Brezilya, Arjantin, Venezüella, Meksika, Ekvador, Bolivya, Kolombiya, Peru ve bölgenin diğer ülkelerinde son 10 yıldır muazzam sosyal hareketlere tanık olunuyor. Buradaki gelişim bu yeni liberalizm karşıtı hareketlerin salt muhalif olmaktan çıkarak, Brezilya’da, Venezüella’da, Ekvador’da olduğu gibi ve belki de yakın gelecekte Arjantin’de olacağı gibi iktidara yönelme doğrultusunda gerçekleşiyor. Latin Amerika ülkelerinin ortak özellikleri Latin Amerika […]
Brezilya, Arjantin, Venezüella, Meksika, Ekvador, Bolivya, Kolombiya, Peru ve bölgenin diğer ülkelerinde son 10 yıldır muazzam sosyal hareketlere tanık olunuyor. Buradaki gelişim bu yeni liberalizm karşıtı hareketlerin salt muhalif olmaktan çıkarak, Brezilya’da, Venezüella’da, Ekvador’da olduğu gibi ve belki de yakın gelecekte Arjantin’de olacağı gibi iktidara yönelme doğrultusunda gerçekleşiyor.
Latin Amerika ülkelerinin ortak özellikleri
Brezilya ve Arjantin’de, kısmen Ekvador, Bolivya ve Meksika’da işçi hareketleri büyük bir yükseliş gösteriyor. Ve Brezilya’da işçi hareketi içinden çıkan politik hareket, yeni tipte bir işçi partisi olarak yerel yönetimlerde ve başkanlık seçiminde iktidara geliyor.
Venezüella ve Arjantin’de, kent yoksulları ve işsizler hızla politikleşen bir sosyal güç olarak kendilerini ifade edebiliyorlar.
Bu farklı sosyal dinamiklere rağmen, ortak yön tümünün yeni liberal politikaların mağdurları olmaları. Bu ortak yön aslında tepkilerin benzerliğinde de kendini gösteriyor. Mücadele esasen yaşanan gündelik sorunlara, ekonomik ve sosyal dışlanmaya, yoksullaşmaya; kısacası, uygulanan politikaların sonuçlarına yöneliyor. Bununla birlikte sosyal muhalefet olarak gelişen bu hareketlerin hızla politikleştiği ve sistem karşıtlığına dönüştüğü de bir gerçek.,
Farklı politikalar..
Ancak politikleşme biçimlerinde de bir farklılık, çeşitlilik söz konusu. Örneğin, Venezüella ve Ekvador’da eski subaylar, yoksulların desteğini alarak iktidara geliyor. Bunlar yoksul halkın içinden çıkmayan ama onun talepleriyle buluşan lider hareketleri olarak tanımlanabilir. Venezüella’da darbe yoksulların Chavez’i sahiplenmesiyle atlatıldı.
Brezilya’da ve yeni yeni Arjantin’de ise kitle hareketinin politikleşmesi ve yeni işçi partisi biçimi kazanması süreci öne çıkıyor.
Ama bunların hepsinde ortak olan yön, eski geleneksel sol hareketlerden ideolojik ve örgütsel olarak tamamen farklı, yepyeni hareketler olması. Gelişen sosyal hareketler kelimenin tam anlamıyla yeni. Bu nedenle ideolojik açıdan da amorf bir nitelik taşıyorlar.
Dikkat edilirse, Latin Amerika’nın gelişen sosyal ve politik hareketleri kendilerini Latin Amerika’nın tarihsel kişileriyle ifade ediyor; Peron, Bolivar, Zapata, Che vb. Kendilerini bu kişiliklerle özdeşleştirmelerinin esas anlamı ideolojik değil simgesel. Bu yolla bu kıtaya ait olduklarını, Latin Amerika yurtseveri olduklarını ifade diyorlar.
Yurtseverlik…
Yurtseverlik Latin Amerika sosyal hareketlerinin ortak özelliğini oluşturuyor. Ancak bu ülke ile sınırlı olmayan, asla “dar milliyetçi” ve “kapanmacı” olmayan, kıta ölçeğinde hissedilen bir yurtseverlik. Bu da halklar arasında uluslararası dayanışmanın temelini oluşturuyor. Bir başka deyişle uluslararasıcılığa açık bir yurtseverlik söz konusu.
Meksika’da Zapatistlerin çağrısıyla gerçekleşen yeni liberalizme karşı uluslararası toplantı, Porto Alegre Dünya Sosyal Forumu, Küba, Venezüella, Brezilya dayanışması gibi örnekler de bunu ortaya koyuyor.
Tabii Latin Amerika halklarının özgürlükçü bir kültürel gelenekten gelmeleri, “kurtuluş teolojisi”nin halkların isyan duygusunu bastıran değil, onun önünü açan bir işlev görmesi de önemli.
Türkiye’ye gelince…
Türkiye’de de yeni liberal politikalar 20 yıldır uygulanıyor. Zaman zaman yükselen tepkilere, örgütlü muhalefete tanık olunsa da, bu son 20 yılda Latin Amerika’dakine benzer yaygınlıkta ve sürekli yükselen bir toplumsal muhalefetten söz etmek mümkün değil.
Bunun nedenleri basitçe açıklanamaz, ama bazı gözlemler de bulunmak mümkündür.
1990’lar…
Buna rağmen 1990’lara girilirken örgütlü işçi tepkisi yükseldi. Aşağıdan yükselen bu tepkilerin, yani “Bahar Eylemleri”nin önü bilinçli müdahale ile kesilmeseydi, bu hareketin yaygınlaşması, örgütsüz işçilerle buluşması söz konusu olabilirdi. Ama geleneksel sendikal örgütlenmenin tutuculuğun ötesinde devletçi çizgisi bunu engelledi.
Öte yandan, yine bu yıllarda yükselen Kürt sorunu milliyetçiliğin yaygınlaşmasına zemin hazırladı; bu da işçi sınıfının ekonomik ve sosyal tepkilerinin, yaşanan ekonomik ve sosyal tahribatın kaynağı olan devlet politikalarına sistematik biçimde yönelmesini engelledi. Bir başka deyişle, milliyetçilik yeni liberalizm karşıtlığının gerçek bir sosyal harekete dönüşmesine ket vurdu.
Bir başka boyut, Türkiye’deki politik hareketlerin, akımların geleneksel ideolojik bağlarından kopamaması, gelişmeleri doğru değerlendirememesi, aşırı tutuculukla halkın yeni liberalizme duyduğu tepkileri örgütleyecek yeni yöntem ve araçları kullanamamasıdır. Zaman zaman gelişen örgütlülükler, doğal bir mecrada gelişmeye çalıştırılacağına, ideolojik tutuculukla adeta heder edildi.
Yine Türkiye açısından bir başka özellik, 1970’li yıllarda halk kesimleriyle daha doğrudan bağ kuran sosyal demokrasinin 1980-90’lı yıllarda yeni liberal ideolojiden hayli etkilenmiş olması ve yüzünü yeni liberalizmin mağdur ettiği kitlelere biraz da bilinçli olarak çevirmemesi
dir. Özellikle son seçimde bu “tercihin” politik sonuçları açıkça ortaya çıkmıştır.
Emek örgütlerinin sorunları…
Emek örgütleri de gelişen yoksulluk ve dışlanmışlık gibi olguları önceden değerlendirip, üyelerle sınırlı bir faaliyetten çıkarak, yoksulların bir emek hareketi halinde örgütlenmesine yardımcı olacak örgütsel araçları yaratamamıştır. Bu da tepkilerin örgütlenmesini ve sosyal harekete dönüşmesini engellemektedir.
Bütün bunlara eklenebilecek bir başka olgu ise, Türkiye’de yeni liberal politikalarının sonuçlarının yakıcı biçimde hissedilmesini önleyen geleneksel dayanışma mekanizmalarının ve kentsel rantların varlığıdır. Nüfusun % 40’ının kırsal bölgelerde yaşadığı ülkemizde, geçimlik ekonomi temeline kurulu bir yaşam adeta kanıksanmıştır.
Bununla birlikte kentlere göç, gecekondulaşma, ekmek kavgası, arazilerin değerlenmesi, zenginleşme, yeni göçler ve bu döngünün devam etmesi şeklindeki “nöbetleşe yoksulluk” bugüne kadar devam etmiştir.
Kitleselleşmenin maddi zemini
Ancak vurgulamak gerekir ki bütün bunların da sonuna gelindi. Artık ne kırda geçimlik ekonomi temelinde kanıksanmış bir yoksullukla hayatı idame ettirmek mümkün, ne kır-kent dayanışmasıyla en azından açlık sorununu yaşamamak mümkün ne de kentlerde yoksulluğu yeni göçmenlere devrederek bu işten sıyrılmak mümkün. Bütün bu imkanlar tükendi.
Yakın gelecekte tamamen mülksüzleşen köylülerin yığınlar halinde ucuz işgücü olarak kentlere akması bekleniyor, kentlerde ise yoksulluk hızla açlığa dönüşüyor. Bunun ise “sosyal tardım paketleriyle”, “hayırseverlik” faaliyetleriyle önlenmesi mümkün değil.
Yani, bizde de tepkilerin kitleselleşmesinin maddi zemini bir hayli fazla. Şimdilik bu tepkilerin bireysel biçimlerde ortaya çıkması, yani aile içi şiddette veya kapkaç, hırsızlık gibi suçlarda gözlenen artışta ifadesini bulması kimseyi yanıltmamalı.
Kuşkusuz burada önemli olan, halkın yeni liberal politikalara duyduğu tepkiyi yaratıcı yöntemlerle örgütlü biçimlere büründüren, uluslararası dinamikle de buluşan bir sosyal hareketlenme sürecinin başlatılmasıdır.