Kamu Reformu Tartışmalarına İlişkin Birkaç Not / Osman Zeki

Devrimin güncelliği birinci anlama geliyor ise; devrimci faaliyetin ortaya çıkma dönemi bu eli kulağında koşullar olgunlaşmadan mümkün olmayacaktır ve her türlü reformizm, devrimin güncel olmadığı bahanesi ile işçi sınıfına yutturulacaktır.

Devrimin güncelliği ikinci anlama geliyor ise; yani devrimin eli kulağında olmamasına rağmen devrim koşulları mevcut ise, işçi sınıfının devrimci programı bu koşullar altında geniş işçi kitlelerine aktarılarak devrimci faaliyet sürdürülür ve reformizmin hiçbir türüne geçit verilmez. Bu programa işçiler uzun süre ilgisiz kalabilirler, karşı çıkabilirler, kabul etmeyebilirler. Bu durumların hiçbiri devrimci faaliyetin ve propagandanın aksatılmasının gerekçesi olarak sunulamaz.

Son otuz yılın yenilgi psikolojisi, mevzi savunma anlayışını her düzeyde hakim kılmıştır. Yaygın söylem şudur: sermayenin en büyük saldırı dönemi yaşanıyor; işçi sınıfı elindekileri savunma mücadelesi vermelidir. Bu söylemin kendisi sorunlarla doludur. İlk olarak, bir önceki sermaye egemenliği döneminin tercih edilir olduğunu kabul etmektedir; ikinci olarak da içinde yaşanan dönemin yaratmış olduğu devrimci olanaklar nedir sorusunu hiç sormadan, savunmacı ama özünde teslim olmuş bir tutumu yansıtmaktadır.

Hepsinden kötüsü her iki durumda da sermayenin egemenliğinin yıkılabilirliğini, dolayısıyla devrimin güncelliğini kendi aklının dışında tuttuğu yetmezmiş gibi, akıl-dışı olarak da adlandırmaktan çekinmemektedir.

En iddialı, en devrimci olanların bile metinlerini biraz dikkatli okuduğumuzda suratımıza çarpan gerçek budur.

Bu ruh hali devrimci faaliyetin bilinmez bir geleceğe ertelenmesi, kendi yapacağı işi tanımlamadan işçilerin yapacağı iş konusunda tufanlar koparılması anlamına gelmektedir.

Bu konuda sosyal devlet savunusundan, özelleştirmelere karşı kamuculuğa kadar çok sayıda somut örnek vermek mümkün.

Kendilerini işçi sınıfı hareketi içinde yaşanan bir tarihsel bölünmede sosyal demokrasinin değil de, komünistlerin safında adlandıranlar açısından ne acınası bir durum!

Ya da kendisini diğer sınıfların siyasal programlarından ayırmaksızın, devrimci pratik yapılamayacağının ne güzel bir kanıtı!

Eleştirilere yanıt hazır: Koşullar uygun değil. Devrimciliğe erken yaşta atılanlara bütün anne ve babaların çocuklarının başına bir şey gelmesi endişesiyle sarıldıkları bu amentüyü, şimdi “devrimci örgüt” teorisyen ve pratisyenlerinin sakız gibi çiğnemesine ne demeli?

Biz değilsek, kim? Şimdi değilse, ne zaman? Devrimci faaliyet sürdürdüğü iddiasında olanın kendisine sorması gereken soru budur.

Yukarıda özetlenen düşünce sistematiği ve genel ruh halini kamu reformu tartışmalarında görmek mümkün. Kamu reformu diye adlandırdığımız, esas olarak merkezi idarenin yetkilerinin önemli bir kısmının yerellere devri, kamu personel rejiminde köklü değişiklik yoluyla devlet memurluğunun tasfiyesi ve kamu hizmetlerinin bir bütün olarak özelleştirilmesi ayakları olan bir girişim. Bu girişim özü itibariyle, sermaye iktidarının bir bütün olarak yeniden yapılandırılması anlamına geliyor. Sermaye iktidarı sadece ülke içindeki kapitalistlerin egemenliğini değil, uluslararası tekellerin ortaklaşa egemenliğini kapsıyor. Bu yeniden yapılandırma kapitalistler ve ortakları arasındaki iktidar kavgasının kızışacağı işaretleri veriyor ve bu kızışmanın işçi sınıfı saflarında varolan bölünmeleri derinleştirme olasılığı oldukça yüksek.

Örneğin, Türk İş tavrını şimdiden açıkladı. İşçilerin görevi, ulusal devleti savunmakmış. KESK’in bu konuda -KESK bileşenlerinin farklı yaklaşımları nedeniyle- her zamanki gibi tavırsız ve politikasız kalacağı ama mangalda da kül bırakmayacağı ortada. Çünkü, en büyük darbeyi o yiyecek.

“Memleketini sevenler”, yerelleşme projesine bağımsız devlet projesinin yansıması (hayali) olarak sarılacaklar. AB solu, dış dinamiklerin harekete geçtiğinde nelere kadir olduğunu bir kez daha kanıtlamış olacaklar. Anti-emperyalizm ile ulusal kurtuluş hareketini emek ekseninde buluşturma peşinde koşanlar ne kendilerine ne tabanlarına bunun nasıl gerçekleşeceğini anlatamayacaklar. Ama ortalık “sol” söylemden geçilmeyecek. Büyük ulusalcılar, küreselleşmenin emperyalizm olduğunu, ulus devleti ve “sosyal” devleti hedef aldığını, “emekçilerle” devletin (T.C.) çıkarlarının bir ve aynı olduğunu söylemeye devam edecekler. Küçük ulusalcılar, merkezi devletin parçalanmasının kendi ulusal kurtuluşlarının ve ulusal iktidarlarının bir adımı olduğunu, Ortadoğu ve dünya konjonktürünün buna uygun olduğunu, demokratik cumhuriyet yolunda önemli bir köşe taşı olduğunu söyleyerek yollarına devam edecekler.

Kendilerini bu iki ana akımın dışında tutmaya çalışanlar ise esas olarak “ulusal” ve “sosyal” devlet savunusuna destek olacak bir faaliyet yürütecekler. Çünkü bunlar yukarıda özetlediğimiz ruh halini ve düşünce sistematiğini içselleştirmiş durumdalar. Bir saldırı var, saldırıda olanın savunulması temeldir tanrısına tapınmaktadırlar. O yüzden kamuyu savunup, piyasanın kötü olduğunu anlatacaklar; devlet memurluğunu savunacaklar çeşni olsun diye ortak örgütlenmeden bahsedecekler; parasız eğitim ve sağlık hizmeti isteyecekler.

Bu sonuçlara (sloganlara) varmadan önce, bu düşünce eğiliminin kurduğu karşıtlıkların gerçek olup olmadığını ele almak gerekiyor. Birincisi, kamu-piyasa karşıtlığı. Kamu reformu girişimleri konusunda yazılan metinlerin hemen hepsinde kamu hizmetlerinin piyasaya açılacağı, bunların metalaşacağı söyleniyor. Dolayısıyla kamunun piyasa egemenliği dışında bir alan olduğu ve kamu hizmetlerinin meta olmadığı üstü örtülü de olsa kabulleniliyor.

Emekçinin yeniden üretimini, kendi ürettiği ürünleri başkalarının ürünleriyle değişim yoluyla sürdürmesi biçimiyle tarih sahnesine çıkan meta ilişkisinin doruk noktası, emekçilerin büyük bir bölümünün üretim ve geçim araçlarından yoksun kalarak kendi emek-güçlerinin metalaştığı, mülk sahibi emekçinin mülksüzleşerek proleterleştiği kapitalist üretim sürecidir. Emek-gücünün alınıp satılır bir mal olduğu bu süreçte, herhangi bir alanın meta ilişkileri dışında kalması; hele hele kendisi de bir kapitalist organizasyon olan devletin sunduğu hizmetlerin meta ilişkisinin dışında olması mümkün değildir. Herhangi bir ürünü meta yapan, onu alırken para kullanılması değil, onu alabilmek için herhangi bir malı (bu örnekte emek-gücünü) pazara satışa çıkarmış olmaktır. Dolayısıyla kamu hizmetinin kapitalist sistem içindeki örgütleniş biçimi ne olursa olsun, bu hizmet kapitalist meta ilişkisinin bir sonucudur ve piyasanın egemenliği altındadır ve kamu ile piyasanın karşıt olduğu düşüncesi bir yanılsamadan ibarettir.

Kamu hizmeti olarak adlandırılan eğitim, sağlık, altyapı gibi hizmetler sadece kapitalist meta ilişkilerinin egemenliği altında olmaları nedeniyle değil; üstlenmiş oldukları işlevler açısından da kapitalist pazarın emrindedirler ve pazarın gelişmesine katkıda bulunmaktadırlar.

Kamu-piyasa karşıtlığı, kapitalizm altında ücretli emek ve sermayenin bir arada yaşayabileceği boş inancına dayanmakta ve işçi sınıfına kendi kölelik koşulu olan emek-gücünün alınır satılır bir mal olmaktan çıkarılması, yani sosyalizm için mücadele etmemesini öğütlemektedir. Diğer yandan, kapitalistlerin organizasyonu olan devletin işçi sın

Sendika.Org'u destekle

Okurlarından başka destekçisi yoktur