. Anlaşma neydi? Irak İran’a saldırdı. Bu bir anlamda toprak kazanmak, Irak içindeki şii muhalefetini zayıflatmak, bir anlamda da pan-Arap akımı için prestij kazanmak ve kendi ordusunu güçlendirmek amacı taşıyordu. O zaman İran’ı Orta Doğu’da kendi çıkarlarına karşı en büyük düşman olarak sayan ABD için bu harika bir düşünceydi ve Saddam Hüseyin’e doğrudan (ya da Suudi Arabistan gibi müttefikleri aracılığıyla) askeri malzeme, biyolojik ve kimyasal silahlar ve istihbarat desteği verdi. (Dürüst olmak gerekirse daha öncesinde nükleer silahlar elde etmek için Irak’a ilk gaz veren Fransızlardı ama İsrailliler bu tesisleri bombaladılar.)
Irak-İran savaşı Saddam Hüseyin’in bakış açısından bir başarısızlıktı. Sekiz yıllık savaştan sonra ağır can ve kaynak kaybıyla herkez başladığı yere geri dönmüştü. Yine de savaş İranlıları meşgul etti ve bu da ABD için bir artıydı. Saddam ödül talep etti. ABD ve Suudi Arabistan yanıt vermekde yavaştılar. Tam bu noktada Sovyetler Birliği çöktü. Soğuk savaş bitmişti. Saddam Hüseyin bunu bir eksi değil artı olarak gördü. Sovyetler Birliği Irak için sürekli bir silah sağlayıcısıydı. Ama bunun bedeli, Irak’ın ABD-Sovyetler Birliği ilişkilerini gerecek hiç birşey yapamamasıydı. Sonunda Saddam artık bu engelden kurtulmuştu.
1990’da Irak ekonomik sorunlar içindeydi, dünya piyasalarında petrolün fiyatı düşmeye başlamıştı ve İran ile savaşın maliyeti ağırlaşmıştı. Kuveyt İran-Irak savaşı sırasında verdiği borçların ödenmesinde ısrar etmekteydi. Belki de çaprazlama petrol kuyusu açarak Irak’ın petrolünü de çalmaktaydı. Ve Irak’ın Kuveyt üzerinde tarihsel iddiaları vardı (burası Osmanlı zamanında Irak’ın bir parçasıydı ve Birinci Dünya Savaşı sonrasında İngilizler tarafından kendilerinin yapay olarak koparılmıştı.) Böylece, Saddam kendi ekonomik sorunlarına çözümün Kuveyt’i ele geçirmekte olduğuna karar verdi. Bu Irak’ın ulusal iddialarını başaracak ve Irak’ı bir numaralı Arap ülkesi yapacaktı. Irak hatta Filistin’in kurtarıcısı (FKö ve İsrailliler arasındaki görüşmeler henüz kopmuştu) bile olabilirdi.
Saddam’ın hesapları bir olasılıkla şöyleydi. Kuveyt’i işgal etmek kuşkusuz saldırganlık olarak adlandırılacaktı. Ama bundan sıyrılabilir miydi? Kim karşılık verecekti. Yalnızca ABD ciddi bir şey yapabilecek konumdaydı ve ABD, Irak ile ilişkilerinde uzun zamandır karışık duygular içindeydi. Ve bildiğimiz gibi ABD büyükelçisi April Glaspie Saddam’a işgalden bir iki gün önce ABD’nin Irak-Kuveyt diplomatik tartışmalarında tarafsız bir konumda olduğunu söylemişti. Öyleyse Saddam’ın düşüncesine göre ABD ya tepki gösterecek ya da eyleme girişmekten kaçınacaktı.
Eğer eylemden kaçınırsa Saddam kazanmış olacaktı. Eğer tepki gösterirse savaş çıkacaktı. En kötü olasılıkla Irak büyük olasılıkla kaybetmeden çıkacak çünkü ABD Irak’ı işgali göze almayacaktı. Saddam tabii ki George H. W. Bush ve General Schwarzkopf’un o sıralar gösterdikleri nedenlerden dolayı haklıydı. Bir işgal Amerikalı askerlerin hayatı için çok maliyetli olacaktı, işgal politik olarak masraflı olacaktı. Ve Suudi Arabistan ve Türkiye Irak’ın parçalanmasından ve sonucunda da güneyde bir şii devleti ve kuzeyde bir Kürt devletinin oluşumundan korkuyorlardı.
Böylece Körfez Savaşı sona erdiğinde Saddam tam sınırda ateşkes elde etmeyi becerdi. Bir takım kayıplar verdi tabii. Ordusunun bir kısmını ve hava kuvvetlerini kaybetti. Kuzeyde gerçek bir kürt devleti kuruldu ama güneyde bir şii devleti kurulmadı. Kitle imha silahlarını yok etmesini isteyen bir BM idaresi ile karşı karşıya kaldı. 1998’de BM denetçilerini dışarı atmayı başardığında kitle imha silahlarının büyük bir kısmını kaybetmişti.
George W. Bush iktidara geldiğinde Saddam başının belada olduğunu biliyordu çünkü Bush’un başdanışmanlarının büyük bir kesimi daha bir iki yıl öncesinde Saddam’ın devrilmesini açıkça istiyorlardı. Ve 11 Eylül oldu. Saddam Osama bin Ladin’in değil ama kendisinin bunu bedelini ödeyeceğini bilmiş olmalı. O yüzden BM denetçilerini hiç bir şey bulamayacaklarını bilerek (çünkü şimdi göründüğü kadarıyla ya bu kitle imha silahlarını yok etti ya da edilmiş olanların yerine yenisini koymadı) geri çağırdı. Ama bir süre sonra Saddam ne yaparsa yapsın hiç bir şeyin bir Amerikan işgalini durduramayacağı ortaya çıktı çünkü işgalin amacı Saddam’ı uzaklaştırmak ve yerine bölgede bir ABD gücü oluşturmaktı.
O zaman neden eğer Saddam kitle imha silahlarına artık sahip değilse bunu söylemedi? Valla, aslında söyledi ama onu kimse dinlemedi. O zaman ne yapabilirdi? Ordusunun gücünün sınırlı olduğunu ve ikinci Körfez Savaşı’nı kaybedeceğini biliyordu. Eğer Saddam’ın yerindeyseniz ve ikinci Körfez Savaşı’nı kaybedeceğinizi biliyorsanız ne yapardınız? Kesinlikle üçüncü Körfez Savaşı’na hazırlanırdınız. Bunu nasıl yapardınız? İlk yapacağınız şey kendi sadık ciddi savaşçılarınızdan oluşan görece küçük birliklerinizden mümkün olduğu kadar çoğunun sağ kalmasını sağlamak olurdu. Bu yüzden de direnişinizin erken ve dramatik bir şekilde çökmesini sağlardınız. İkinci yapacağınız şey ise düzenli bir yağma ile kitlesel bir kargaşa yaratmak olurdu. Üçüncü yapacağınız şey ise ilk önce Amerikan askerlerini ikinci olarak da onların işbirlikçilerini hedefleyen bir gerilla savaşı başlatmak olurdu.
< br>
Sonrada oturup ABD konumunun erezyona uğramasını beklerdiniz. İki önemli kamuoyu görüşünün zamanla kaymasını umut ederdiniz. Büyüyen can kaybı, Irak’da işleri yoluna koymada beceriksizlik ve Bush yönetiminin bariz kandırmaları ABD’de harekat için olan halk desteğini yıpratacaktır. Ve Irak’da zamanla işkenceci olarak Saddam’ın imajı ulusal direnişçi olarak Saddam imajına yol verecektir. ABD Saddam’ı yakalayıp öldürse bile imajı sağ kalabilir. Ve bu durumda kurtarıcı olarak ABD imajı çözülecektir.
Bu Selahattin olmaktan kötü ama eğer zayıf durumdaysanız elinizde olanla yetinmek zorundasınız. Bush Saddam’ı alaşağı ettiğinde kazanacağını düşünüyor. Diğer yandan Saddam da Bush’u alaşağı ettiğinde kazanacağını düşünüyor. Kimin haklı olduğunu göreceğiz.