Kendimi Gabrial Garcia Marquez’in, bir sosyal ritüel olarak ölümü konu aldığı Kırmızı Pazartesi romanının tam ortasında gibi hissediyorum. Birleşik Devletler Irak’la savaş yapmak amacıyla Irak’la savaş yapıyor. Bu yüzden ne silah denetçilerinin söyledikleri, ne Güvenlik Konseyi’nin (Büyük Britanya dahil olmak üzere) söyledikleri, ne de tabii, Saddam Hüseyin’in söyledikleri bir şey değiştirebilir. Irak savaşı, ilk olarak […]
Kendimi Gabrial Garcia Marquez’in, bir sosyal ritüel olarak ölümü konu aldığı Kırmızı Pazartesi romanının tam ortasında gibi hissediyorum. Birleşik Devletler Irak’la savaş yapmak amacıyla Irak’la savaş yapıyor. Bu yüzden ne silah denetçilerinin söyledikleri, ne Güvenlik Konseyi’nin (Büyük Britanya dahil olmak üzere) söyledikleri, ne de tabii, Saddam Hüseyin’in söyledikleri bir şey değiştirebilir.
Irak savaşı, ilk olarak Clinton yönetiminin son yıllarında Cheney ve Rumsfeld’in de içinde oldukları 20 şahin tarafından yapılan bir açıklama ile kamuoyuna önerildi. 11 Eylül saldırısını izleyen ilk günlerde Başkan Bush’un bu savaş için ön izni verdiğini biliyoruz. Geri kalan her şey uzatma ve manevradır. Kuzey Kore’nin son üç aydır Birleşik Devletler’e açıkça kafa tutması ve bu kafa tutmaya karşı benimsenen geri çekilme yaklaşımı, gerçek sorunun Irak’ın çeşitli BM kararlarına uymaması olmadığı konusunda yeni kanıtlar sunmuştur.
O halde neden Bush ve şahinler savaşı kaçınılmaz buluyorlar? Onların gerekçelendirmeleri şöyle. Birleşik Devletler son günlerde iyi durumda değil. Bazı analizcilerin sözleriyle, ABD hegemonik bir düşüş yaşıyor. Ekonomisi belirli bir noktada tıkandı. En önemlisi de, gelecek onyıllarda batı Avrupa ve Japonya/Uzak Asya ile rekabetten başarılı çıkabileceğinden emin değil. Geriye kalan tek şey aşırı ölçüde güçlü ordu.
Madeleine Albright’ın, Dışişleri Bakanı olduğu dönemde, Balkanlarda yapılması gerektiğini söylediği şeylere mesafeli duran bazı yüksek düzey askerlere bir noktada kızarak şöyle dediği söylenir: “Asla kullanamayacaksak, dünyanın en güçlü ordusuna sahip olmamızın yararı ne?” Şahinler bu bakış açısını analizlerin merkezine yerleştiriyorlar. ABD’nin dünyanın en güçlü ordusuna sahip olduğuna, ABD’nin önüne koyduğu bütün askeri maceralardan başarılı çıkabileceğine ve ABD’nin dünya sistemi içindeki prestij ve gücünün sadece bir güç gösterisiyle sağlanabileceğine inanıyorlar. Güç gösterisinin amacı Irak’ta bir rejim değişimi yaratmak değildir (belki bu, mevcut rejimin yerini neyin alabileceği düşünüldüğünde, küçük bir kazanım olacaktır). Güç kullanımının amacı Birleşik Devletler müttefiklerini taciz etmek ve böylelikle de eleştiri ve yan çizmelerine son vererek, şahinler tarafından birer okul çocuğu gibi hizaya dizilmelerini sağlamaktır.
Bush yönetimi tek-taraflılıkçılar ve çok-taraflılıkçılar olarak bölünmüş değil. Hepsi de tek-taraflılıkçı. Bizim “çok-taraflılıkçılar” diye adlandırdıklarımız, ABD’nin resmi olarak başkaları (örneğin BM, NATO) tarafından kabullenilen biçimlerde daha kolay pozisyon alabileceğini ve bu tür kararlar alınırsa politikaların daha kolay uygulanabileceğini söyleyenler. “Çok-taraflılıkçılar” her zaman, BM’de ya da başka yerlerde gerekli gördükleri kararların alınamaması durumunda ABD’nin her zaman tek başına hareket edebileceğini söylediler. Ve sözüm ona “tek-taraflılıkçılar” da belirli kayıtlar nedeniyle bu çizgiye geldiler. Her iki grup arasındaki tek fark ise diğerlerinin ABD çizgisini ne ölçüde destekleyeceklerine ilişkin tahminlerindeki farktan ibaret. O halde karşımızda olan şu biçimi alan bir çok-taraflılıkcçılıktır: ABD, diğerleri ABD’nin tek taraflı konumunu kabul ettikleri derecede çok taraflılığa inanır, yoksa inanmaz.
Başlıca sorun şahinlerin kendi analizlerine inanıyor olmalarıdır. Onlar, Irak’taki savaşın kazanılması halinde (ve bunun da göreceli olarak kolay olacağına inanma eğilimindeler), diğer herkesin hizaya gireceğine, tüm Ortadoğu’nun ABD şahinlerinin arzularına göre yeniden biçimlenebileceğine, Avrupa’nın sesini keseceğine ve Kuzey Kore ile İran’ın korkudan titreyerek silahların tüm isteklerine boyun eğeceğine inanmaktadırlar.
Tüm dünya ABD’ye durumun bundan çok daha karmaşık olduğunu, Irak’taki bir ABD askeri işgalinin dünyanın durumunu daha da kötüleştireceğini ve rüzgar ektiklerini bağırıyor. Dinlemiyorlar çünkü böyle olduğuna inanmıyorlar. Silahların gücüyle büyülenmiş durumdalar. Bunun adı hybris.
Bu savaşın akıl dışılığı o kadar çok söylendi ki; (sadece Irak halkına da değil) tüm halklara gereksiz ve görülmemiş ızdıraplar çektirecek olması bir yana, savaş gerçekte ABD’nin jeopolitik konumunu zayıflatacak ve dünya politik sahnesinde bundan sonra alacağı yeni konumların meşruluğunu da tamamen ortadan kaldıracaktır. Gerçekten kaotik bir dünyada yaşıyoruz ve ABD’nin imkansız bir “imparatorluk” yönündeki zorlamaları frenleri patlamış bir arabanın son hızla yokuş aşağı inmesinden başka bir şeyi çağrıştırmıyor. Bu, ABD’nin sadece kendisini sürüklemekle de yetinmediği bir intihar eylemidir.
31 Mart 2004, Çarş.
Irak Savaşından Kaçınılabilir mi?