Türkiye ise Çankaya’da ki zirvenin ardından savaşa sınırlı destek verileceğini açıklayarak pratikte yaptığı üs ve liman inceleme ve kullandırmanın da politik kılıfını biraz geç de olsa uydurdu. Diğer taraftan Arap-Ortadoğu ülkelerine yapılan Türkiye’de bir savaş zirvesi toplama çağrısı da ipin ucunu çok kaçırmama yönünde bir hamleydi. Hükümetin savaş konusundaki mevcut tutumu ve bu iki yönlü […]
Türkiye ise Çankaya’da ki zirvenin ardından savaşa sınırlı destek verileceğini açıklayarak pratikte yaptığı üs ve liman inceleme ve kullandırmanın da politik kılıfını biraz geç de olsa uydurdu. Diğer taraftan Arap-Ortadoğu ülkelerine yapılan Türkiye’de bir savaş zirvesi toplama çağrısı da ipin ucunu çok kaçırmama yönünde bir hamleydi. Hükümetin savaş konusundaki mevcut tutumu ve bu iki yönlü politika, bir yandan tabanını yatıştırmayı hedeflerken diğer yandan da, uluslararası planda meşrutiyeti tartışmalı savaşa destek verilmemesinden faydalanmayı ve yürütülen kıran kırana pazarlıktan mümkün olan en yüksek faydayla çıkmayı hedefliyor. Taze bir seçim zaferinin ardından ve yüksek kitle desteğiyle iktidara gelen AKP’nin bu konumunu kısa sürede, bir odağa angaje olarak tüketmek istemediği çok açık. İşte bu sebeple bir yandan üs ve limanlar ABD’nin beğenisine sunulurken diğer yandan, beyhude barış zirveleri düzenleniyor. TUSİAD ise, ABD Büyükelçiliğinde yaptıkları toplantının ardından yaptığı savaşa destek çıkan açıklamasıyla, ABD’ci tutumunu hükümete karşı eleştiri olarak yönlendirdi. Bu tutum, sermayenin bağımlığının ve dar görüşlüğünün açık bir kanıtıdır.
Ayrıca Kıbrıs konusunda da yapılan eylemliliklerle, artık Annan Planının taban desteği de olgunlaştı. Ve Denktaş, planı referanduma götüreceğini açıklayarak, bu süreci üstü kapalı bir şekilde kabullenmeye başladı. Artık rotanın belli olduğu bir durumda elbette bu rotanın önündeki engeller de bir şekilde ortadan kaldırılacak.Denktaş’ın istifasından, daha başka şimdilik belli olmayan ekarte planları Kıbrıs için yürürlüğe girecektir.
IMF’nin 4.gözden geçirme için ülkeye gelişine paralel olarak hazırlanan hükümetin açıkladığı özelleştirme programı da; bir yandan kaynak yaratmayı hedefleyen öte yandan da kendi sermaye destek grubunu yaratmaya dönük bir program olarak ortaya çıktı. Ali Babacan’ın da kesin ve takdire değer(!) bir açıksözlülük ile açıkladığı gibi hükümet IMF’ye fazla zorluk çıkarmayacak!
Geçen haftadan sarkan gündemin bir arçası olarak; YAŞ ile gerilen rejim-hükümet ilişkileri YÖK yasa tasarısından öğrenci affının çıkarılması ile gerilimi yatıştırma amacıyla hükümetin attığı bir adım olarak düşünülebilir. Buna karşın 312. maddedeki değişiklikleri içeren yasa da yine Cumhurbaşkanı Sezer’in vetosu ile karşılaştı. Bu durum Erdoğan’ın durumunu pek etkilemese de, AKP konusunda gönüllerin hala rahat olmadığının göstergelerinden biridir.
Tüm dünya da, özellikle ABD’deki savaş karşıtı eylemliliklerin yoğunlaşması, olumlu bir işaret olarak görünürken, toplumsal muhalefetteki bu kıpırdanmayı gerçek temelleri üzerinde yükseltmek ve bunun için gerekli adımları atmak önümüzdeki süreçte yine emek hareketinin temel sorunu olarak görünüyor.
Bu gündeme dahil olarak geçen hafta Gül’ün dikkati çeken bir açıklaması; ABD’nin Türkiye’de medyada savaş propagandası yapılması amacıyla belli bir bütçe ayrıldığıydı. Hemen ertesi gün yalanlanan bu açıklama bir gün gecikmeyle, Tayyip ERDOĞAN tarafından Çin’de teyid edildi. Tüm bu açıklama ne kadar yalanlansa da, medyadaki köşe başlarını tutmuş, “köşe” yazarlar (!) son 15-20 günlük yazı periyodu incelendiğinde gerçekten de bu propaganda bütçesinin gerçekliğine ilişkin kanıt sunar nitelikte görünüyor.