Açıkça görülmektedir ki, hızlı askeri fetih ve ABD’nin Irak’ta giriştiği yıkım, Bush’a ve savaşa yönelik akıldışı, şovenist bir destek dalgası yarattı. Kaltak başarı tanrıçası -bu, “başarılı” bir soykırım bile olsa- Birleşik Devletler’de bir destekçiler güruhuna sahip. Bu da ABD’deki savaş karşıtı hareket ve popüler duyarlılıklar hakkında bir dizi tatsız ve zor soru yaratmaktadır. Savaş öncesi […]
Açıkça görülmektedir ki, hızlı askeri fetih ve ABD’nin Irak’ta giriştiği yıkım, Bush’a ve savaşa yönelik akıldışı, şovenist bir destek dalgası yarattı. Kaltak başarı tanrıçası -bu, “başarılı” bir soykırım bile olsa- Birleşik Devletler’de bir destekçiler güruhuna sahip. Bu da ABD’deki savaş karşıtı hareket ve popüler duyarlılıklar hakkında bir dizi tatsız ve zor soru yaratmaktadır. Savaş öncesi muhalefeti, yükselmekte olan “yeni bir moral güç” olarak yüceltmiş olan aydınların yanılmış oldukları açıktır. Savaş bir kez başladığında birçok savaş karşıtı çark edip savaşı destekledi. Daha kalabalık bir güruhsa, Irak yenilip, Irak toplumu yıkılıp, Iraklılar aşağılandığında dışarılara çıkıp bayrak salladılar. Savaş, bazı ilerici aydınların umut ettiği gibi muhalefeti yükseltmedi, askeri başarı protestoyu azalttı ve şovenist duyarlılıkları yükseltti. Üstelik Bush, Rumsfeld, Wolfowitz ve diğerleri yağmacıların ve örgütlü çetelerin tüm toplumu yağmalamalarına izin verdiklerinde, artık popüler öfkeden eser bile kalmamıştı – sadece az sayıda profesyonel arkeolog ve yaratıcı, insanlığın uğradığı bu kayıpları lanetlediler.
ABD barış hareketinin, özellikle de ordu Bağdat’ı işgal ederken ve fethederken ortaya çıkan bu çöküşü ve hatta savaşa onay vermesi nasıl açıklanabilir?
En önemli yegane öğe Irak tarafından yapılacak ölümcül bir “saldırı” korkusunun yerini Bağdat’ın ABD ordusu tarafından fethi ve işgalinin “güvenliği”nin almasıdır. Bir başka deyişle, birçok ABD’li savaş karşıtı, ahlaki ilkeler ya da dayanışma tarafından motive edilmemişti – savaşa karşı çıktılar, çünkü ABD toplumunun ya da askerlerinin olumsuz biçimde etkileneceğinden korkuyorlardı. Bir kez ABD’de ya da Irak’ta ciddi bir misilleme şansı olmadığı, ABD ordusunun tam denetimi sağladığı açıklık kazanınca (Bush işgalden önce Irak’ın etkin biçimde silahsızlandırılmış olduğunu biliyordu), bağlılıklarını pekiştirdiler ve savaş ağalarına destek verenlere katıldılar.
Medya, askeri başarıları ve işgali, ABD askeri ve sivil liderlerinin stratejik dehasının bir ürünü gibi sundu. Medya Iraklılara yönelik tüm teslim alma ve aşağılama girişimlerini, ABD askerlerine ve sivillerine yönelik “tehditi” azaltma girişimi olarak gösterdi. Iraklıların hiçbir kitle imha silahı saldırısında bulunmaması ve başlıca petrol kuyuları ve rejim saraylarına yönelik ABD işgali imgeleri medyada yer aldı ve ABD yurttaşlarının çoğu tarafından iyi ve hoş şeyler olarak kabullenildi. Birçok ABD yurttaşının psikosunda, tehlike eksikliği, bir şovenizm şöleni ve şeytani dehaların yüceltilmesi olarak karşılık buldu. Savaş yanlısı ideologlar ve onların destekçileri yeni savaşların önünü açarken daha da saldırganlaştılar. Şüpheliler ve eleştiriciler savunmaya geçtiler ve bazıları kitlesel yağma, ABD işgalini protesto eden Iraklıların öldürülmesi görüntüleriyle, hiçbiri Irak’ın dumanı tütmekte olan bir çöplüğe çevrilmesine en ufak bir ilgi bile göstermeyen komşularının ve iş arkadaşlarının azgın şovenist davranışları nedeniyle demoralize oldular. Eğer ABD yurttaşlarının genel kitlesi arasında bu yönde en ufak bir ilgi bile oluşmuş olsaydı ABD’li “kurtarıcıları” “selamlamakta” oldukları varsayılan “kitlelerin”, 5 milyonluk kentlerde yüzleri bile bulmadığını fark etmeleri de mümkün olacaktı.
Devrilen Saddam heykellerinin yerini dalgalanan ABD bayraklarının aldığını ve heykelleri yıkmakta olan bir avuç Iraklının arasında ABD askerlerinin de bulunduğunu görebileceklerdi. Musul, Bağdat, Necef, Nasırıye ve birçok diğer kentte, binlerce cesur Iraklı Saddam Hüseyin’den olduğu kadar ABD’den ve onun atanmış sürgün yardakçılarından da özgürlüklerini talep etmek için ABD silahlarının, tanklarının ve helikopterlerinin üzerine yürüdüler. Ama ABD yurttaşları gururla “fetihçi kahramanlar” (“bizim cesur askerlerimiz”)-eski zalimlerinden ve şimdiki savaş ağalarından özgürlük talep eden barışçı göstericilerin katilleri- üzerine atıp tutmayı sürdürdüler. ABD kamuoyunun çoğunluğu ABD’li bir generalin 23 milyon Iraklıyı yönetmesini tınmıyor. Gazeteler yeni askeri yönetici rolündeki General Franks’ın işgal kutlamalarını görmekten mutluluk duyuyorlar. ABD yurttaşlarının yüzde 80’e yakını Irak’ın fethedilmesi, yıkılması ve kültürel olarak tecavüze uğramasının değerli bir savaş olduğuna inanıyor. Savaşın meşrulaştırılmasına yönelik tüm resmi girişimlerin yalandan ibaret olduğunun açığa çıkmasına rağmen generalleri ve yönetimi “onurlu” bir savaş yürüttükleri için kutluyorlar. Hiçbir kitle imha silahı bulunmadı; El Kaide ile hiçbir bağlantı kurulamadı; sivil nüfusu korumaya yönelik hiçbir girişim olmadı; hastaneler korunmadı. Tersine, ABD işgal kuvvetleri – binlerce yaralı ve öksüz çocuk, kadın, yaşlı ve asker acı içinde kıvranırken ve daha şanslı olanları iyileştirilebilir yaralarıyla hastane koridorlarındaki kan göllerinde can verirken- hastanelerin saldırıya uğramasına ve ilaç ve ekipmandan yoksun bırakılmasına izin verdiler.
İyimser ilericilerin beklentilerinin tersine, ABD yurttaşlarının büyük çoğunluğu ABD destekli barbarların ve yağmacıların pençelerindeki Iraklıların acılarına karşı tamamen ilgisizdir. Sadece bazı kızgın sanatçılar protesto ettiler. Birçok kent ve kasabada, yurttaşlar “cesur silahlı erkek ve kadınlarımızı karşılamaya” hazırlanıyor, B-bombalarının, füzelerin ve misket bombalarının savaşı bu denli hızla, kesinlikle ve başarıyla… sadece 121 ABD askerinin ölmesi pahasına sona erdirmiş olmasından mutluluk duyuyor. “Suriye’yi getirin”, “İran’ı getirin”. Amerikan Lejyon’u ve Yabancı Savaşlar Gazileri’nin bira lokallerinde, ama aynı zamanda da büyük Yahudi örgütlerinin iyi ayarlanmış ama kışkırtıcı seslerinde, gerçek başkanları Ariel Şaron’un bu sözlerinin yankılandığını duyar gibi oluyorum.
Bu ne bir diktatöre karşı verilen bir “savaş”, ne de hatta Irak halkına yönelik basit, çirkin bir katliamdır, bu bir uygarlığın modern barbarlar tarafından planlı biçimde imhasıdır- evlere, fabrikalara, bürolara, su işleme tesislerine, kamu hizmetlerine doğrultulmuş yüksek teknolojili kitle imha silahlarıyla, 5000 yıllık bir uygarlık ve 30 yıllık bir modern laik Arap devletinin mirasını yok eden ilkel barbarlar ve paramiliter güçleri birleştiren modern barbarlar. Vandallar bir ulusun arşivlerini, kütüphanelerini ve araştırma kurumlarını yok etmek, İslam sanatının değer biçilemeyecek antik kalıntılarının ve mücevherlerinin en ünlü arkeolojik müzelerini soymak, üniversitelerini, okul kayıtlarını, hastanelerini, modern Irak yaşamının olduğu kadar Irak ulusal mirasının en önemli öğelerini detaylandıran belgeleri imha etmek üzere harekete geçtiler. Bu bir halkın kabul gören bir ulus olarak varolması için gereken her şeyin sistematik biçimde yok edilmesidir.
Vandallar tarafından yapılan yağmanın ABD hükümetinin planlı bir siyaseti olduğu şüphesizdir. Washington, savaştan önce, müzelere ve değerli tarihi arşivlere yönelik tehlike konusunda uyarılmıştı. Yine de Washington, Ocak ayında, antika satıcılarıyla, yağmalanan sanat eserlerinin satış ve ihraç kurallarını “özgürleştirmek” üzere görüşmeyi tercih etti. Perlstein ve diğer Amerikan sanat ticareti temsilcileri ABD’den Irak’ın, sanat eserleri ve antikalar konusundaki “korumacı” siyasetini ortadan kaldırmasını talep ettiler. İşgal başladığında ve Irak yurttaşları müzeleri, arşivleri ve hastaneleri korumak ü
zere ABD’li askerler ve yetkililerle kavgaya tutuştuklarında, dışarı sürüldüler. Yurttaşlar, evlerini ve işlerini vandallardan korumaya çalıştıkları bazı örneklerde, Saddam Hüseyin’in destekçileri olarak Deniz Piyadelerine şikayet edilip öldürüldüler. Dünyanın en büyük savaş suçlusu Rumsfeld her zamanki sinik ve günahkar şakacı üslubuyla vandalları cesaretlendirdi. “Savaştan sonra her zaman yağma olur.” Ve ekledi, “yapabileceğimiz bir şey yoktu…özgürlük kötü şeyler yapma özgürlüğü demektir.”
200 binlik ABD silahlı kuvvetleri büyük kentleri işgal etti, petrol kuyularını korumaya aldı, başkanlık saraylarını zaptetti, şehir merkezlerindeki büyük caddeleri denetim altına aldı -her yerde helikopterler, makinalı tüfekler, tanklar- dünyanın en güçlü ordusu gözlerinin önündeki yüzlerce hafif silahlı suçluyu ve yağmacıyı durduramadı, öyle mi?
Bunun basit bir görmezlikten gelme olduğuna inanmak için insanın fena halde salak olması gerekir. ABD’de süper marketlere yönelik isyan ve yağmalar olduğunda, Ulusal Rezervlere “öldürmek üzere ateş etme” izni verilir… ve onlar da çoğunlukla Siyahları ve İspanyolları öldürürler, ama insanlık mirasını yağmalayan vandalları asla.
Yağma ABD imparatorluğunun mantığını takip etmektedir. Önce yaptırımlar, ülkenin yoksullaştırılması ve yeni kuşağın sağlığıyla oynanması; sonra ekonominin ve altyapının temellerini yok eden savaş; onu paramiliter gruplar tarafından bir uygarlığın tarihsel hafızası, sembolleri ve izlerinin silinmesini amaçlayan yağma izler; ve son olarak da ülkenin bir şeyhler, mollalar, kötü ünlü sürgün kaçkınlar, kabile tiranları ve yerel gangsterler kümesi arasında – ABD generalleri ve ABD deniz piyadelerinin yönetimi altında ve yabancı yöneticiye yaranma gayretindeki sadık polislerin ve yerel görevlilerin koruması altında- paylaşılması. ABD’nin vandalları ve hırsızları kullanma biçimi Lübnan’daki İsrail işgali ve Sabra ve Şatila’daki Filistin sürgünlerinin yağmalanması ve katledilmesi için Maronit milislerinin kullanılması örneğini tekrarlamaktadır. Hastanelerin, okulların, sağlık ve eğitim bakanlıklarının, toprak mülkiyet kayıtlarının ve kültür merkezlerinin yıkımı Cenin, Ramallah ve Nablus’u hatırlatmaktadır – bu şimdi ulusal çapta tekrarlanmaktadır. Emperyal barbarlar “nihai çözüm”ü tamamlamak – gururlu bir tarihi ulusu, bağımlı ve zalim vasalların parçalanmış ilkel beylikleri kümesine indirgememek- için yerel vandalları kullanıyorlar.
Güçten sarhoş olan, kitlesel kamuoyu desteğiyle şımaran, Ariel Şaron ve onun Bush yönetimindeki Siyonist yandaşları tarafından kışkırtılan emperyal barbarlar, Irak’ı işgal ve imha etmek için kullanılan aynı formülü yeniden işlemden geçirerek, acilen Suriye ve İran’a yönelik yeni fetihlere hazırlanıyorlar. Emperyal savaşların itici gücü artık petrol değil, İsrail’in bölgesel çıkarları. Yüksek düzey bir CİA analisti bunu ABD Ulusal Kamuoyu Radyosunda çok açıkça dile getirdi… “Irak’tan sonra, ABD’li siyasetçiler İsrail’in bölgenin sorgulanamaz süper gücü olmasını garanti altına almak üzere Suriye ve İran’da rejim değişikliği ya da düzenlemesi peşinde olacaklardır.”
ABD imparatorluğunun “şeytani dehası” ülkeyi hasta etmiştir- hastalık küçük bir yaradan kangrene dönüştü. ABD’nin fetih savaşlarını asker kaybetmeksizin başarıyla sürdürebileceği inancı şimdi Kuzey Amerikalıların genel kitlesi arasında geçerli akçe olmuştur. İmparatorluğun yüksek teknolojili barbarları tasmalarını kopardılar. “Neden yağma ve yıkım?” diye soran hoşnutsuz eleştiricilere, Rumsfeld, “Neden olmasın?” diye yanıt veriyor. “Biz kazandık- Onlar kaybetti.” Rumsfeld, Şaron, generaller ve Washington’daki İsrail yardakçıları Irak halkını sonsuza kadar yenmediler. Yardakçı vasallar, kukla “başbakanlar”, imparatorluk atamalı bakanlar çoktan şüphe çekmeye ya da açıkça reddedilmeye başlandılar. ABD işgal güçleri sokaklardaki tüm “yabancılar”dan ürküyor – çünkü onlar asla savaşmadan fethetmiş olan tek ordu… (her şeyi bombalar onlar için halletti.)Onları bütünüyle reddeden on binlerce Iraklı karşısında paniğe kapılıyor, ateş açıyor, öldürüyorlar ama sivil baskı yükseliyor. Sloganları, “Ne Saddam, ne ABD”, demokrasi ve gelişme için gereken programın tamamı olmayabilir… ama bu bir başlangıç. Irak halkı bir kez daha küllerinden yeniden doğuyor, bu 5000 yıllık bir uygarlık, fetih ve ulusal kurtuluşun öyküsü.
Çev. Sendika.Org