Öncelikle, Irak rejimi ve içerdeki destekçileri. ABD savaşı askeri açıdan oldukça hızlı bitirdi ve (aralarında birçok askeri uzmanla birlikte benim de olduğum) uzun zor bir savaşın daha olası olduğunu tahmin eden bizler yanıldık. Ancak söylenmelidir ki, göreceli olarak hızlı bir zafer, şahinlerin Irak rejiminin herhangi birine karşı ciddi bir askeri tehdit oluşturduğu yönündeki tezlerini geçersizleştirmektedir. […]
Öncelikle, Irak rejimi ve içerdeki destekçileri. ABD savaşı askeri açıdan oldukça hızlı bitirdi ve (aralarında birçok askeri uzmanla birlikte benim de olduğum) uzun zor bir savaşın daha olası olduğunu tahmin eden bizler yanıldık. Ancak söylenmelidir ki, göreceli olarak hızlı bir zafer, şahinlerin Irak rejiminin herhangi birine karşı ciddi bir askeri tehdit oluşturduğu yönündeki tezlerini geçersizleştirmektedir.
Bunu savaşın bir saçmalık olduğunu düşünen bizlerin hatalı olduğumuz fikri mi izleyecektir? Böyle düşünmüyorum. Foreing Policy’deki makalemi (Temmuz/Ağustos 2002) şu cümlelerle başlatmıştım: “Birleşik Devletler düşüşte mi? Bugün buna çok az insan inanmaktadır. Tek inananlarsa, düşüşü tersine çevirecek politikaları yüksek sesle dile getiren ABD’li şahinlerdir.” Şahinler şimdi bunu başardıklarını düşünüyorlar. Şişmiş bir öz-güvenle öne atılıyorlar. Napoleon’un şu özdeyişini uyarlamış gibi görünüyorlar. “Atılganlık, atılganlık, her zaman atılganlık.”
Suriye’ye karşı bir kampanyayı başlatmak için savaşın bitmesini bile beklemediler -kısmen, ABD’ye karşı dostane olmayan bir politika yürüttüğü, Ortadoğu’da kilit bir rol oynadığı ve askeri olarak tamamen çaresiz olduğu için seçilmiş bir hedef. (En azından bugüne kadar) Irak’ta kitle imha silahları bulamamış olan ABD hükümeti şimdi bunların Suriye’de bulunabileceğini öne sürüyor. Rumsfeld onu “haydut devlet” ilan etti. Başkan Bush’unsa Suriyelilere basit bir öğüdü var: ABD ile işbirliği yapmalılar.
Eski rejimin yıkılması ve yerini bir dizi yerel savaş ağasına bırakması dışında birşey elde edemedikten sonra Afganistan’dan Irak’a yönelen ABD şimdi başka bir yere yönelerek aynısını Irak’ta da mı yapacak? Çok muhtemelen. Eğer Suriye bir sonrakiyse, Suriye’yi kim izleyecek? Filistin ve Suudi Arabistan mı, Kuzey Kore ve İran mı? ABD rejiminin iç çemberlerinde şu anda öncelikler konusunda sıcak bir tartışmanın yürütülmekte olduğuna kuşku yok. Ama ABD’nin şimdi diğer askeri tehditlere yöneleceği konusu tartışma dışı. Rejim dünyanın geleceğini kendi ellerine alacağından (ya da almak zorunda olduğundan) emin görünüyor ve kendi eylem çizgilerinin hikmeti konusunda en küçük bir alçakgönüllülük işareti bile göstermiyor. Sonuçta, Stalin’in ünlü sözü gibi, Papa’nın kaç tane birliği var? Yine de, belirlemiş oldukları görünen önceliklere bakılmalıdır. Birinci sırada Ortadoğu’nun yeniden biçimlendirilmesi var gibi görünüyor. Bu da üç kilit unsurdan oluşuyor: düşman rejimlerden kurtulmak, Suudi Arabistan’ın iktidarını (belki de teritoryal bütünlüğünü) ortadan kaldırmak ve Filistinlilere bir Bantustan rejimini kabul ettirmek yoluyla bir çözüm dayatmak. Suriye konusunu Birleşik Devletler’in güvenliğine karşı yeni bir “tehdit” olarak acilen öne sürmelerinin nedeni budur.
İnanıyorum ki, Ortadoğu’daki bu yeniden örgütlenme devam ederken ABD, Kuzey Asya’daki durumu dondurmayı tercih edecektir. Acil askeri eylem risklidir ve şahinler Çin’i Kuzey Korelileri nükleer emellerini ilerletmemeye ikna etmek üzere kullanmayı ummaktadırlar. Böyle bir ateşkes ABD’li şahinlere diğer işlerini öncelikle halletmeleri için zaman verecek, Kuzey Kore’ye daha sonra elleri daha boşken sıra gelecektir. Çünkü Kuzey Kore rejiminin ayakta kalmasına izin vermeye niyetleri yok.
Tahminimce ikinci öncelik ülke cephesi olacaktır. Şahinler ABD hükümet bütçesini askeri harcamalar dışında hiçbir şeye yer bırakmayacak şekilde biçimlendirmek istiyorlar. Ve diğer harcamaları kesmek için tüm diğer cephelere yüklenecekler – federal vergileri indirerek sosyal güvenlik ve sağlık harcamalarından yapabildikleri kadarını özelleştirecekler. İfade özgürlüğünü de kısıtlamak istiyorlar – dünyanın geri kalanıyla uğraşmak için ellerini serbestleştirmek ve iktidar üzerindeki pençelerini sürekli kılmak için. Acil konu yasanın üç yıl içinde ortadan kalkmasını gerekli kılan bir maddesi olan sözde Yurtseverlik Yasasını süreklileştirmektir. Yurtseverlik Yasası bugüne kadar öncelikle Arap ya da Müslüman kimlikli kimselere karşı uygulanmıştır. Ancak federal yetkililerin yasanın sınırlarını keskin biçimde genişletmek isteyecekleri beklenebilir. Her iki konuda da, 2004 seçimleri yaşamsal önemdedir.
Avrupa, muhtemelen üç numaralı önceliktir. Şahinler Avrupa muhalefetinin arkasındaki desteği kırmanın Ortadoğu ya da ABD muhalefetinde olduğundan daha zor olduğunun farkındalar. Bu yüzden muhtemelen biraz bekleyecekler, Avrupalıların iradesini ölümcül biçimde kırmak için yeterince şok ve dehşet saçarken içlerinden saymayı sürdürecekler. Boş zamanlarında ABD’li şahinler Kolombiya’ya birlik gönderilmesi, ABD’nin yeni bir Küba işgali konusunu ele alması ve yerküre üzerindeki pençelerini sıkıştırması gibi konuları gündeme getireceklerdir. Kabul edilmelidir ki, ABD’li şahinler büyük düşünüyorlar. Atılganlık, atılganlık, her zaman atılganlık. Aynı Foreign Policy makalesinde şöyle demiştim: “Bugün, Birleşik Devletler gerçek güçten yoksun bir süpergüç, kimsenin takip etmediği ve pek azının saygı duyduğu bir dünya lideri, denetleyemeyeceği bir küresel kaosa hızla dalan bir ulustur.” Bugün de bu saptamayı yeniden onaylıyorum, özellikle de Irak’a yönelik ABD askeri fethinin ışığında. Bu görüşüm ABD’nin dünya sistemi içindeki düşüşünün konjonktürel değil, yapısal olduğu yönündeki inanışımdan kaynaklanıyor. Bu düşüş tersine çevrilemez. Kuşkusuz, daha akıllıca yönetilebilir, ancak bu da tam da bugün olmayan şeydir.
Yapısal düşünün iki temel öğesi bulunmaktadır. Biri ekonomik, ve ikincisi politik/kültüreldir. Ekonomik öğe gerçekten de oldukça basittir. Temel yetenekler -ulaşılabilir sermaye, insani vasıflar, araştırma ve geliştirme- açısından batı Avrupa ve Japonya/Uzak Asya, Birleşik Devletlerle rekabet edebilir düzeydedirler. ABD’nin parasal avantajı -doların rezerv para olması- daralmaktadır ve muhtemelen kısa sürede de ortadan kalkacaktır. ABD’nin askeri alandaki avantajı uzun dönemde ekonomik alanda bir dezavantaja dönüşmektedir, çünkü sermayeyi ve icatları üretken girişimlerin dışına çekmektedir. Dünya ekonosini artık oldukça uzamış olan durgunluğundan çıkmaya başladığında, hem batı Avrupa ve hem de Japon/Uzak Asya işletmelerinin ABD temelli işletmelerden daha başarılı olmaları muhtemeldir.
ABD otuz yıldır temel rakiplerine kıyasla tırmanmakta olan bu ekonomik düşüşü politik/kültürel araçlarla yavaşlattı. Bunu yapmasını sağlayan iddialarını (hür dünyanın lideri olarak) elinde kalan son meşruiyet kırıntıları ve Sovyetler Birliği’nin süren varlığı üzerine dayandırdı. Sovyetler Birliği’nin çöküşü bu iddiaları ciddi biçimde ortadan kaldırdı ve dünya sisteminde artan anarşiyi açığa çıkardı – eski Sovyet bölgesindeki “etnik” savaşlar, birçok Afrika devletindeki iç savaşlar, iki Körfez Savaşı, Kolombiya iç savaşının büyüyen kanseri, ve çok sayıda Üçüncü Dünya ülkesindeki ciddi ekonomik daralmalar.
Reagan, baba George Bush ve Clinton dönemlerinde ABD batı Avrupa ve Japonya/Uzak Asya ile onları esas olarak bir Kuzey/Güney mücadelesinin aynı saflarında tutmak üzere görüşmeye devam etti. Oğul George Bush döneminde ise şahinler bu stratejiyi bir kenara fırlatarak onun yerine tektaraflı maşizmi koydular. Kimsenin kimseye sırtını dönemediği bir ortam oluştu ve Saddam üzerindeki ABD zaferi, bu olguya rağmen değil, tam da tersine bu kadar çok korktukları için onları daha da havalandıracaktır.
Meşruiyet konusunda i
ki şey belirtilmelidir. Mart ayında, Birleşik Devletler BM Güvenlik Konseyi’nden bir önergeyi geri çekmek zorunda kaldı. Bu ABD açısından gerçekten önemli ve George Bush’un dünyanın her yerindeki liderleri defalarca telefonla aramasını da içeren biçimde tüm gücünü harcadığı bir konuyla ilgiliydi. ABD son 50 yıldır ilk kez Güvenlik Konseyi’nde 9 oyluk basit bir çoğunluğu elde etmeyi başaramadı. Bu aşağılanmadır.
İkinci olarak, “emperyal” sözcüğünün kullanımını belirleyelim. İki yıl önce, emperyalizmden sözetmek dünya solunun tekelindeydi. Birdenbire, şahinler terimi olumlu bir vurguyla kullanmaya başladılar. Ve sonra, hiç de solda yeralmayan batı Avrupalılar, ABD’nin emperyal emellerinden kaygı duyarak terimi kullanmaya başladılar. Ve Saddam Hüseyin’in düşmesinden bu yana, birdenbire terim neredeyse tüm haber öykülerinde geçmeye başladı. Şahinler bunu kullanmanın akıllıca olduğunu düşünseler bile, emperyal(izm) gayrımeşrulaştırıcı bir terimdir.
Askeri güç dünya tarihinde hiçbir zaman üstünlüğü korumak için yeterli olmamıştır. Meşruiyet yaşamsaldır, en azından dünyanın önemli bir kısmı tarafından tanınan meşruiyet. ABD’li şahinler ABD’nin meşruiyet iddiasını çok temelden sarstılar. Ve böylelikle de ABD’yi jeopolitik arenada geri dönülmez biçimde zayıflattılar.