Telaşın gizlediği Geçen hafta, korku ve telaş içinde olan yalnızca AKP hükümeti değildi. Bush yönetiminde de benzer bir ruh hali görülüyor. Onlar, “ya bu savaş daha fazla gecikir, hatta engellenirse” diye korkuyorlar. Örneğin Saddam, El Samud füzelerini imha etmeyi kabul ettiğini açıkladı. Hans Blix bunu “çok önemli bir gerçek silahsızlanma adımı” olarak niteledi. Ama, Bush […]
Telaşın gizlediği
Geçen hafta, korku ve telaş içinde olan yalnızca AKP hükümeti değildi. Bush yönetiminde de benzer bir ruh hali görülüyor. Onlar, “ya bu savaş daha fazla gecikir, hatta engellenirse” diye korkuyorlar. Örneğin Saddam, El Samud füzelerini imha etmeyi kabul ettiğini açıkladı. Hans Blix bunu “çok önemli bir gerçek silahsızlanma adımı” olarak niteledi. Ama, Bush yönetimi sözcüsü Ari Fleischer’e göre, “başkan ancak Saddam’ın gitmesiyle tatmin olacak”. Böylece, yönetim, New York Times’ın bir yorumcusuna göre “çıtayı aşılması çok zor bir düzeye yükseltti” (01/03). Halbuki 21 Ekim’de yaptığı bir konuşmada Bush, “Eğer Saddam silahlardan arınırsa rejim de değişmiş sayılır” diyordu.
Bush yönetimine göre Saddam’ın bu tür açıklamaları, yalnızca bir geçiktirme taktiği. Gecikme deyince, ilk anda akla bölgedeki iklim koşulları geliyor. Ama ilginçtir, NYT’nin aktardığı na göre Pentagon’un böyle bir derdi yok. Onlar “Gerekirse her mevsimde savaşabiliriz” diyorlarmış.
Telaşın arkasında başka nedenler var. Birincisi ABD genel seçimleri. Bush yönetimi hızlı ve yoğun bir savaşla “zafer kazanıp” seçimlere öyle gitmek istiyor. Savaş yılın ikinci yarısına doğru kaymaya başlarsa, seçim hazırlıklarıyla çakışabilir. Bu koşullarda Demokratlar’ın sesi yükselmeye, halk politize olmaya, savaşın ekonomik faturası açıkça tartışılmaya başlayabilir. İkincisi, süre uzadıkça birbirini besleyen iki eğilim güçleniyor. Hem savaş karşıtı muhalefet yükseliyor, hem de Bush’u destekleyen Aznar (İspanya), Berlusconi (İtalya) ve Blair (İngiltere) hükümetleri toplumsal tabanları eriyor. 15 Şubat’ta İngiltere’de 2 milyon insan sokakları doldurdu. İspanya’da 55 kentte büyük gösteriler yapıldı. Kamuoyu yoklamaları, yıllardan beri ilk kez Sosyalist Parti’nin öne geçtiğini gösteriyor. Halkın büyük çoğunluğunun savaşa karşı olduğu İtalya’da Berlusconi hükümeti, bir de yasak sorunlarla boğuşmak zorunda. İngiltere’de Blair hükümeti, Irak’la ilgili kritik bir oylamayı, partisinin temsilcilerinin dörtte biri kendisini terkedince, Muhafazakar Parti’den aldığı destekle kazandı. Çok uzak olmayan bir gelecekte seçim sandığına gitmek zorunda olduklarını bilen bu liderler, şimdi Bush hükümetine, BM Güvenlik Konseyi’nden onayalmadan savaşa gitmemesi için baskı yapıyorlar (Stratfor, 27/02). Üçüncü olarak, savaş geciktikçe Fransız-Alman ekseni güçleniyor, Rusya ve Çin bu eksene yaklaşıyorlar, bir veto olasılığı artıyor. Bu gelişme, daha dar, ama homojen ve Rusya’yla yakınlaşmış bir Avrupa Birliği blokunun oluşmasına zemin hazırlıyor.
Üstelik savaş geciktikçe, Bush yönetiminin ahlaki haklılık ve diplomatik zemini aşındıkça, ülke içinde de propaganda kazaları artıyor. Örneğin, Bush yönetiminin Irak’ı Baas bürokrasisine dayanarak, askeri bir rejimle yöneteceği belli olunca, hem bölgede süresiz kalacağı doğrulanmış hem de Irak muhalefetiyle arası açılmıştı.
Geçen hafta Genelkurmay Başkanı Eric Shinseki “Irak’ı denetim altında tutmak için yüzbinlerce asker gerekir” deyince International Herald Tribune’den William Pfaff’a göre, “Kongre Üyelerinin boğazı düğümleniverdi”. Gerçekte Bush yönetiminin telaşı, “maço” duruşu bir seri çok önemli zaafı, iktidarsızlığı gizlemeyi amaçlıyor.
Ayranı yok içmeye…
Üstelik tartışmalar geliştikçe, daha çok insan, Bush hükümetinin, savaşın, Irak işgalinin ve bölgedeki yeniden inşa sürecinin altından mali olarak kalkmasının olanaksızlığını kavramaya başlıyor. Nitekim Brzezinski de Avrupa ile ilişkileri bozarak tek başına gitmenin, ABD’ye çok pahalıya patlayacağını düşünüyor (Washington Post 17/02).
I. Körfez Savaşı’nda, savaşın yükünü Arap ülkeleri çekmiş, ABD silah şirketleri de bayram etmişti. Bu kez ABD yalnız. Savaş harcamalarından dolayı bütçe açıkları, dış borç gereksinimi ve cari açığı gittikçe artan ABD’nin bir de kendine müttefik bulmak için çok sayıda ülkeye büyük paralar vaat etmesi de (Bunların bir listesi için Hartung & Ciarocca, www.thenation) işin ahlaki yönü bir yana, mali yükü açısından da kaygı yaratıyor. Tabii bu kaygılar, günü geldiğinde vaat edilen paraların ödenemeyeceğini de düşündürüyor.
Bu bağlamda, geçen hafta Asia Times’ta, New York Times’tan Alan Friedman’ın 17 Şubat tarihli yorumunu hedef alan, Henry C. K. Lui, imzasıyla yayımlanan polemik çok öğreticiydi. Friedman, yazısında, Çin’i hedef alarak, özetle, bugün “düzen getirici güçlerle, düzen bozucu güçler” arasında bir III. Dünya Savaşı var diyerek başlıyor ve Çin’i “düzen getirici” ABD kampına destek vermediği için eleştiriyor. Sonra da, “ya ABD, düzeni sağlamaktan vazgeçer küreselleşmeyi korumayı terkedip kabuğuna çekilirse, siz kime mal satarsınız, ekonominizin hali ne olur?” diyerek tehdit ediyor. Bir yatırım bankeri olan Lui’nin verdiği cevaplar ise çok ilginç. Öncelikle düzensizliğin büyük ölçüde, Soğuk Savaş döneminde ABD kampında olan bölgelerden, ABD politikalarından kaynaklandığını vurguladıktan sonra Lui, ABD’nin gırtlağına kadar borçlu bir ülke olduğunu hatırlatıyor; ekonomisinin Ortadoğu petrolü kadar, Çin’den ucuz mal ithal etmeye de gereksinimi olduğunu, bizzat ABD Ticaret temsilcisi Zoellick’in sözlerine atıfta vurguluyor. Küreselleşmeye gelince de Lui, hem Çin’in ABD’yi geçerek Japonya’ya ihracat yapan ülkeler içinde birinci sıraya oturduğunu, hem de “son dönemde, Çin yöneticileri arasında, dolar için ihracat çabasının yerini, içe dönük, ulusal ekonomiye dayalı bir gelişme modelinin hızla kabul görmeye başladığını” hatırlatıyor ve ekliyor, “Sen kimi kandırmaya çalışıyorsun?”
Umalım ki, hükümet ABD korkusunu aşsın, dünyada sanılandan daha çok seçenek olduğunu görebilsin, bu “Tezkere”yi zorla geçirmeye kalkmasın. Aksi takdirde yarın Türkiye’ye vaat edilen paraları alamayacağı gibi karşısında Bush yönetimini bile bulamayabilir. Umarım, o zaman asker, Kuzey Irak bataklığına saplanmadan, elini kana bulamadan kışlasına geri dönmenin bir formülünü yaratır ve Yemen türkülerinin yerini de Musul, Kerkük türküleri almaz.