Hem Bush hem de Blair bazı yalan yanlış açıklamalarından geri adım atmak zorunda kaldılar. Ünlü kitle imha silahları hiçbir yerde bulunamadı. Eğer bazıları bir yerlerde iyice derinlere gömülü bulunurlarsa bunun ispatlayacağı tek şey silahların savaşta kullanılmaya (kesinlikle de Tony Blair’ın ünlü 45 dakikalık zaman dilimi içinde) hazır olmadıkları olacak. Aliminyum tüpler tam da Saddam Hüseyin’in […]
Hem Bush hem de Blair bazı yalan yanlış açıklamalarından geri adım atmak zorunda kaldılar. Ünlü kitle imha silahları hiçbir yerde bulunamadı. Eğer bazıları bir yerlerde iyice derinlere gömülü bulunurlarsa bunun ispatlayacağı tek şey silahların savaşta kullanılmaya (kesinlikle de Tony Blair’ın ünlü 45 dakikalık zaman dilimi içinde) hazır olmadıkları olacak. Aliminyum tüpler tam da Saddam Hüseyin’in söylediği gibi roket malzemesi gibi görülüyor. Saddam Hüseyin ile El-Kaide arasında iddia edilen bağlar hep olanaksızdı ve bunları onaylayacak kanıtlar da bulunamadı. Bush şimdi CIA’e suçu atıyor ve aynı zamanda da Senato İstihbarat Komitesi’nin Cumhuriyetçi başkanı CIA’i Başkan Bush’u mahçup eden malzemeler yaymakla suçluyor. Hırsızlar birbirleriyle kavga ediyorlar.
ABD buna benzer bir deneyimi daha önce hem de yakın zamanda yaşamıştı. Başkan Nixon’ın (ancak uzun süre partizan pusularıyla) Watergate’i örtbas etmesi başta işe yaradı. Ama ne zaman Nixon yerini kaybeden kişileri parmakla işaret etmeye başladı (John Dean’i hatırlayın) onlar da gerçeği açığa vurmaya başladılar. Nixon yeniden seçilmeyi başardı. Dayanabildiği kadar da dayandı. Ama sonunda başarılı bir meclis soruşturması yaklaşmaya başladığında istifa etmek zorunda kaldı.
Tabii ki her iki durum birbirinde oldukça farklı. Ama kesin ve çarpıcı benzerlikler var. Her ikisi de Amerikan kamuoyunda savaşa karşı muhalifetin varolduğu bir çervçevede yer aldı. Her ikisi de emirleri altındaki her unsuru politikalarını dayatmak ve rakiplerinin gözünü korkutmak için kullanmaya niyetli başkanları içinde barındırdı. Her ikisinde de başkanların etrafında oyalamada uzman kişiler vardı. Başkan yardımcısı Cheney, Nixon’un adalet bakanı General John Mitchell’den iyi ders almış olmalı.
Politikada (yerel, ulusal ya da uluslararası politikada) eğer kazanıyorsanız çok destek toplayabilirsiniz. Ama kaybetmeye başladığınız zaman bu destek uçar gider. Bush ABD’ye ve dünyaya ancak Saddam Hüseyin devrildiğinde Irak ve gerçekte de Ortadoğu’da bir dönüşüm sözü verdi. Şu noktada, Irak rejiminin askeri bir müdahaleyle çökertilmesinde üç ay sonra, Irak’daki durum nedir? Her geçen gün Amerikan askerleri açıkça bir çeşit gerilla savaşı denebilecek bir nedenle öldürülüyorlar. Amerikan işgal kuvvetleri tarafından yeni atanan Irak polisi, kendi yaşamlarını Amerikan ordusu ile işbirliği içinde olmaları yüzünden tehlikede görerek, eğer Amerikan askerleri kendi polis karakollarından çıkmazlarsa istifa tehdidinde bulundular. Görünüşe göre ABD askerleri kendileriyle işbirliği edenler tarafından koruyucu olarak görünmek bir yana, yaşamı tehlike altına sokan bir işbirlikçi güç olarak görünüyorlar.
Amerikan işgal kuvvetleri Irak’ın kentsel alanlarında elektiriği yeniden bağlamayı bile başaramadılar. Açıkçası bu beni hayrete düşürüyor. ABD hükümetinin ihtiyaç duyulan mühendisleri temin edeceği, gerekli aletleri hava yoluyla göndereceği ve elektiriği bir iki hafta içinde tekrar bağlamaları için mühendislere gerekli korumayı sağlayacağı düşünülürdü. Bu çok mu pahalı? Başka öncelikler mi var? ABD bunun önemli olmadığını mı düşünüyor? Sıradan Iraklılara göre bu bir numaralı öncelik ve sinirlenmeye başlıyorlar. Yakında belki de ülke ABD’nin devirdiği rejimin nostaljisiyle çalkalanıyor olacak.
Bu arada Büyük Britanya’da, ABD’nin kahraman müttefiği Tony Blair’in başı gittikçe artan bir dertte. Muhafazakarlar Blair’i desteklemenin kendilerine bir yarar getirmeyeceğine karar verdiler. Liberaller zaten hiç desteklemediler. Huzursuz İşçi Partili milletvekillerinin sayısı da artıyor. Şu anda, ABD Guantanamo Bay’de tutulan ikisi Britanya vatandaşı altı kişiyi yargılayacağını ilan etti. Büyük Britanya’da gördükleri çok kuşkulu ve hatta yasadışı bu uygulamalara muhalefet eden çok saygın hukukçular arasında bir fırtına çıkmakta. Blair’den ABD’yı bu kişileri Britanya adaletine teslim etmeye ikna etmesini istiyorlar. Ama Blair ABD’ye bu kişilerin yasal avukatların yokluğunda elde edilen itiraflarının Britanya mahkemelerinde ayakta kalacağı sözünü veremiyor. Guantanamo Bay kabusunun tüm yapısını tehlikeye atmadan ABD’nin Blair’e bu konuda yardım edebilmesi çok kolay değil. Aynı zamanda, ABD hükümeti ABD’deki herhangi bir avukatı savunma avukatı olmaya ikna etmede çok büyük güçlükle karşılaşıyor, çünkü avukatlar kuralların kendilerine karşi yasal olmayan bir şekilde düzenlendiğini söylüyorlar.
ABD’nin Irak zaferi güya asi müttefiklerin (Fransa, Almanya, Rusya) bulundukları konumu değiştirmelerini sağlayacaktı. Şimdiye kadar bunun olacağını gösteren bir işaret yok. Neden olsun ki? Time Dergisi Mart ayında Avrupa’da bir anket yapıp dünya barışına hangi üç ülke (Kuzey Kore, Irak ve ABD) en büyük tehdittir diye sorduğunda çok büyük bir % 86.9 ABD yanıtını verdi. ABD ve Avrupa sıradan ticari işler üzerine bir çarpışma hattı üzerindeler. Burada ABD açıkca zayıf bir konumda bulunuyor. Dünya Ticaret örgütü bu konularda ABD’ye karşı karar alıyor. Pek çok küçük ülke sessizce, bazen de o kadar sessizce değil, ABD’nin uluslararası yasaların üstündeki tek ülke olma ısrarına boyun eğmeyi redediyorlar.
Ve son olarak ABD ekonomisi hiç de iyi değil. Ayrıca Bush rejimine yeterince muhafazakar olmadıkları için bağırıp çağıran muhafazakarlar da var çünkü devletin rolünü azaltmak yerine arttırıyor. Howard Dean Demokratik Parti aday adayı olarak kampanyasına başladı. Aday olmayı başaramasa bile, aslında başarabilir de, daha şimdiden kendisinin alıyor göründüğü desteğin bir kısmını kapmayı deneyen Demokratik Parti adaylarını “sola itmeyi” başardı.
Bush bu durumu değiştirebilir mi? Eğer Saddam Hüseyin’i yakalarsa bu Bush’a yardım edebilir. Tekrar, ABD’nin bunu yapamamasını beni şaşırtıyor. Ama belki de o kadar şaşırmamalıyım. Osama bin Laden neredeyse Bush’un kendisini kovaladığı iki yıldır ölü ya da diri ele geçirilemedi. Molla ömer halla kayıplarda ve görünüşe göre Taliban’ı yeniden örgütlüyor.
Bush’un etrafını çeviren şahinlere gelince, Bağdat’ın düştüğü ilk günden itibaren Suriye’yi işgal için bağırıp çağırmaya başladılar. Ama şimdi hepsi de çok sessiz. Ne İran ne de Kuzey Kore nükleer silahlar elde etme çabalarını yavaşlattılar. Tam aksine göstere göstere yapıyorlar. Ve ABD gayet ihtiyatlı. ABD, acil olarak yapması gereken Irak’daki konumlarını sağlamlaştırmak gibi şeyleri başarmak için gereken birlikleri bile hazır hale getiremiyor görünüyor. Iran’ı ya da Kuzey Kore’yi ciddi bir şekilde ele alacak bir konumda pek görünmüyorlar. Ne de İsrail/Filistin’de, Kuzeydoğu Asya’da ve hatta Latin Amerika’da, diplomatik insiyatifleri pek bir şey başaramıyor.
Eğer ben George W. Bush olsaydım gayet endişeli olurdum. Belki de o değil. Onur düşüşten önce yükselir. Ama bazı akıllı politika danışmanlarının tırnaklarını yediklerine bahse girerim. Uzun zamandır kendilerinden çok da emin görünmüyorlardı. Ama devlet gemisi dalgalı denize girdi. Hemen batmayabilir. Ama kıyıya güvenle ulaşacak mı acaba? İşler kaygısızca gülümsemelerini sağlayacak kadar iyiye gitmiyor.