Korporatist bir yaklaşım çerçevesinde, işçi-işveren-devlet şeklindeki üçlü bir yaklaşımla, onları temsilen, iş mevzuatında değişiklik yapacak bir “bilim kurulu” oluşturuldu. “Bilim kurulu”nun ağırlıklı olarak iş hukuku profesörlerinden oluşması emek cephesi açısından bir avantaj oluşturabilirdi. Ne yazık ki yeni tasarı, iş hukukunun felsefesine, özüne, temel ilkelerine aykırı önemli düzenlemeler içermekte, sosyal politikanın da sonu anlamına gelecek yaklaşımlara […]
Korporatist bir yaklaşım çerçevesinde, işçi-işveren-devlet şeklindeki üçlü bir yaklaşımla, onları temsilen, iş mevzuatında değişiklik yapacak bir “bilim kurulu” oluşturuldu. “Bilim kurulu”nun ağırlıklı olarak iş hukuku profesörlerinden oluşması emek cephesi açısından bir avantaj oluşturabilirdi. Ne yazık ki yeni tasarı, iş hukukunun felsefesine, özüne, temel ilkelerine aykırı önemli düzenlemeler içermekte, sosyal politikanın da sonu anlamına gelecek yaklaşımlara sahip bulunmaktadır.
Bunu gösterebilmek için önce iş hukukunun temel özelliğini açıklamakta yarar var. İş hukukunun temel felsefesi ve özelliği işçinin hukuku olmasıdır. Böyle olduğu için de”bilim kurulu”ndaki profesörler de dahil tüm iş hukuku hocaları derslerinde hep bunu dile getirmişler, iş hukukunun ilk derslerinde temel ilkeleri mutlaka öğretmişlerdir. Bu ilkeler 1) işçiyi koruma ve yardım ilkesi, 2) nispi emredici hukuk kurallarını içermesi, 3) işçi lehine yorum ilkesidir. Bu ilkeler iş hukukunu diğer hukuk dalarından ayırmakta, toplumsal ve hukuksal yaşam içinde önemli özellikler katmaktadır. İş Hukukunun temel ilkelerinin başında gelen “işçiyi koruma ve yardım ilkesi” gereğince çalışma hayatında taraflar eşit kabul edilmez, işçi işveren karşısında zayıf, ezilen ve sömürülen konumunda kabul edildiğinden korunması ve yardım edilmesi gereken bir unsur olarak görülür. Kuşkusuz bu sosyal devletin de bir gereğidir. İş Hukukunu diğer hukuk dallarından ayıran bir diğer özellik de “nispi emredici hukuk kuralları” çerçevesinde iş mevzuatının yalnızca çalışanlar yararına değiştirilebilmesidir. Nispi emredici hukuk kuraları çerçevesinde taraflar arasındaki ilişkilerde uyulması gereken asgari düzey belirlenir, bu düzenleme her zaman taraflar arasındaki anlaşmalar ile işçi lehine değiştirilebilir. Kuşkusuz, bu da çağdaş, sosyal bir devletin gereğidir. Yine iş hukuku, çalışma hayatını düzenleyen mevzuatta bir boşluk olması halinde, yürürlükte olan bir kuralın anlaşılmasında sıkıntı yaşanması halinde kararın işçi lehine verilmesini ilke olarak kabul eder.
İş Hukukunun bu temel ilkeleri çerçevesinde “İş Kanunu Tasarısı” nın “Genel Gerekçesi”ne ve yasa maddelerine bakıldığında, çağdaşlık adına, yeni döneme uyum adına, yukarıda belirtilen temel ilkelerin çok büyük ölçüde göz ardı edildiği görülmektedir. Bu durumu biraz daha iyi anlamak için “Genel Gerekçe”de sık sık geçen “çağdaşlık” kavramını da açıklamak gerekmektedir. Türk Dil Kurumu sözlüğü “çağdaş”ı “aynı çağda yaşayan, muasır; bulunan çağın anlayışına, koşullarına uygun olan, muasır” olarak, “çağdaşlaşmak”ı “çağın tutumuna, anlayışına, gereklerine uymak, muasırlaşmak”, “çağdaşlık”ı “çağdaş olma durumu, modernlik” olarak tanımlıyor. Sözcüğü daha iyi anlamak için açıklamada geçen “muasır, modernlik” gibi sözcükleri de açıklamak gerekiyor. Aynı sözlüğe göre “muasır” “aynı yüz yıl içinde olan” şeklinde, “modernlik” de “çağcıllık” olarak açıklanıyor. Bu kavramlar açısından bakıldığın yasa tasarısını hazırlayanların çağdaşlığı büyük ölçüde sermaye açısından algıladıkları anlaşılıyor. Çünkü, çağın gereklerinden söz edilirken hep işverenlerin ihtiyaçları göz önüne alınmış, taraflardan korunmaya muhtaç olan emek cephesi ise fazlaca önemsenmemiştir. Çalışanlara yönelik koruyucu düzenlemeler ise uygulamada hayata geçirilmeyecek, denetimi de yetersiz kalacak olan düzenlemelerdir. Bu durumda çağa uygun yeni yasa, işçinin değil işverenin yasası olacaktır. Kuşkusuz bu yaklaşım, iş hukukundaki köklü bir değişimin, dönüşümün de ifadesidir. Artık korunması gereken işçi değil, işveren ve işyeridir. İş hukukunun felsefesine, ilkelerine yönelik bu temel değişimi gerekçelendirmek gerekmektedir.
“Genel Gerekçe” bu “kaçınılmazlık” şöyle açıklanmaktadır: “… yeni teknoloji tıpkı 18 yüzyılda başlayan ve 19. yüzyılda sosyal ve siyasal yapıyı değiştiren sanayi devrimi gibi insanlık tarihinde bir dönüm noktasıdır. Sanayi devrimi, iletişim olanaklarının kısıtlı olması nedeniyle etkilerini ancak yüz yıllık bir süreç içinde ortaya çıkarabilmiş iken, bilgisayar teknolojisi çok kısa sürede tüm dünyada etkilerini göstermiştir. Nitekim bu yeni teknoloji nedeniyle yeni çalışma türleri hızla yaygınlaşmış işin düzenlenmesinde yepyeni model ve uygulamalar ortaya çıkmıştır: kısmi süreli, çağrı üzerine çalışmalar, ödünç iş ilişkileri, iş paylaşımı modelleri, belirli süreli hizmet sözleşmelerinin ve alt işveren uygulamalarının yaygınlaşması bu değişim sürecinin bazı örnekleridir”.
Bu türden değişimler emek cephesi tarafından da kabul edilmektedir. Ama bu kabul, sermayenin yasalara rağmen çalışanlar aleyhinde geliştirdiği bu yaklaşımın yasalaşması anlamına da gelmiyor. Tersine emek cephesinde bu türden bir değişimin kabulü, bu yeni oluşumları yasalaştırmak yerine, çalışanlar lehine yeniden düzenlemeyi ve emeğin istismarını önlemeyi gerektirir. Tıpkı 19. yüzyıldaki sanayi devriminin yol açtığı değişimde ezilenlerin korunması gerektiği düşüncesi ile işçilere yönelik olarak iş hukukunun oluşturulması düşüncesinde olduğu gibi. Üstelik, şimdi yeni dönemde de benzeri durum söz konusudur ve işçiler her zamankinden daha fazla korunmaya muhtaçtır. Bir değişim düşünülecekse bu yönde düşünülmelidir, servetine servet katan, rekabet adına yaşamları yıkan, yoksulluğu derinleştiren, gelir dağılımını bozan sermayenin doymak bilmeyen iştahı yönünde değil.