Yedi buçuk saat süren MGK’nın sadece bir buçuk saati laiklik mevzusuna, üç saati kuzey Irak ve iki saati Kıbrıs konusuna ayrılmıştı. Laik cephe umduğunu bulamadığı gibi, piyasalarımız da boşuna telaşlanmıştı. Ülkede laiklik merkezli bir çatışmanın hiçbir reel geçerli zemini yokken egemenlerin önünde AB-Kuzey Kıbrıs, ABD-Kuzey Irak gibi tarihsel sonuçları olabilecek iki önemli konu bulunmaktaydı. MGK’da […]
Yedi buçuk saat süren MGK’nın sadece bir buçuk saati laiklik mevzusuna, üç saati kuzey Irak ve iki saati Kıbrıs konusuna ayrılmıştı. Laik cephe umduğunu bulamadığı gibi, piyasalarımız da boşuna telaşlanmıştı.
Ülkede laiklik merkezli bir çatışmanın hiçbir reel geçerli zemini yokken egemenlerin önünde AB-Kuzey Kıbrıs, ABD-Kuzey Irak gibi tarihsel sonuçları olabilecek iki önemli konu bulunmaktaydı. MGK’da zaten bu konularda fazla mesai yaptı.
16 Nisan’da AB katılım anlaşmasına imza atan Kıbrıs’ın Rum tarafının tam üyeliği kesinleşmişti. Egemenlerin korktuğu başına gelmişti. Üstelik 1 Mayıs 2004’te Kıbrıs veto hakkını elde edecekti. Bu tarihten sonra Kuzey Kıbrıs sorununu çözmeden AB üyeliği beklentisi tam bir hayal olacaktı. Kıbrıs sorununun çözümünde Türkiyeli egemenlerin eli tamamen zayıflamış olacaktı. Denktaş’ın 23 Nisan’da sınırlardan geçişi serbest bırakması gündeme geldi. Denktaş, yılların verdiği bir deneyimle Türkiye’nin sıkıştığının ve kendisinin altından toprağın kaymakta olduğunun farkındaydı. Kendi iktidarını korumak için yıllardır kendisine karşı muhalefet edenlerin söylediklerini yapıyordu. Şu ünlü söz bir kez daha akıllara geldi: “Memlekete komünizm lazımsa onu da biz getiririz.” Ardından Verheugen’in, 2005 yılında Türkiye ile tam üyelik müzakerelerinin başlayabileceği, ordunun ve MGK’nın siyaset üzerindeki etkisinin azaltılması gerektiği açıklaması geldi. MGK öncesi AKP’ye Avrupa yardımı gelmişti. Abdullah Gül, “tezkerenin reddi, AB ile ilişkilerimizi düzeltti” dedi. Ekonomiden sorumlu bakanımız Ali Babacan da, “savaşa girmeyişimiz ekonomimizi olumlu etkiledi” demişti. Madem öyle, tezkerenin sahibi kimdi acaba? MGK toplantısı böylece başladı.
Abdullah Gül’ün AB ile ilişkilerin düzelmesi diye bahsettiği şeyin esası, Irak savaşı sürecinde AB’nin kendi içinde bölünmesi ve ABD karşısında kendi içinde birliğini kaybetmiş olmasıdır. Özellikle AB içinde, yeni üyeler olan eski sosyalist ülkelerin de katıldığı Amerikan politikalarından yana gelişen tavrın sonrasında, Avrupa’nın sahipleri olan Fransa ve Almanya’nın AB içinde birliği ve hegemonyalarını yeniden sağlama atakları öne çıktı. Rodos’ta yapılan AB üyesi 25 ülkenin dışişleri bakanları toplantısı, bu konuda en ciddi adımdır. Bu atağın ayaklarından birisiyse, Türkiye ile üyelik sürecinin hızlandırılarak ABD ile olan hegemonya savaşında Türkiye’yi kazanma gayretidir.
Egemenler AB-Kıbrıs, ABD-Kürdistan ikileminde sıkışmış durumdalar. Ortak bir devlet politikası halen saptanamamış gözükmektedir. Daha çok “kervan yolda düzelir” türünden bir politika hakim görünmektedir. 1 Mayıs 2004’e kadar Kuzey Kıbrıs sorununu bir şekilde çözmek durumunda olan egemenler, ABD’yi üzmeden ama AB hedefinden de vazgeçmeden emperyalizmin yeniden sömürgeleştirme politikalarında yerlerini almaya çalışıyorlar. AKP, AB politikalarının kendi iktidarını ve geleceğini sağlamlaştıracağını düşündüğü için hızla AB sürecine asılacaktır. Ordu ise ABD ile olan geleneksel ilişkilerin Kürdistan konusu ile ilgili olarak daha da çıkmaza gireceğini, hegemonya mücadelesinde elindeki kartların Kuzey Irak’ta Kürdistan kurulması sürecinde daha da azalacağını bilmektedir. Özellikle Şii Arapların gösterdiği yoğun muhalefet, ABD’ye Irak’ta Kürtlerden başka ciddi hiçbir toplumsal dayanak bırakmamaktadır.
Türkiyeli egemenler dağılan 50 yıllık sömürgecilik ilişkileri içinde yeniden nasıl yer alacakları konusunda yoğun bir arayış ve çatışma içinde bulunmaktadırlar. Özellikle önümüzdeki bir yıl önemlidir ve bu çatışmalar şiddetlenerek sürecektir. Bu süreç egemenler içinde yeni ittifaklar, yeni bölünmeler ile sonuçlanacaktır.
Türkiye solu bu önemli tarihsel sürecin aktörü olmak istiyorsa, üzerindeki ölü toprağını atıp 1 Mayıs alanlarından bir ders çıkarmalıdır. Yeni bir tarihsel süreç başladı ve bize rağmen sürüyor.