Bir bütün olarak bakıldığında hareketin genel bir geri çekilme evresi yaşadığı, ciddi hak kayıplarının ve yenilgilerin yaşandığı bu dönemde başta sendikalar olmak üzere işçi sınıfı örgütlerinin etkisizliği bu arayış çabalarını kullandıkları dil, talepler ve hedefler konusunda yakınlaştırıyor. Birbirine benzer şeyleri dillendirenlerin sayısın artışı, yeni çıkış ve arayışlara kulağını kabartmış bekleyen geniş bir işçi kesiminin kafasının […]
Bir bütün olarak bakıldığında hareketin genel bir geri çekilme evresi yaşadığı, ciddi hak kayıplarının ve yenilgilerin yaşandığı bu dönemde başta sendikalar olmak üzere işçi sınıfı örgütlerinin etkisizliği bu arayış çabalarını kullandıkları dil, talepler ve hedefler konusunda yakınlaştırıyor.
Birbirine benzer şeyleri dillendirenlerin sayısın artışı, yeni çıkış ve arayışlara kulağını kabartmış bekleyen geniş bir işçi kesiminin kafasının karışmasına neden oluyor. Bu kafa karışıklığının giderilmesi için bunların arasındaki farklılıkların ortaya konulması ve bu çerçevede bir netliğe ulaşılması büyük önem taşıyor.
Yeni bir sınıf hareketi yaratmak
TKP, İşçi Konseyi adı altında başlattığı girişimin hedefini yeni bir sınıf hareketi yaratmak olarak belirliyor. İşçi Konseyi’nin hazırlamış olduğu taslak bildirgede yeni bir sınıf hareketi yaratılmasına olan ihtiyaç, şu cümlelerle açıklanıyor: “Türkiye’nin sosyalizme, sosyalizmin işçi sınıfına, işçi sınıfının sosyalist siyasete gereksinimi acildir. Yeni bir işçi hareketi bunun için gereklidir.”
Dolayısıyla TKP’nin formülasyonuyla yeni bir sınıf hareketi ihtiyacı sosyalizmin, sosyalist siyasetin ve faaliyetin bir talebi olarak kendisini ortaya koymaktadır, kapitalizmin ve işçi sınıfının nesnel gelişiminin sonucu olarak değil. Bu formülasyon ile sınıf hareketi olarak adlandırılan doğrudan parti ile bağlantılı, işçi sınıfı içinde parti çalışmasını yürüten kadroların faaliyetine indirgenmiş olmaktadır.
Söz konusu taslak metinde bu yönde çok sayıda örnek mevcuttur:
“Yeni bir sınıf hareketi, ancak işçi sınıfı partisi öncülüğünde, komünist işçilerin omuzlarında yükselen siyasal bir hareket olabilir.”
“Sanayi işçisiyle kamu emekçisinin, teknik elemanla kent ve kır yoksulunun, çalışanla işsizin, sigortalıyla sigortasızın, sendikalıyla sendikasızın sınıfsal birlik ve dayanışması ancak Parti aracılığıyla kurulabilir.”
Dolayısıyla yeni bir sınıf hareketinin örgütsel formu, öncü gücü, kısaca her şeyi Parti olarak ifadelendirilmiş olmaktadır. İşçi Konseyi olarak başlatılan girişim nedir öyleyse? Ya da varolan sendikal yapılara yönelik ne söylenmektedir?
İşçi Konseyi, sınıfı partiyle kaynaştırmak ama daha çok partili ve partisiz komünistleri bir araya getirmek için oluşturmuş bir yapı olarak tanımlanıyor.
“İşçi Konseyi bu güçleri (partili, partisiz komünist öncü işçi birikimi. bn.) amaç, ilke ve eylem ortaklığı temelinde birleştirmeyi amaçlıyor.”
Bir bütün olarak değerlendirildiğinde, TKP formülasyonunda sınıf hareketinin yokluğu parti ile işçi sınıfının buluşamamasına indirgenmektedir. Bir partinin sınıfla buluşma çabası önemlidir ama bu buluşmanın gerçekleşmediği durumda sınıf hareketinin olamayacağı iddiası yanlış bir iddiadır. Modern işçi sınıfı partilerinin oluşmadığı tarihsel dönemlerdeki sınıf hareketlerini örneğin Çartist hareketi açıklayabilmek bu yaklaşımla mümkün değildir.
İşçi sınıfının iktisadi mücadelesinin yetersiz olması, iktidar mücadelesi vermesi gerektiği genel doğrular olmakla birlikte bunlar sınıf hareketinin var olma kriteri olarak adlandırılamaz. İşçi sınıfı tarihi bu türden pek çok örnekle doludur. İktidar hedefi gütmeyen, iktidarı mülk sahibi sınıfların temsilcilerine (küçük burjuvalara) devretmeye gönüllü ama tüm ülke çapında örgütlenmiş, ayağa kalkmış sınıf hareketi örnekleri çok sayıdadır.
Komünizm eğer bir fikrin kendisini maddileştirilmesi değil de, maddi olanın en genel terimlerle ifade edilmesi ise kendi yaratacağı bir sınıf hareketi değil, kendinden önce var olan, o an ortada görünmese de dahi ortaya çıkma potansiyeli taşıyan bir sınıf hareketi her zaman söz konusudur.
Sınıf hareketinin bir bütün olarak (ekonomik, toplumsal, siyasal, ideolojik vb.) bir tıkanma yaşadığı bir dönemde sınıfa iki türlü hatalı yaklaşım ortaya çıkmıştır. Bunlardan birinci sınıftan kaçış (elveda proletarya) çizgisidir; diğeri de sınıfı maddi bir varlık ve gerçeklik olarak değil siyasal düzlemde, siyasal bilinç olarak ifade eden, ikameci çizgidir.
TKP’nin sınıf hareketinin krizine tepkisi, sınıfı idealize etmek, kendi siyasal anlayışı çerçevesinde olmayanı bir sınıf hareketi olarak tanımamak, kendi siyasetini sınıf hareketinin yerine ikame etmektir. Bu yaklaşımla, işçi sınıfı kendi hareketini, kendi geleceğini kuran aktif bir siyasal özne değil, siyasetlerin oluşturup yok ettiği bir “sanal” gerçeklik haline dönüşmektedir.
Kısaca, TKP’nin yeni bir sınıf hareketi yaratma hedefi partinin varolan, tanımlanmış ve kurumsallaşmış olan sendikal alandaki etkinliğini artırma niyetinden başka bir şey değildir.
“Bu sürecin (sınıf hareketi yaratma sürecinin, bn.) vazgeçilmez, ancak sorunlu bileşeni olan sendikal hareketin tıkanıklık ve bunalım içinde olması, ekonomik mücadele alanında büyük bir boşluk yaratmaktadır. Bu boşluğu doldurmanın geçerli yolu, sendikalara sahip çıkmak, ama aynı zamanda onları dönüştürmekten geçiyor.”
Görüldüğü gibi yeni bir sınıf hareketi yaratma hedefi kendisini sendikalara sahip çıkmak ve onları dönüştürme faaliyetine indirgenmiş durumda. Taslak bildirgede açıkça ifade edildiği gibi işçi konseyi “yeni bir sınıf hareketi yaratma çalışmasının yeni bir sendikal hareket yaratma hedefine indirgemeyecek” dolayısıyla varolan, tanımlanmış sendikal alan partiyle etkileşim düzleminden aldığı ivmeyle “dönüştürülecektir”. Bu klasik “devrimci işçiler sendika yönetimine” yaklaşımının inceltilmiş bir versiyonudur.
Varolan, tanımlanmış, gelenekselleşmiş ve çürüyen hakim sendikal yapıların dönüştürülebileceği (reforme edilebileceği) inancı, işçi sınıfı hareketinin krizinin gerçek nedenlerini tam olarak kavrayamamaktan kaynaklanmaktadır. Sorun bu sendikal yapıların anlayışlarından kaynaklanan bir sorun olarak görüldüğü sürece, daha devrimci anlayışların yönetimlere gelmesiyle krizin aşılacağına inanç dayanaksız da olsa yaşamaya devam eder.
İşçi sınıfı hareketinin krizi proletaryanın sayıca kalabalıklaşması ve yoksulluğunun birikmesi (kölelik koşullarının ağırlaşması) ve bununla bağlantılı olarak sermaye egemenliğindeki artıştan kaynaklanıyor ise yani proletaryanın saflarında büyük bir alt üst oluş yaşanıyor ise sınıflar mücadelesinin bir önceki döneminde ortaya çıkmış bütün yapılar zemindeki bu depremin üstünde duramayıp sarsılıyorlarsa, binanın içine “doğru” anlayışa sahip olanları sokmanın bir anlamı yoktur.
Sermayenin mülksüz proleter kitlelerle ilişkisini kuralsız, düzensiz bir biçimde hayatın her alanına yaydığı bir dönemde yeni bir sendikal alan ve hareket tanımı yapılmadan işçi sınıfı hareketinin kriz durumunu aşmamızı sağlayacak devrimci olanakları kullanabilmek mümkün değildir. Evet! Yeni bir sınıf hareketi için, yeni bir sendikal alan tanımı yapılması zorunludur. Var olan, özellikle de sermaye ve devlet tarafından tanımlanmış ve işgal edilmiş sendikal alanın proletaryanın ihtiyacına yanıt verebilmesi söz konusu değildir. Bu yeni sendikal alan tanımı proletarya ile sermayenin ilişkiye girdiği bütün alanları kapsayacak genişlikte ve buna uygun örgütsel formları kapsayacak zenginliğe sahip olmalıdır.
İşçi sınıfı hareketinin krizinin nedenlerinin devrimci bir tahlilinin ortaya çıkaracağı politik sonuçla
r bunlardır. İşçi Konseyi ise, sınıf hareketinin içinde bulunduğu krizin arka planını, dünya emperyalist kapitalist sisteminin içine girdiği yeniden yapılanma ve Sovyetler Birliği’nin çözülüş süreci olarak sunmaktadır. Özellikle de Sovyetler Birliğinin çözülmesinin işçi kitlelerinde sosyalizmin gerçek bir seçenek olarak görülmesine engel olduğu ve bunun da işçi sınıfı mücadelesinin tıkanmasına neden olduğuna vurgu yapılıyor. Peki dünya çapındaki proleterleşme dalgası ile Sovyetler Birliği’nin çözülüşü arasında hiç bağ yok mu? Eğer sorun esas olarak sosyalizmle ilgili bir sorun ise kimi ülkelerde (Güney Kore, Brezilya, Güney Afrika, Filipinler vb.) yükselen işçi sınıfı hareketlerini nasıl değerlendirmek gerekiyor?
İşçi Konseyi ve proleterleşme süreci
Sınıf hareketinin krizini kapitalizm ile sosyalizm arasındaki mücadeleyle açıklama çabası taslak bildirgede ağırlıklı yer tutmasına rağmen, işçi sınıfının yaşadığı dönüşüme yönelik tespitler de yer almıyor değil. Ama sadece kenar süsü olarak ve yanlış genellemeler biçiminde!
Taslak bildirge işçi sınıfının büyüdüğü ve yapısının karmaşıklaştığını söylüyor. Bu büyümenin kaynağı olarak işçi sınıfının yeni türden iki yönlü bir proleterleşme dalgası ile genişlediği söyleniyor. Buna göre bir yandan kırdan ve küçük üretimden koparılan kitleler diğer yandan da profesyonel meslek sahipleri mülksüzleşiyor.
Bu proleterleşme sürecinin neresinin yeni olduğunu anlamak mümkün değil. Kapitalizm ortaya çıktığı andan itibaren proleterleşme süreci tam da bu biçimlerde yaşanıyor. Bunda yeni olan hiçbir şey yok!
Bildirge bir yeni daha sunuyor. “İşçisi ve işsiziyle çok katmanlı, parçalı, heterojen bir işçi sınıfı kitlesi oluşuyor.” Bu da yeni değil. İşçi sınıfı her zaman böyle oldu. İşçi sınıfının sayıca kalabalıklaştığı doğru ama yapısının yeni karmaşıklaştığı tespiti yanlış.
Bir başka genelleme, “kafa emeğinin oranının yükseldiği” biçiminde yapılıyor. Ama bundan birkaç paragraf önce “işçinin niteliksiz bir üretim elemanına” dönüştürüldüğünden bahsediliyor.
Genel bir eğilim olarak sanayi işçisi çekirdeğinin daralmakta olduğu söyleniyor ama sanayi proletaryasının yeni bir sınıf hareketinin de çekirdeği olmaya devam ettiği vurgulanıyor. Eğer sanayi proletaryasının daralmasından bir eğilim diye bahsediyorsanız, bunu bir sınıf hareketinin çekirdeği olarak sunmak yeni bir sınıf hareketini nesnel gerçekliğe göre değil kendi kafanıza göre oluşturma niyetiniz var demektir. Eğer sanayi proletaryasının yeni bir sınıf hareketi oluşturma konusunda hala önemli olduğunu söylüyorsanız, o zaman bu önemin kanıtlarını istatistiki verilerin dışında aramak daha akla uygun olurdu. Ayrıca hatırlatmak gerekir ki, sanayinin tepe noktasında olduğu dönemde dahi sanayi proletaryasının tüm proleter nüfus içindeki oranı her zaman düşük olmuştur ve kapitalist üretim sürecinin temel özellikleri dikkate alındığında böyle olması da zorunludur.
Kapitalizmde proletaryanın sayısı giderek kalabalıklaşıyor ama bunların sanayide çalışan kesimleri oransal olarak azalması proletarya içindeki saf değiştirmelerin sıklaşması (işsizlik sürelerinin ve işsiz kalma sayılarının artması) hem sınıf hareketinin krizini açıklayan hem de yeni bir sınıf hareketinin oluşturulması koşullarının maddi varlığına işaret eden bir durumdur. Kapitalist üretim örgütlenmesinin giderek daha az sayıda işçiye ihtiyaç duyması, büyük işletmelerde çalışan, örgütlü sanayi işçisinin bir bütün olarak işçi hareketi üzerindeki hegemonyasının kırılmasına neden olmuştur. Bu kesimin örgütleri esas olarak bu nedenle kriz içindedirler. Bu durum aynı zamanda düzenli çalışan, iş güvencesine sahip olan bu işçi kitlesinin proletaryanın diğer kesimlerinin yaşadığı sorunları bizatihi yaşamasına, onlarla iletişiminin artmasına neden olmuştur. İşte bu yeni bir sınıf hareketinin yeşereceği ve yeşerdiği alandır. Bunların ortaya çıkardığı ve çıkaracağı örgütsel formlar, bunların akışkan ve değişken yapısı yeni bir sınıf hareketinin örgütsel formu konusunda da ipuçlarını vermektedir.
İşçi Konseyi ve kapitalizm
İşçi Konseyi taslak bildirgesinde kapitalizm, emperyalizm konularında da oldukça tartışmalı ifadeler yer almakta. Örneğin şu ifade: “Emek sermaye karşıtlığı kapitalist toplumun en temel ve sürekli olgusudur.” Burada söz edilen proletarya ile burjuvazi arasındaki uzlaşmazlıktır. Ancak bu şekilde ifade edildiğinde kapitalist toplumun tüm emek formlarıyla sermaye arasındaki karşıtlık eşitlenmiş olmaktadır. Örneğin, küçük mülk sahibi emekçiler ile sermaye karşıtlığı ile proletarya ile burjuvazinin karşıtlığı eşlenmiş olmaktadır. Oysa ki bunlar tamamen farklı çatışma ve mücadele alanlarıdır. İkincisi, sermaye ve emek karşıt olduğu için “birlik” içindedirler. “Sermaye birikmiş emektir” ya da “sermaye ölü emektir”, “ücretler, değişken sermayedir” gibi. Bunlar birbirleriyle değiştirilirler ve birbirlerine dönüşürler. Kapitalist toplumun bu anlamda temel ve sürekli olgusu proletarya ile burjuvazi arasındaki sınıf mücadelesidir.
Taslak bildirge “sınıf birey ve kitlelerinin kendilerini bağımsız ve geleceği olan bir sınıf olarak algılama ve davranma yeteneği”nin zayıfladığını iddia etmektedir. Oysa ki proletaryanın kapitalizm altında geleceği yoktur. O sürekli olarak aynı biçimde yeniden üretilen, aynı kılınan olduğundan bir geleceğe sahip değildir. O nedenle de proletarya açısından sermaye iktidarının yıkılması ve kendi iktidarının kurulması ve sınıfların kaldırılması sorunu geleceğin değil bugünün sorunudur. Tüm sınıfları kaldıracak bir sınıf olarak onun sınıfsal anlamda da bir geleceği yoktur ve olamaz.
Taslak mutlak ve göreli sömürüyü birbirine karıştırmaktadır. Bugünkü sürecin alt yapısının “yeni enerji kaynaklarının bulunması, otomasyon, bilgisayar ve iletişim teknolojisindeki gelişmeler” tarafından hazırlandığı iddiası ile sermayenin bunalımdan “mutlak sömürüyü artırarak” çıkma stratejisi izlediği birbirinden farklı iki süreçten söz etmektedir. Teknolojik gelişmeler, sermayenin organik bileşimini yükselten dolayısıyla mutlak değil, göreli artı-değer sömürüsünü artıran uygulamalardır. Mutlak sömürünün artışı ise çalışma sürelerinin uzatılması ücretlerin ani biçimde düşürülmesi yoluyla gerçekleşir.
Taslak mali sermayenin emperyalist kapitalist sistemin bugünkü işleyişinde önemli bir rol oynadığı, tam bir serbestlik içinde dolaştığı ve üretken ekonomiden bağımsızlaştığı iddiasındadır. Oysa mali sermaye, emperyalizm döneminde egemen konuma yerleşen bir sermaye türüdür, bugün ortaya çıkmamıştır. Üretken sermaye ile mali sermaye arasında ayrımlar koyarak, işçilerin kafalarını bulandıranlar yüzyıla yakın bir zamandır sosyal demokrasi saflarında yer alıyorlar, komünist saflarda değil. Aynı bölümde yer alan mali sermayenin tam bir serbesti içinde dolaştığı iddiası da doğru ve kanıtlanabilir değildir. Bunun olabilmesi mümkün de değildir. Bu emperyalist gruplar ve devletler arası rekabetin olmaması anlamına gelir ki, anarşizan “imparatorluk” kuramının temelinde yatan da bu tespittir. Mali sermayenin üretken ekonomiden bağımsızlaştığı tezini artı-değer sömürüsünün varlığını devam ettiği koşullarda nasıl mümkün olabileceğini açıklamak sosyal bilim kuramına önemli bir katkı oluşturacaktır!
Bildirgenin diğer bir sorunlu kavramsallaşt