Bush, Irak savaşının ardından yeni planlarına destek bulmak amacıyla Avrupa ve Ortadoğu’da bazı ülkeleri ziyaret ederek, Putin’le, G-8’le ve İsrail-Filistin yönetimleriyle çeşitli zirve toplantılarına katıldı. Bush, St Petersburg’da Putin’le Irak’ın yeniden sömürgeleştirilmesi, İran ve Kuzey Kore konularında görüştü ve ikna etti. Putin, K. Kore ve İran’ın kitle imha silahlarının denetlenmesi için uluslararası gözlemcilere açık olması […]
Bush, Irak savaşının ardından yeni planlarına destek bulmak amacıyla Avrupa ve Ortadoğu’da bazı ülkeleri ziyaret ederek, Putin’le, G-8’le ve İsrail-Filistin yönetimleriyle çeşitli zirve toplantılarına katıldı.
Bush, St Petersburg’da Putin’le Irak’ın yeniden sömürgeleştirilmesi, İran ve Kuzey Kore konularında görüştü ve ikna etti. Putin, K. Kore ve İran’ın kitle imha silahlarının denetlenmesi için uluslararası gözlemcilere açık olması çağrısında bulunarak, “ABD ile İran hakkında göründüğünden daha yakınız” dedi. Rusya’dan da olumlu mesajlar alan Bush artık Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’ne gidebilirdi.
22 Mayıs’ta Güvenlik Konseyi, işgal altındaki Irak’ın ekonomik ve siyasi yönetimini öngören Amerikan önerisini 14 oy ile kabul etti. Suriye toplantıya katılmamıştı. Irak’ta savaşa karşı çıkan Avrupa ülkeleri ve Rusya, Irak’ın sömürgeleştirilmesini ganimetten pay kapma telaşıyla kabul ettiler. Konseyden çıkan karar, daha kapsamlı bir gelişmenin habercisiydi, Amerikan imparatorluğunun diğer emperyalist devletlerce kabulüydü. Avrupalı emperyalistler telaşlı bir sevinçle G-8 zirvesine koştular.
G-8 zirvesinde ise, ABD liderliğinde oluşmaya başlayan yeni emperyalist sömürü düzeni, Amerikan imparatorluğunun ayrıntıları tartışıldı. G-8 zirvesinin temel yönelimi, Güvenlik Konseyi’nde ortaya çıkan durumun pekiştirilmesi gibi oldu. Fransa’nın Evian kasabasında düzenlenen zirvede bir araya gelen G-8 ülkeleri liderleri, Kuzey Kore ve İran’dan nükleer silah geliştirme programını son vermelerini ve nükleer silahlar konusundaki zorunluluklara uymalarını istedi.
Bütün bu gelişmeler Amerikan imparatorluk girişiminin peşine diğer bütün emperyalist devletlerin takıldığının resmi ilanıydı. Almanya, Fransa başta olmak üzere tüm AB ülkeleri ve Rusya, imparatorun bayrağı altında dünyanın mazlum halklarına karşı birleştiler.
İmparatorun Yeni Hedefi; İRAN…
Amerikalı yetkililer tarafından hemen hemen her gün İran konusunda yeni açıklamalar geliyor. ABD’nin yeni hedefinin İran mı olduğu şüpheleri giderek derinleşiyor. 11 Eylül saldırısından sonra Bush, “şer ekseni” olarak üç ülkeyi saymıştı: Irak, İran, K. Kore. Bu ülkelerin ortak özellikleri, küreselleşme denilen meta ve sermaye hareketlerinin önündeki tüm engellerin kaldırıldığı sömürgecilik sisteminin dışında kalmaları. Irak gibi zengin petrol rezervlerine sahip bir ülke, Saddam rejiminin 1991 Kuveyt saldırısından sonra gelişen Körfez Savaşı’yla sistemin dışına düşmüştü. İran’sa 1979 İslami devrimden bu yana geçen süre içinde, kapitalist sistem içinde yer almakla birlikte küreselleşme sürecinin neo-liberal ekonomi politikalarından kendini uzak tutmayı başarabilmiş ve kısmen özerk bir iktisadi gelişme içinde bulunan bir ülke olmuştu.
İran, verimli doğal gaz ve petrol rezervleriyle beraber geniş bir iç pazar ile emperyalistlerin iştahını kabartıyor.
Sadece ekonomik açıdan değil en az bunun kadar önemli başka özellikleriyle de, yani din yapısı ve siyasi rejimiyle de imparatorun hışmına uğruyor. Çünkü bu yapı, ABD’nin Irak’ta yapmak istediklerinin önündeki en büyük engel niteliğinde. ABD’ye göre İran, karmaşık İslami uygulamaları, yıllardır barış içinde bir arada yaşayan çoklu etnik yapısı ve özerk iktisadi çizgisi ile Ortadoğu’nun islami hareketlerine ve toplumlarına kötü örnek oluşturuyor.
Irak nüfusunun ezici çoğunluğu olan Şiiler’in, İran etkisiyle de ABD planlarına yatkın olmadıkları artık herkesçe kabul edilen bir gerçek. Irak’ta Saddam sonrası ABD’ye karşı direniş Arap halkın özelliklede Şii Arapların yoğun olarak yaşadığı bölgelerde devam ediyor. Son bir hafta içinde Amerikan askerlerine karşı düzenlenen saldırılarda altı Amerikan askeri öldü, çok sayıda Amerikan askeri de yaralandı. Silaha sahip olmayan tek bir evin dahi bulunmadığı Irak’ta işgal güçleri büyük bir silahsızlandırma operasyonu yürütmeyi hedeflemektedir. Bu silahsızlandırmanın kapsamında Kürtler yoktur. Irak gibi geleceği belirsiz ve düzenin olmadığı bir coğrafyada hiç kimse güzellikle silahlarını teslim etmeyecektir. Bu silahsızlandırma işleminin kendisi bile yeni çatışmaların ebesi olacaktır.
Özellikle Şii merkezli bir silahlı direnişin mayalanmakta olduğu Irak’ta, işgal güçlerinin önündeki en büyük engel İran’daki rejimdir.
İran, Lübnan ve Filistin’deki İslami direniş örgütlerine ideolojik gıdalarını ve siyasi-askeri desteğini veren bir ülke. Bu özelliği ile de İmparatorun Ortadoğu’da kurmak istediği düzenin önündeki engeldir.
Bush’un Avrupa ve Ortadoğu gezisinde yer alan Filistin ve İsrail başbakanlarıyla üçlü zirvesiyse Ortadoğu’daki sorunları artıracak yeni bir açmazı taşımaktadır.
Filistin’in ilk Başbakanı Mahmud Abbas’ın Amerika’nın da desteği ile göreve gelmesiyle birlikte, ABD, AB, Rusya ve BM’nin hazırladığı Filistin-İsrail barışı ile ilgili ‘yol haritası’, Nisan ayında taraflara sunulmuştu. Mahmud Abbas’ın Filistinli örgütlere yönelik İntifadayı durdurma çağrısına Hamas, İslami Cihad ve FHKC’den red yanıtı geldi. Filistinli örgütler direnişi durdurmayacaklarını açıkladılar. Hafta sonu Hamas, İslami Cihad ve El Aksa Şehitleri Tugayı tarafından gerçekleştirilen 4 İsrailli ve 3 Filistinlinin ölümüne yol açan saldırı bu sürecin baştan ölü doğduğunun ilanı oldu. Teslimiyetçi çizgisi ile tanınan Mahmud Abbas’ın, İsrail’le yürüttüğü barış ve uzlaşma çabaları, İsrail’in bundan sonra yapacaklarının meşrulaşmasından başka sonuç vermeyecektir. Filistin’de iç savaş tehlikesi ise kapıdadır.
Bu arada ABD’de Pentagon, Halkın Mücahitleri örgütünün statüsünün değiştirilerek, İran rejimine karşı kullanılması için Beyaz Saray ve Dışişleri Bakanlığı’nı ikna etmeye çalışıyor. Pentagon’lu yetkililerin, İran’daki Azerilerin lideri kabul edilen İranlı muhalif, Güney Azerbaycan Ulusal Uyanış Hareketi’nin lideri Mahmut Ali Çehregani ile son günlerde görüşmesi bu sürecin bir parçası olarak dikkat çekti. Çehregani, amaçlarının İran’daki mevcut rejimin yerine demokratik, laik ve Azerilere belli ölçüde özerklik sağlayacak federal bir sistemin kurulması olduğunu söyledi. Bu iki gelişme, İran toplumunun iki ana unsuru olan (nüfusun üçte ikisinden fazlası) Azeriler ve Farisilerin temsilcisi gibi görülen bu örgütlerin aracılığıyla İran’a yönelik büyük bir hesap yapıldığının göstergesidir. Bush’un, Putin’le yaptığı görüşmede İran’ın öne çıkmasının bir nedeni de Rusya ile İran arasında olan güçlü ekonomik bağların yanı sıra, Rusya egemenlik alanında olan Bağımsız Devletler Topluluğu üyesi Azerbaycan’ın İran ile olan ortak etnik yapısıdır.
Türkiye’nin bütün bu gelişmeler içindeki rolü yeniden ABD tarafından tartışılmaya başlanmıştır. ABD bölgede İsrail dışında hiçbir devlet tarafından ciddi bir destek görmeden ilerlemesinin güçlüklerinin farkındadır ve Wolfowitz’in açıklamalarında görüldüğü gibi bölge ülkesi Türkiye’nin kayıtsız şartsız aktif desteğini istemektedir. Hatta bu sefer doğrudan askeri destek. Polonya komutasındaki güce Türkiye’den asker istenmesi ve bu gücün kuzeyde değil de güneyde Şii bölgelerinde görev yapacak olması, aslında İran’la olası bir savaşa katılmak demektir. ABD, Türkiye’ye bu jesti yapması halinde ABD-Türkiye ilişkilerinin yeniden toparlanacağını söylemektedir. Abdullah Gül’ün İKÖ toplantısında Tahran’da yaptığı konuşmalar da söylediği “Evimi
ze çeki düzen vermeliyiz” in devamı, “biz çeki düzen vermezsek başkaları gelir verir” şeklindedir. AKP’nin de İran’a yönelik ABD planlarında yer almaya istekli olduğu görünmektedir, ancak yine kritik unsur Türk Silahlı Kuvvetleri’nin tavrıdır.
Amerikan liderliğinde oluşan kolektif emperyalist güçlerin birlikteliği çelişkili ve çatışmalı bir birliktelik olacak. Başka türlüsü mümkün değil. Aralarındaki çatışmalar Irak’ta olduğu gibi işgal ve doğrudan sömürgeleştirme girişimlerine karşı değil, sömürgeleştirme ve ganimetten kimin ne kadar pay alacağı üzerine olacaktır.
ABD, Avrupalı ve Rus emperyalistlere ganimetten pay vererek, bozulan ilişkilerini tekrar sağlamlaştırırken, Türkiye gibi köle olarak görmek istediklerine ise bir seçim dayatıyor: “kayıtsız şartsız yanımda olacaksın”