Acil Eylem Planı diye başlayan açıklamalar, yazıların ardından, özellikle iki temel alan konusunda adımların atıldığı görülüyor. Bunlardan ilki sosyal güvenlik sistemi, ikincisi ise çalışma hayatını biçimlendiren yasalar. Ve zorunlu tasarruf konusu da hemen sırada yerini alıyor. Sosyal güvenlik tek çatı altına alınıyor Bilindiği gibi sosyal güvenlik açıkları konusu dünyanın hemen her yerinde son yirmi yılında […]
Acil Eylem Planı diye başlayan açıklamalar, yazıların ardından, özellikle iki temel alan konusunda adımların atıldığı görülüyor.
Bunlardan ilki sosyal güvenlik sistemi, ikincisi ise çalışma hayatını biçimlendiren yasalar. Ve zorunlu tasarruf konusu da hemen sırada yerini alıyor.
Sosyal güvenlik tek çatı altına alınıyor
Bilindiği gibi sosyal güvenlik açıkları konusu dünyanın hemen her yerinde son yirmi yılında başlıca tartışma konusu.
Küreselleşme ve özelleştirme kavramıyla birlikte üzerinde en çok durulan ve adeta beyin yıkama biçiminde işlenen sosyal güvenlik konusunda yapılmak istenilen çok net.
Sosyal güvenlik fonlarının doğrudan finans piyasalarına aktarılmasın ve sosyal güvenlik alanındaki hizmetlerin özelleştirilmesi.
Bu amaç doğrultusunda çok yönlü çalışmalar başta Avrupa olmak üzere gelişmiş veya gelişmekte olan hem tüm ülkelerde sürüyor.
Avrupa işçi sınıfı verdiği kararlı mücadele ile kazanımlarının önemli bir kısmını şimdilik elinde tutmayı başardı. Bu konudaki direnç örneğin AB’le yeni katılacak ülkelerde yapılmaya başlanan düzenlemelerle kırılmaya çalışılıyor.
AKP iktidarı, bir süredir hükümetlerin gündeminde yer alan bu konuyu öncelikli işlerinden saydı.
Önce üç ayrı sosyal güvenlik kurumu; SSK, Emekli Sandığı ve Bağ-Kur tek çatı altında birleştirilecek. Bunun hizmetlerin hızlanması ve çalışanlar ve emekliler açısından eşitsizlikleri giderici bir etkisi olacağı söyleniyor. Ama eşitliğin örneğin Emekli Sandığı standartlarında mı yoksa Bağ-Kur standartlarında mı olacağı belirsiz.
Ardından sistem sağlık ve yaşlılık olmak üzere ikiye ayrılacak. İşte sorun da buradan itibaren başlayacak. Bir süredir hazırlıklarını sürdüren ve yoğun bir kulis çalışma için de bulunan özel sigorta şirketlerinin beklentileri mi yoksa hizmet bekleyen emekçilerin mi talepleri karşılanacak. Ortaya çıkacak yapının emekçilerin bütçesine etkisi ne olacak önümüzdeki günlerde aydınlanacak. Hemen belirtelim ilk sinyaller bizler için olumlu gözükmüyor.
Çalışma yasaları için takvim belirlendi
Geçtiğimiz haftaya kadar işçi ve işveren örgütleri arasında karşılıklı atışmaların, birbirini takip eden kızgın açıklamaların yapıldığı iş güvencesi ve iş yasası konusunda yeni bir gelişme ortaya çıktı.
6 Ocak’ta Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı’nda bir araya gelen taraflar, devlet, iş ve işveren temsilcileri, bazı konularda yeni bir karara vardıklarını açıkladılar.
Yapılan açıklamaya göre;
1- İş güvencesi yasasının 15 Mart’ta yürürlüğe girmesi konusunda bir anlaşmazlık yokmuş,
2- İş Yasası, 2821 ve 2822 sayılı yasalarla birlikte ele alınacak ve birlikte Meclis’e taşınacakmış,
3- Taraflar 14 Ocak ile 15 Şubat’a arasında birlikte çalışacaklar ve üzerinde anlaştıkları yasa taslaklarını Hükümete teslim edecekmiş,
4- Bu tarihe 15 Şubat’a kadar taraflar uzlaşma sağlayamazsa, Hükümet bildiğini yapacakmış.
Başlangıcı iyi gibi görünen bu açıklama ve takvimin uyku kaçıracak nitelikte olduğu da gün gibi açık.
Hadi iş güvencesi kurtuldu diyelim, bugüne kadar anlaşamayan taraflar nasıl olacak da 15 Şubata kadar anlaşacak.
Bilindiği gibi iş yasası konusunda iş tarafı, yani Türk-İş, DİSK ve Hak-İş nispeten muhalefet etmekte ortaklık sağlayabildi. Ama 2821 ve 2822 sayılı yasalar konusunda, özellikle yüzde 10 barajı ve noter şartı konularında bu üç konfederasyonun birbirleriyle hiç anlaşamadıkları biliniyor.
Peki ne olacak, 14 Şubat’ta kadar hummalı bir çalışma, ardından efendim biz yapamadık buyurun siz yapın mı denilecek?
Görünen öyle gibi, kafalarda oluşan soruları TİSK Başkanı Refik Baydur bir ölçüde aydınlattı. Baydur, 9 Ocak’ta yaptığı açıklamada hem niyetini hem de bu işin nasıl yürüyeceğini açıkça ortaya koydu.
İşçilerin kıdem tazminatı ile iş güvencesi ve işsizlik sigorta arasında bir seçim yapmasını isteyen Baydur, “işçi kardeşlerimiz iş güvencesini, işsizlik sigortasını kabul etmesinler, kıdem tazminatı mevcut haliyle devam etsin. İtirazımız yok. Nalıncı keseri gibi hep bana olmaz” diyor.
İşçi kardeşlerine aba altından sopa göstermeyi de ihmal etmiyor; “işi olan 4.5 milyon insana üst üste imkanlar veriyoruz. Peki 10 milyon işsize ne veriyoruz? Dışarıdakileri de düşünmek lazım.”
Bu görüşleri savunan işverenlerle işçi örgütlerinin yasalar üzerinde anlaşabilmesi zor. Baydur bunu çok iyi biliyor olmalı ki, şimdiden uzlaşma olamayacağının işaretlerini veriyor.
Peki ne olacak Refik Baydur’un yanıtı hazır; “Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı siyasi tercihini kullanarak hazır tasarıyı Meclise götürecek” Siyasi tercihin ne olacağı ise hiç tartışmaya girilmeyecek kadar açık.
Zorunlu tasarruflar belirsizliğini koruyor
Zorunlu Tasarruf Fonu birikimlerin tasfiyesi için yapılan plan tepki alınca, Hükümet bir süreliğine dosyayı geri çekti.
Paradan sorumlu devlet bakanı konfederasyonların başkanlarıyla yeni bir görüşme yaptı. Yapılan görüşmenin tam anlamıyla içeriği anlaşılamasa da bir takım pazarlıkların yapıldığı kesin olarak anlaşıldı.
Örneğin, en azından Şubat’ta nemaların ödenmesinin talep edildiği, diğer ödeme biçimleri konusunda, dövize endeksleme, devlet tahvili falan gibi yöntemlerin değerlendirildiği söylendi.
Ancak Hükümetin IMF’den sıkı bir fırça yediği, Bakanlar Kurulu’nun bir gece acil olarak toplandığı, kaynak sorununun görüşüldüğü de basına yansıyan başlıklar arasındaydı.
Sonuçta yine emekçiye dönülüp, kaynak yaratılamadığı, savaşın getireceği yüklerin ağır olacağı, toplum olarak fedakarlık yapmamız gerektiği gibi mazeretlerin sıralanacağı günler yaklaşıyor gibi.