Ancak ordu içinde emperyalizmin yeniden sömürgeleştirme süreçlerinin getirdiği yeni role uyum sağlamaya çalışan kanadın resmi temsilcisi Genel Kurmay Başkanı Org. Hilmi Özkök’ten karşı manevra gecikmedi. Hilmi Özkök daha makuldü. Tayyip Erdoğan’la yaptığı özel görüşmede hükümete özel televizyonlarda Kürtçe yayın yapılması dışında 6.AB uyum paketine itirazları olmadığını bildirdi. H.Özkök ordu içinde görüş ayrılığı olmadığını ve Tuncer […]
Ancak ordu içinde emperyalizmin yeniden sömürgeleştirme süreçlerinin getirdiği yeni role uyum sağlamaya çalışan kanadın resmi temsilcisi Genel Kurmay Başkanı Org. Hilmi Özkök’ten karşı manevra gecikmedi. Hilmi Özkök daha makuldü. Tayyip Erdoğan’la yaptığı özel görüşmede hükümete özel televizyonlarda Kürtçe yayın yapılması dışında 6.AB uyum paketine itirazları olmadığını bildirdi. H.Özkök ordu içinde görüş ayrılığı olmadığını ve Tuncer paşa ile aynı görüşte olduklarını da ekledi. Bu sırada bütün gazetelerde, ordu içindeki çatlak köşe yazılarına konu oluyordu.
Hükümet genel olarak bildiğini okudu. 6. Uyum paketi hükümetin istediği şekilde hazırlandı. AKP AB uyum yasalarına CHP’den destek istedi. CHP gerekli desteği vereceğini beyan etti. Hükümet CHP’nin de desteği ile önümüzdeki hafta AB konusunda TBMM’de genel görüşme kararı aldı.
Tayyip Erdoğan partisinin Demokrat Parti’nin devamı olduğunu, merkez sağda olduklarını açıklarken, CHP’de boş durmadı ve Baykal partisinin merkez oylara talip olduğunu açıklayarak sağcılaşmaya son noktayı koydu.
Haftanın belki de en önemli gelişmesi ordu içinde özellikle genç subaylar arasında son aylarda yaşanan gelişmelerden büyük rahatsızlık olduğunun Özkök tarafından T.Erdoğan’a bildirilmesiydi. Bu genç subaylarda kimdi? 27 Mayıs 1960 darbesinde ilk defa ortaya çıkan bu niteleme ordu alt kademelerinden subayların Menderes hükümetine karşı bu imza ile yayınladıkları bildirilerde bulunuyordu.
1950’de iktidara gelen Demokrat Parti-Menderes hükümetinin asli işlevi, 1923’te kurulan bağımsız Türkiye Cumhuriyeti’nin emperyalizmin yeni sömürgecilik ilişkilerine eklemlenmesinin müteahhitliğini yapmasıydı. 27 Mayıs 1960 tarihindeki TSK’nın alt rütbeli subayları aracılığıyla yapılan askeri darbe, sömürgeciliğin inşaasında rol alan Demokrat Partinin lideri dahil üç ileri gelenini astı.
1960’ın Genç Subayları ilerici bir duruşu sergiliyorlardı ve bağımsız bir Türkiye’nin sömürgeleştirilmesi sürecine 1923’ün anti emperyalist geleneği ile karşı çıkmışlardı. Sömürge zincirini kıramadılar ancak Türkiye emekçi halklarına, yaptıkları anayasa ve ilerici uygulamalar ile tarihsel bir fırsat sundular.
Peki bugünün Genç Subayları kimdir? Bu subaylar ağırlıkla 1980 yılı sonrası orduya katılmış ve PKK ile mücadele içinde ideolojik donanımlarını elde etmiş ordu alt kadrolarıdır; Albaylar ve daha düşük rütbeli subaylar. Bugün ordu içerisindeki tartışmanın özü, emperyalistlerle olan ilişkilerin bertaraf edilmesi değil hangi koşullarda eklemleneceklerine dair görüş ayrılıklarıdır. Bu görüşlerde ayrılık soğuk savaş döneminin eski statükolarının sürdürülmesi ya da emperyalist merkezlerle reorganize olmuş yeni biçimler arasındadır. Bu kadroların 1960’ların subaylarından bir farkı ise, gerek OYAK’ın lütufları gerekse Savunma Bakanlığı bütçesine ayrılan %45’lik paydan kaynaklı düzenin en büyük nimetlerinden faydalanmalarıdır. Bugün silahlı kuvvetler mensuplarının hangi maaşı ve nemayı aldıkları kimse tarafından bilinmemektedir. Cumhuriyet gazetesi yazarlarının mal bulmuş mağribi gibi üstüne atladıkları genç subaylar bunlardır.
Ordu merkezi, TSK’nın bu tartışmaların içinde fazla yıpranmasını istemeyecektir. Düzenin ihtiyaç duyduğu işler çözülene kadar bir süre ortalarda görünmeme tavrı daha uygun olacaktır. Hatta güzel bir demokrasi gösterisi olarak sivillerin işlerine karışmamak şimdilerde tercih sebebidir. Ancak kendi iç çatışmalarını bastırıp sessizce pusuya yatmak ne kadar mümkün olacak göreceğiz.
Evet ülkemizin 50 küsur yıllık sömürgeleştirme sürecinin reorganizasyonunun yaşanmakta olduğu bu yüzyıl başında, egemenler arasındaki çatışmalar AB ve ABD ekseninde kırıla gidiyor. Ama bütün bu kirli ve belalı işleri yürütecek bir kurban lazım. Tezkere sürecinde görüldüğü gibi ordu elini taşın altına koymuyor. Medyamızın ve tekelci sermaye çevrelerinin seçtiği kurban Tayyip Erdoğan ve AKP’dir. AB ve ABD’nin de. Şimdilerde hep beraber Tayyip’in sırtını sıvazlıyorlar: “Biz AKP’yi yanlış tanımışız yanlış kaygılar duymuşuz” yollu güzellemeler birbiri ardına geliyor.
Tayyip ve AKP’si çoktan kurban rolüne hazırmış meğer. Siyasi ikbalini sırtını emperyalist merkezlere dayayarak sağlamaya çalışan Tayyip ve şürekası, kendi geleneksel tabanının da çeşitli sorunlar çıkaracağını bilerek kendilerini Demokrat Partinin bir devamı, merkez sağda bir parti olarak ilan ediyor.
Neyse ki T. Özal 1991’de “Hıyanet-i Vataniye Kanunu”nu yürürlükten kaldırdı. Zaten şimdilerde vezirleri asmıyorlar, rezil ediyorlar.
İlahlara bir kurban lazımdı, kurban boynunu cellat söylemeden uzattı.