Türk-İş, görüşmeleri yürütmek üzere konfederasyon yönetim kurulu üyelerinin de aralarında bulunduğu Orman-İş, Türkiye Maden-İş, Petrol-İş, Şeker-İş, Yol-İş, Haber-İş ve Türk Harb-İş sendikalarının genel başkanlarından oluşan bir kurul oluşturdu. “Kamu Toplu İş sözleşmeleri Koordinasyon Kurulu” 21 Ocak Salı günü Türk-İş Genel Merkezi’nde hükümet ile yürütülecek toplu iş sözleşmesi görüşmelerinde izlenecek politikayı belirledi. Yapılan açıklamaya göre Türk-İş’in […]
Türk-İş, görüşmeleri yürütmek üzere konfederasyon yönetim kurulu üyelerinin de aralarında bulunduğu Orman-İş, Türkiye Maden-İş, Petrol-İş, Şeker-İş, Yol-İş, Haber-İş ve Türk Harb-İş sendikalarının genel başkanlarından oluşan bir kurul oluşturdu.
“Kamu Toplu İş sözleşmeleri Koordinasyon Kurulu” 21 Ocak Salı günü Türk-İş Genel Merkezi’nde hükümet ile yürütülecek toplu iş sözleşmesi görüşmelerinde izlenecek politikayı belirledi.
Yapılan açıklamaya göre Türk-İş’in ilk ay için enflasyon artı yüzde 10 refah artışı talep edeceği öğrenildi. Koordinasyon Kurulu’nda alınan kararlara göre izleyen 6 aylık diğer dönemlerde ise ücret artışlarının enflasyon artı yüzde 5 refah payı olması öngörülüyor.
Türk-İş’in sosyal haklardaki artış için talep edeceği rakamın da yüzde 50 olduğu belirtildi.
Yapılan açıklamalarda dikkati çeken bir başka talep ise 15 Mart’ta yürürlüğe giren İş Güvencesi Yasası hükümlerinin olduğu gibi toplu sözleşme metninde yer alması.
Türk-İş’in bu taleplerine karşılık, hükümet de toplu sözleşmelere yönelik hazırlıklarını sürdürüyor.
Hükümet cephesinden gelen bilgiler toplu sözleşmelerdeki ücret artışları konusunun iki kriter üzerinden hesaplanacağı yönünde. Bunlardan ilki bütçe rakamları ikincisi belki de en önemlisi IMF’nin tutumu.
Bütçede öngörülen artış oranının en fazla yüzde 10 olduğunu belirten yetkililer, daha fazlasının IMF tarafından da kabul edilmeyeceğinin altını çiziyorlar.
Bu durumda ortada her iki taraf için yüzde 10 üzerinde ortak bir yaklaşım olduğu görülüyor. Ancak bu yüzde 10’nun kapsadığı süre ve konum çok farklı.
Türk-İş yönetimi birinci altı ay için ve artı yüzde 10 derken, hükümet bir yıl için yüzde 10 olarak kartlarını açmaya hazırlanıyor.
Toplu sözleşme görüşmelerin ilk tıkanma noktasını oluşturan bu farklı yüzde 10’lardan daha da vahimi daha önce ertelenmiş ikramiyelerin durumu.
Hatırlanacağı gibi kamu işyerlerinde çalışan işçiler için 26 günlük ücret üzerinden verilen 1 ikramiye 2003 yılına ertelenmişti. Kriz nedeniyle ertelenen bu ikramiyelerin ödenme zamanı geliyor. Ancak yetkililer bu ikramiyeyi ödeyecek kaynak bulamadıklarını söylemeye başladılar.
Sürekli tasarruftan söz eden hükümet üyeleri ve partilerinin genel başkanları dahil olmak üzere kurmayları ikramiyelerin ödenmemesi durumunda 310 trilyon liralık bir tasarruf sağlanacağını dillendiriyorlar.
Bu konuların açık açık konuşulmasına karşın Türk-İş’ten ve Hak-İş’ten üyelerinin bu hakkının yenmesi üzerine yapılan planlar konusunda bir açıklama gelmiyor.
Bütün gözlerin ücret artışına kilitlendiği bir noktada; bir taraftan özelleştirmeyle kamudaki işyerlerinde işsiz kalması beklenen 60 bini aşkın işçinin durumu, diğer taraftan zorunlu tasarruf fonunun eritilerek tasfiye planları ve son olarak ertelenen ikramiyelerin hiç ödenmemesi gibi bir girişim bir biri ardına sıralanıyor.
Emekçiler, nerede, nasıl bir mücadele vereceklerini çok iyi bir belirlemek durumunda. Çünkü her yanlarından sarılmış durumdalar. Ve belki de hiç bu kadar çok cepheyle karşı karşıya kalmamışlardı.
Çalışma yaşamıyla ilgili yasalarda yapılmak istenilen değişiklikler nedeniyle hukuk cephesinde,
Toplu sözleşmeler, ikramiyeler, zorunlu tasarruf fonu birikimleri, özelleştirmeler nedeniyle ekonomi cephesinde,
Irak’a karşı girişilecek savaş nedeniyle barış cephesinde yerlerini almak zorundalar.
Personel rejiminde yapılması planlanan değişikliğin kamu emekçilerine vuracağı darbeye karşı yürütülecek mücadelede bir başka cepheyi oluşturuyor.
Ve emekçiler tüm bunları bir bütün halinde götürmek için gerekli ortak mücadele zemininden yoksunlar.
Sendikaları, konfederasyonları ve hatta Emek Platformu gibi bir ortak bir mücadele zeminleri var.
Peki sorun nerede, her kesin hesabının farklı olmasında. Örgütlü kesimlerin giderek azınlık kalmasında. Ortak olunduğu sanılan konular da bile pratikte çok farklı yerlerde durulmasında.
İktidardakiler ve sermaye bunları çok iyi görüyor. Yakaladığı açıkları rahat bir biçimde kullanıyor.