Özelleşmiş Uzay’da Yıldızlaşmış Taşeronlar / Mehmet Bayram

Kapitalizmin krizi ve kar dürtüsü Amerika’nın her yerinde hastaneleri, okulları kapatırken ulusun iftaharı Uzay Mekiği’nin de nasibini alması kaçınılmazdı bütçe kısıtlamalarından. En zengin bölgelerdeki şehirlerde bile parasızlıktan elektrik faturasını ödeyemediği için belediyelerin gece sokak ışıklarını bile söndürdüğü günümüz Amerika’sında işçilerin işyerindeki can güvenliği, sorunların başında gelmiyor.

Uzay programının insanlı olup olmaması uzun yıllardır tartışılan bir konu. Teknik ve mali açıdan insanlı hava uçuşlarının bilime hiçbir katkısı olmadığı gibi robotlu uçuşların 10 katı fazlasına da mal oluyor. Ama insansız uçuş önerenlere kongrenin verdiği yanıt, “insan yoksa dolarlar da yok” olmuştu geçmişte. Doğru ya, uzayda Amerikan bayrağını sallamayacaksa, yani bilimsel ve askeri üstünlük gösterişi ve kapitalizmin propagandasını yapmayacaksa bunca para harcamanın bir anlamı olabilir miydi?

Mühendis ve bilim adamları geçmişte, mekiğin pilota ihtiyacı olmadığını, yapılması gereken her şeyi insansız yapabileceklerini anlatmışlar ama dünyaya yapacağı psikolojik etki nedeniyle bu öneri reddedilmişti. Ancak yöneticiler, insan taşıyan mekikte kalkışta kanadın altına çarpan parçanın bir hasara meydan verip vermediğini gösterecek kameralı basit bir robot kolu koymayı akıl etmemişlerdi. Çünkü girişimcilik amaçlı yatırımlarda olduğu gibi, ticari değeri yoktu güvenlik sağlamanın.

Ancak her kapitalist işletmede olduğu gibi kar amaçlı başka hesapların perde arkasında dönmesi de kaçınılmazdı.

En yüksek karlılık hesapları “devletçe” yürütülen bir işletmede karlılık kendini ilk aşamada taşeronlaşma olarak göstermiş, bunun doğal sonucu da çalışanların can güvenliklerinden taviz verilmesi olmuştur.

Herkesin “devlet” işletmesi olarak bildiği (ve hatta bu yüzden güvendiği) Uzay Mekiği programı için halkın vergilerinden her yıl 3.2 milyar dolar harcayan ABD hükümeti giderek taşeronları işe yerleştirerek bu paranın %92’sini özel şirketlere aktarmayı başarabilmiştir.

Ama bu taşeron şirketler de herhangi bir şirket olmayıp zaten silah endüstrisinin önünde gelen ve her başkanlık seçiminde geleneksel iki devlet partisine de nehirler gibi para akıtan dev silah şirketleridir. 1996’dan beri bu Yağma Hasan’ın böreğinden yararlanan en başta gelen iki şirket de, Bush’un yakın ilişkisinin olduğu Boeing ve Lockeed Martin’dir. Washington Post’un bile yazdığına bakılırsa genelinde her yerde birbiriyle rekabet eden bu şirketler, bu soygunu ağızlarının tadını kaçırmadan, gönül rahatlığıyla yapabilmek için beraberce bir başka şirket kurarak bunun arkasına saklanmışlar ve adına “Birleşik Uzay İttifakı” dedikleri bu girişimleriyle mekik kontratlarının çoğunu alabilmişlerdir.

Amerikan Uzay Araştırma Merkezi NASA ile 6 yıllık kontrat imzalayan Birleşik Uzay İttifakı cebine hiç yoktan bu süre için 7 milyar dolar atmış, bu da yetmiyormuş gibi ayrıca geçen yaz da 2.5 milyarlık bir “uzatma” anlaşması imzalamıştı.

Fakat iş burada da bitmiyor. Bu kontratın en güzel yanlarından biri de yaptıkları işi devletin denetlememesi oluyordu. Sonsuz bir güvenle, her türlü güvenlik sorununu bu şirketin kendi kendisini denetleyeceği fikriyle devlet, yapılan işin sağlamlığı, güvenliği ve denetimini gene bu şirkete bırakmış ve aradan çekilmiştir.

Özellikle devletin can güvenliğini kontrol etme programından çıkması tabii ki bu şirketlerin ekmeğine yağ sürmekteydi. Geleneksel olarak yapılan “üstbakım” yani kapsamlı bir denetleme ve kontrol yerini “içbakım”a bırakmış, buna göre de işin kalitesi işi yapan firmanın sözüne bağlanmıştı. “Kendi kendini teftiş etmekle” görevli Birleşik Uzay İttifakı hem motordan koparak kanada çarpan parçanın bakımının, hem hasar gören sıcaklık fayanslarının yapım ve bakımının hem de mekik uçuşa geçmeden önce son kontrolleri yapmaktadır. Bunun ne kadar sağlıklı olacağı ise bu kazanın gösterdiği sonuca götürür.

Tüm mekik programı için harcanan paranın üçte birini koparan bu şirketin, yapılan anlaşmaya göre aldığı paranın yüzde kırkını güvenliğe harcaması gerekmektedir ama başka bir merci tarafından denetlenmeyen bir operasyonda bunun ne kadar hayata geçirildiğinin muhakkak sorgulanması gerekir.

Washington Post’un yazdığına göre Birleşik Uzay İttifakı, mekiği kaplayan ve sıcağa dayanıklı fayansları imal ettiği gibi, astronotların eğitimini, uçuş planlamasını ve mekiği meydana getiren 2.5 milyon parçanın birbiriyle ilişkisini kuran milyarlarca satırlık bilgisayar yazılımının desteğini de sağliyor.

Şirketin tüm üst düzey elemanları ve sahipleri ya Uzay Mekiğinin motorlarını yapan Boeing şirketinden ya da mekik programında eskiden çalışmış ama Lockheed Martin ile de ilişkisi olan kişiler. Birleşik Uzay İttifakı aynı zamanda NASA’nın diğer ülkelerle ortaklaşa girişimi Uluslararası Uzay İstasyonu programını da yürütmekte.

Yıllık 2.4 milyar dolar gibi bir kar yapan Birleşik Uzay İttifakı şirketine aynı zamanda öteki taşeronları da denetmesi görevi verilmiş. Bu arada özelleştirmelerle ve taşeronlaşmayla Houston’da NASA için çalışan 10,000 kişinin 7,600’ü taşeronlara çalışmaya başlamış, uçuş işi giderek özel ellere geçmiştir. Cape Canaveral istasyonunda durum daha da özel sektör yararına. Orada çalışan 14,000 kişinin 12,600’ü taşeron işçisi artık.

Tüm işi taşeronlara bırakmaktan ve durmadan güvenlikten taviz verildiğini bilmekten bıkan Mekik programı şefi 1996’da bu yüzden istifa etmişti. Çünkü giderek artan isteklere karşın küçülen bir bütçe ve bunun sonucu masrafların kısılması her alanda güvenlik programlarından vazgeçilmeyi ve giderek kontrolü özel sektörün güvensiz denetimine bırakıyordu.

Tüm yumurtalarını tek sepete koymak istemeyen Boeing şirketi ise aynı zamanda askeriyenin (Pentagon) istediği insansız bir uzay programı için de NASA’dan ayrıca 307 milyon dolarlık başka bir uzay ulaşımı programı projesi almıştı. Bu proje NASA programlarını daha da özelleştirecek ve aynı zamanda da ABD hava kuvvetlerinin istekleri doğrultusunda araştırma ve gelişme yapacaktır. Columbia’nın yanması bu projeye ve dolayısıyle Boeing’e müthiş olanaklar sağlayabilir. Washington Post’un bildirdiğine göre geçen yıllarda NASA Mekik programını tamamen özelleştirmeye çalışmış, yepyeni bir motoru Lockheed Martin’e ısmarlamış ama hem bütce hem de teknik sorunlardan proje durdurulmuşdu. Son kazanın bu programı tekrar gündeme getirmesi beklenebilir.

Özelleştirilen Uzay

Uzay mekiğinın yapımı, bakımı ve denetimi özelleştirilen tek alan değil tabii ki. Bundan daha da korkuncu uzayın kendisinin ve ulaşımının özelleştirilmesi. Parayı verenin düdüğü çaldığı gibi, uzayda da parayı veren yıldızlara ulaşıyor. Her ne kadar altyapısının, araştırmaların ve programın tümü vergi veren işçilerden alınmış olsa bile program tamamen özel şirketlerin araştırmalarına, propagandasına ve reklamına dönüştürülmüştür. Halka “bilimsel araştırma” hikayeleri anlatılırken uzayda kristal büyütmek, yapıştırıcı denemek gibi sadece para veren şirketlerin ticari amaçlı çalışmaları gerçekleştirilmiş, hatta uzaydaki çalışma sonucu geliştirildiği söylenen bazı maddelerin yeryüzündeki laboratuarlarda üretildiği ortaya çıkarılmıştı. Amaç, uzay araştırmalarının “insanlık için, bilim için” olduğu propagandasıyl
a halkın vergilerinden fon almak ama esas programı tamamen ticari amaca yöneltmekti.
Özelleştirmenin ilk adımı, çoğu zaman olduğu gibi özel teşebbüsün her işi daha iyi ve daha ucuza yapacağı iddiasıdır. Bunu ispatlamak için de başta bütçe kısılır, para sıkıntısına giren işletmeye talip olan kapitalistlerin aslında işletmeyi “kurtardığı” gösterilir ve devir giderek tamamlanır. 1998’lerde bütçesinde kısıtlamaya gidilen Uzay Mekiği’ne özel teşebbüsün ilk adımlarından biri reklam yoluyla olmuştu. Pizza Hut zincirinin sahibi Tricon Global Restaurants Inc şirket logosunu ayın yüzeyine yazdırmak için araştırma yapmış, astronotlar, bilim adamları ve uzay araştırmacılarıyla yapılan çalışmalar karlılık yüzünden “şimdilik” durdurulmuştu. Ama uzay programının özelleştirilmesinin önü kanunla açıldığı için ayın yüzünde ya da gökyüzünde reklam görmemiz yakın gelecekte gerçekleşecektir. Uydu Endüstrisi Örgütü’nün (Sattelite Industry Association) yaptığı araştırmaya göre daha 1998’de bile uzaydan ticari gelir 65 milyar doları geçmişti. Sadece Amerikan programıyla da sınırlı kalmayan ticari uydu girişimi bu kez 2000 yılının Temmuz’undaki Rus uzay programında da görülmüştü. Uluslararası ortak çalışmanın parçası olan ve uzayda devamlı yaşamayı sağlayacak kapsülün Rusya’dan gönderilmesinden sonra hem taşıyıcı roketin hem de kapsülün üzerinde Pizza Hut adının bulunduğu görülmüştü. Daha da enteresan olanı Pizza Hut restoranlarının uzay araştırmasıyla uzak yakın hiçbir ilişkisinin olmamasıydı.

NASA’nın eski yöneticilerinden Dan Goldin, yaptığı bir konuşmada, “Şu anda Uluslararası Uzay Programındaki ABD’nin bilimsel araştırmalarının %30’u ticari amaçlıdır. İleride talep artarsa tabii ki bunu daha da genişleteceğiz” diyordu.

Ancak daha da korkuncu, söyleminde, “önümüzdeki 5 – 10 yıl içinde uzay istasyonu daha bir yerine oturursa, anahtarları tamamen özel sektöre devretmeyi planlıyoruz. Bu olduktan sonra da devlet, istasyonun kiracı ya da kullanıcılarından sadece bir tanesi olacaktır” diyordu. “10 yıldan sonra bir araştırma yapacağız, istasyonun NASA’nın, uluslararası ortaklarımızın ve özel sektörün isteklerine uygun olduğu saptanırsa program devam edecek, yoksa kapatır gideriz.”

ABD’den daha fazla para sıkıntısı çeken Rus uzay programı uçuşlar için milyonerleri sıraya sokmakta ve uzaydan Omega saatleri, Pepsi Kola, Pizza Hut ve İsrail ürünü süt resimleri göndermektedir.

Bunlar kimseyi şaşırtmamalı çünkü NASA’yı “bilimsel” araştırma yapan bir girişim olarak görenler, onun Uluslararası Uzay Programı’nın giriş bölümünde şu açıklamayı yazdığını göreceklerdir:

“NASA pozisyonunu kullanarak uzayda yeni ticari işlerin yapılmasına çalışacak ve bu karlılığa geçince de programı piyasanın kontrolüne bırakacaktır.”

Beklenen kaza gecikmeli olarak geliyor

Daha iki yıl önce bir uzmanlar komisyonu, geçen kazayı sanki bilircesine Columbia’nın problemlerini 2000 yılında anlatmışlardı. Bir evvelki yıl Temmuz’da uçan Uzay Mekiği’nin sanki bir kazaya uğramaması mucizeydi. Gene uçuşun başlangıcının altıncı saniyesinde kontak yapan bir kabloyu inceleyen uzmanlar taşeronlarca yapılan işin tamamen baştan savma olduğunu görüyorlardı. Bunun üzerine tüm uçuşlar durduruluyor ve sıkı bir araştırma yapılıyordu. Araştırma sonucu ise yapılan işin kabul edilemez olduğu ortaya çıkıyordu. Amatörce, alelacele döşenmiş, ucuz ve evsafsız işgücünün kullanıldığını gösteren izolasyonları sıyrılmış yüzlerce kablonun her an bir kazaya neden olabileceği görülmüştü. Toplam olarak ise 3,500’den fazla hatalı ve tehlikeli işçilik ortaya çıkıyordu. Ayrıca problem sadece Columbia’da değil, öteki Mekikler, Atlantis ve Endaevor’da da aynı şekilde kendini gösteriyordu.
Tehlikeyi bildiren uzmanların uyarısı ise, bu “hataları” yapan ve “kendi kendisini denetlemesi gereken” taşeron şirket Birleşik Uzay İttifakı’na devredilmiş, onlar da kendi kendilerine yaptıkları “bağımsız” araştırmada işçilerinin aşırı çalıştırıldığı ve çok yorgun olduğu suçlamalarına karşı işçilerinin “başka iş yerinde çalışan işçilerden daha yorgun olmadıkları” sonucunu çıkarmışlardı. Ama “güvenlik” konusunu sömürmeyi de unutmayarak, nasıl olsa sonunda kendi keselerine gireceğini bildiklerinden, bütçeden uzay araştırması için 2001 yılı için ek 14 milyar dolar ve 2005 yılına kadar da yıllık 15.6 milyar dolar talep etmişlerdi.

Komisyon, kararında bütçeden yapılan kesintilerin bahane edilerek Mekiğin işletmesinin büyük ölçüde taşeronlara verilmiş olduğu dile getirilmiş ve, “Masraf kısıntısı amacıyla risk idaresi sürecinin yokedilmesini çok kaygıyla karşıladıkları”nı söylemişlerdir.

Geçen Nisan’da ise Uzay Güvenlik Danışma Kurulu başkanı Richard Bloomberg, Kongre’ye verdiği brifingde, “Şimdiki olduğu kadar hiçbir zaman güvenlik açısından bu kadar kaygılı olmamıştım” diyordu. Ancak dalgalarına taş attıkları nedeniyle geçen sene 5 güvenlik uzmanının eleştirel görüşleri yüzünden NASA tarafından işlerinden uzaklaştırıldığını New York Times gazetesi bildiriyordu.

Uzay programının özelleştirilmesi ve sonuçlarına katlanamayan Uzay Mekiği işletme müdürü Jose Garcia, 1995’de Beyaz Saray’a bir mektup yazarak uçuş programının özelleştirilmesinden duyduğu kaygıları sıralıyor ve, “Bir ulusal değeri özelleştirmeli miyiz? Hayır! Bu ne akıllıca ne de Amerikan halkının istediği bir şey olur. Uzay Mekiği Amerikan halkına ait bir ulusal kaynaktır, bir taşerona değil. Ayrıca Mekik çok karmaşık bir Araştırma-Geliştirme aracıdır. Bir kafeteryanin işletmesi gibi kolayca özelleştirilemez. Yerleşmiş kontrollerin temelli bir değişiklikle yokedilerek NASA’nın aradan çıkartılıp bir taşerona verilmesi akıllıca olamaz. İlerideki bir uçuşu ve mürettebatının yaşamını tehlikeye atmaktansa insanlı uçuş programlarının iptal edilmesi daha iyi olur.” diyordu.

Teorik fizikci ve uzay programının ve özelleştirmenin büyük eleştirmeni Michio Kaku, yaptığı istatistik çalışması sonucu günümüzün uçuşlarında böyle bir kazanın zamanının geldiğini anlatmış ve her bir uçuşu bir facia beklentisiyle gözleri kapalı izlediğini anlatmıştır. Ona göre olan, sadece bu aptallığın istatistik kanunları ispatladığıydı.

Beyaz Saray ise taşeronları desteklercesine, “yapılan araştırmada Uzay Mekiğinin güvenliğinden taviz verilmediğinin anlaşıldığı” şeklinde bir yanıtla geçiştiriyordu işi.

Uzay Mekiğinin özelleştirilmesi olayını halka satabilmek için de, “halkın ve vergi verenlerin sırtına yüklenen bu yükten kurtulmak için Mekik programının özelleştirilerek parayı veren şirketlerin programı yüklenmesi gerektiği” nedeni işleniyordu. Her bir uçuşun 500 milyonla 1 milyar dolar arasında olduğu için bunun “halktan çıkarılmaması” mantığı öne sürülüyordu. Anlaşılacağı gibi, bu abartılmış para tuzağında nasıl halkın parasının özel şirketlere peşkeş çekildiğinden bahsedilmiyordu.

Ancak ne kadar aşırı, yüksek ve ahlaksızca yapılırsa yapılsın, hiçbir kar kapitalist için yeterli değildir. Devlet’in aradan çıkarak piyasayı azami kara açmasını tavsiye eden şirketler, devletten kopardıkları bu tatlı kontrat imzalandıktan sonra azami karı masrafları kısarak elde edeceklerini gayet iyi bilirler. Birleşik Uzay İttifakı şirketi de 1998’de azami kar için işçi çıkartmaya başladı. İşçilerin “kendiliklerinden” is
tifa etmesini umduklarını söyleyen şirket sözcüsü işten atılmaların tamamen “devletin denetimi” altında olacağını ve güvenlikten hiçbir şekilde taviz verilemeyeceğini bildiriyordu. NASA sözcüsü de derhal bu açıklamayı doğrulayacakdı.

Bütün bütçe kısıtlamaları, işten çıkartmalar, uzay programının özel şirketlere topyekün devri, gizli askeri programlar ve son İsrail’li pilotun yaptığı gibi casusluk projeleriyle NASA taşeronlaşmaya, özelleşmeye ve askerileşmeye devam etmiş ve en basit güvenlik kontrollerini bile yapmaz duruma gelmişti. Son “kaza”nın olmasından bir gün önce bile Kongre’nin Muhasebe Dairesi, NASA’nın, altında çalıştırdığı taşeronlar üzerindeki kontrolünün “zayıf” ve “geçersiz” olduğunu açıklamıştı. New York Şehir Üniversitesi’nde teorik fizik profesörü Michio Kaku’nun söylediği gibi, “Uzay Mekiği Amerikan kapitalizminin bayrağı, propagandası haline getirilmiş” ve tüm kapitalist işletmelerde olduğu gibi karlılık amacıyla hem astronotların hem de gizliden taşıdığı öne sürülen radyoaktif ve zehirli maddelerle olacak bir kazayla milyonlarca kişinin yaşamı tehlikeye atılmıştır. Bilimsel çalışma maskesi altında halkın vergileriyle ayakta tutulan uzay programı kapitalist şirketlere peşkeş çekilmiş ve sivil ve araştırma amaçlı olduğu söylenen uçuşlar, Amerika’nın, dünyayı güneş sisteminin bir uydusu olarak yokedecek kadar vahşi, saçma ve imkansız “Yıldız Savaşı” programının bir parçası yapılmıştır.

Özelleştirme ve taşeronlaştırma ve kapitalist kriz ile daha kendi medarı iftiharı, propaganda ve askeri amaçlı uzay programındaki astronotlarının bile hayatını tehlikeye atmak zorunda kalan ABD, işçilerinin milyarlarca dolarlık emekliliğini bile kanuna aykırı olarak silip süpürüp yutmakta olan ABD, okulları bile açık tutmakta zorlanan ABD, hastaneleri kapanan ABD, bir de Irak savaşının beklenen milyarlarca dolarlık masrafını da yüklendikten sonra komşularına saldıran ve kendinden fitre ve zekat bekleyen sadık uşaklarına savaş sonrası kaç kuruş bahşiş atabilecektir dersiniz?


Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.

Sendika.Org'u destekle

Okurlarından başka destekçisi yoktur