Timsah göz yaşları Hani madalyonun iki yüzü de var derler ya, işte öyle bir şeydi, geçen hafta Şii liderin ölümüne neden olan bombalı saldırı. Madalyonun bir yüzünde, CNN, New York Times, Washington Post; İngiltere’de Times, The Oberserver; Fransa’da Figaro, Le Monde; Almanya’da Spiegel vb gazetelerin yorumları var. Koalisyon temsilcilerinin yaptığı açıklamalara bakarak bir anlamda “resmi […]
Timsah göz yaşları
Hani madalyonun iki yüzü de var derler ya, işte öyle bir şeydi, geçen hafta Şii liderin ölümüne neden olan bombalı saldırı. Madalyonun bir yüzünde, CNN, New York Times, Washington Post; İngiltere’de Times, The Oberserver; Fransa’da Figaro, Le Monde; Almanya’da Spiegel vb gazetelerin yorumları var. Koalisyon temsilcilerinin yaptığı açıklamalara bakarak bir anlamda “resmi yorum” da diyebileceğimiz bu yaklaşımlara göre Hakim’in öldürülmesi ABD’nin Irak’ta bir düzen kurma çabalarına büyük bir darbe vurdu; Irak’ta kaos amaçlayan güçlerin etkisinin arttığını kanıtladı. Pentagon’un yaptığı açıklamada “Bu, Saddam’ın gerçekliştirdiği ve Iraklıları birbirine düşürmeyi amaçlayan bir saldırıdır? Ülkenin iç bütünlüğünü yıkmayı amaçlıyor” deniyor. Dışişleri Bakanı Powell’e göre “Irak halkına ve uluslararası topluluğa yönelik alçakça bir saldırı” (The New York Times 30/08). Prokonsül Beremer’in, İngiliz sözcüsü, Charles Heatly de yaptığı açıklamada “Bunların amacı kaos yaratmaktır” dedi (The Observer, 31/08). İran Devlet Başkanı Yardımcısı Muhammet Ali Abtahi’nin demeciyse biraz daha farklıydı. Abtahiye göre “Onun (Hakim-E.Y.) şahadetinden en çok yararlanacak olanlar, istikrarlı ve bağmısız bir İran istemeyenlerdir” (Washington Post) (abç)
Eğer, bu demeçlerin asılında “timsah göz yaşları” olduğunu görmezden gelmeyi başarabilsek, ilk bakışta, haklı olduklarını düşünebiliriz. Gerçekten de Hakim’in kimliğinde ABD çok önemli bir işbirlikçi kaybetti. Irak’ta nüfusun yüzde 60’ını oluşturan Şiilerin önemli dini liderlerinden olan Hakim, İran’dan sürgünden döndükten sonra, İslam cumhuriyeti yerine daha çoğulcu bir yönetimden yana olduğunu vurgulamaya başladı. ABD’nin bir an evvel gitmesini istemekle birlikte silahlı direnişe karşı çıktı. Hatta, kendi dini fraksiyonuna ait Bedir isimli milis gruplarının başı olan kardeşi Abdül Aziz Hakim’in (The Guardian), ABD’nin seçtiği Irak Yönetim Konseyi’ne girmesine izin vererek, ABD’nin Irak’ta yeni bir düzen kurma iddialarını kabul ettiğini gösterdi.
Üstelik Bekir Hakim, militan bir biçimde ABD işgaline karşı çıkan, bir Mehdi ordusu adı altında hızla örgütlenen, Yönetici konseydeki diğer Şiileri (Hakim’in kardeşi vb..) Siyonist işbirlikçi ilan eden diğer Şii lider Sadr’a karşı da bir denge unsuru oluşturuyordu. ABD ile Şii nüfusun bir kesimi arasında köprü olmasının yanı sıra, kardeşi aracılığıyla yönetime de katılan Bekir Hakim’in, önemli bir özelliği daha vardı. Hakim, ABD ile İran arasındaki dolaysız bağlantıydı, istihbarat ve analiz sitesi Stratfor’un deyişiyle İran’ın adamıydı.
Madalyonun öbür yüzü
Bu saptamalardan hareketle yapılan yorumlara göre Hakim’in ölümünden, Saddam’ın gittikçe güçlenen örgütlenmesi sorumluydu; suikast Saddam’ın büyük planının parçasıydı. Arap dünyasının her yerinden gelen militanların ABD’ye karşı başlattıkları bir Cihat söz konusuydu. Bu bağlamda, laik Baas ile şeriatçı militanlar arasında işbirliği oluşuyordu. Gelenlerin terörizm bilgisi, Saddam’ın silah ve parası vardı vb.. (Observer) Patlamanın hemen arkasından bu güne kadar Irak’ta görülmemiş bir beceriyle ve mucizevi bir biçimde yakalanan dört zanlının hemen konuşarak El Kaide ile bağları olduğunu itiraf etmeleri de zaten bunları kanıtlıyordu (CNN)
Yukarıda işaret ettiğim gibi bunlar akla yakın yorumlamalar. Ancak bu akla yakınlık, aslında iki varsayımdan kaynaklanıyor. Birincisi, ABD Irak’ta demokratik bir düzen kurmaya çalışıyor ama.. bu düzenden çıkarı olmayan Baas artıkları ve ABD düşmanı Müslüman fanatik militanlar (enternasyonaller) bu projeyi sabote etmeye çalışıyorlar. Düzen kuruldukça Sünniler de ABD’yi destekleyecek. Ancak, bu iki varsayımı, neden ABD’nin bugüne kadar, Bağdat’ta bile en temel belediye hizmetlerini restore edemediğine (I. Körfez Savaşı’nın ardından Saddam rejimi kısa bir süre içinde bu işi becermişti) ilişkin kuşkularla birlikte sorgularsak, başka bir görüntü, diğer bir deyişle madalyonun öbür yüzü ortaya çıkar. Sakın, Bekir Hakim’in ölümünden en çok yararlanacak olan taraf ABD olmasın? Gerçekten de, şu ana kadar elimizde olan bilgiler, Bekir Hakim’in öldürülmesiyle birlikte ABD’ye yeni manevra alanları kazandıracak birçok sürecin birden harekete geçmiş olabileceğini düşündürüyor. İşgal başladıktan sonra, ABD açısından en korkulu senaryo, direnişe Sünni’lerin yanı sıra Şiilerin de katılmasıydı. Şimdi, bu olasılık, Hakim’in öldürülmesinden ilk anda Saddam sorumlu tutulduğundan, uzun bir süre için ortadan kalktı. Yakalanan ve suçunu itiraf edenlerin El Kaide, dolayısıyla Vahabi bağlantısı, Suudi rejimini de töhmet altına soktu. İkincisi, açıkça söylenmese bile (ki ABD ve İngiliz gazeteleri söylemeye başladılar bile) militan Şii kesimin lideri Sadr, geçmişte Hakim’in kardeşini, Yönetici Konseye katıldığı için Siyonist işbirlikçi olmakla suçladığından zan altında kalacak, dolayısıyla Şii direnişi içinde kuşku ve güvensizlik, belki de bölünme, hatta iç savaş gündeme gelebilecek. Bu savaş çıkarsa, Hakim’in kesimi ABD’ye daha da yanaşacak ve böylece ABD direnişi bastırmak için aradığı yerli güce kavuşmuş olacak. Hakim, İran’ın adamıydı, ABD ile işbirliği yapıyordu ama her iki kesim karşısında bir bağımsızlığı vardı. Şimdi yerine geçen kardeşi Yönetici Konsey üyesi ve İran’da kurulmuş, Bedir milislerinin başı. Hem ABD’ye hem de İran’a çok daha sıkı bağlarla bağlı.
Şimdi, madalyonun bu yüzündekilere bakarak, “Bekir Hakim’in öldürülmesiyle birlikte ABD’nin (Şii cemaati içinde birilerinin ileri sürdüğü gibi bu cinayetin doğrudan sorumlusu olmasa bile) tüm bu çelişkileri kendi gereksinimlerine göre yönlendirebilecek, herkesi herkesle savaştırarak, tüm bu güçler kendilerini tüketene, Irak sosyal formasyonu bir ulus refleksini olanaksız kılacak bir düzeyde tahrip olana kadar kaosun üzerinde yüzerek bekleyebilecek bir konuma yükseldi” diyemez miyiz? Bu kaosun içine asker göndermek de bir cinayet olmayacak mı?