Amerika’nın dünyanın doğal sahibi olduğunu iddia eden ve bunu bütün Amerika’lıların sınıf, renk, dil ya da başka bir ayırım olmadan desteklediğini savunan koyu milliyetciler bir örneği tekrarlamaktan zevk duyarlar: Vietnam savaşı sırasında savaşa karşı gösteri yapan öğrencilerin bir yürüyüşüne çalıştıkları inşaattan inerek saldıran ve öğrencilere dayak atan işçilerin milliyetçiliği ABD işçi sınıfının bir dönem savaş […]
Amerika’nın dünyanın doğal sahibi olduğunu iddia eden ve bunu bütün Amerika’lıların sınıf, renk, dil ya da başka bir ayırım olmadan desteklediğini savunan koyu milliyetciler bir örneği tekrarlamaktan zevk duyarlar: Vietnam savaşı sırasında savaşa karşı gösteri yapan öğrencilerin bir yürüyüşüne çalıştıkları inşaattan inerek saldıran ve öğrencilere dayak atan işçilerin milliyetçiliği ABD işçi sınıfının bir dönem savaş karşısındaki tutumuna tipik bir örnektir.O dönemlerde işçi örgütleri Vietnam savaşına karşı tutum almamış, savaşa karşı tavır daha çok kişisel alana bırakılmış hatta savaşın iş-istihdam yarattığı gerekçesiyle desteklendiği de olmuştu. Suçsuz Vietnamlıların hunharca katledilmesine karşı çıkan öğrencilerse vatan haini, korkak ve bencil olarak tanıtılmıştı işçi sınıfına.
Aradan geçen 30 yıl büyük değişimler getirdi Amerikan işçi sınıfına. Başta Sovyetler Birliği’nin sahneden çekilmesi Amerikan kapitalistlerinin çoktandır ellerini oğuşturarak bekledikleri ve tarihsel olarak şımarmış olarak baktıkları kendi işçi sınıfına yönelmelerini getirdi. Devlet yönetiminde bulunan patronların 1980’lerde, “Amerika’nın bir üçünçü dünya ülkesi olması gerektiğini” açıktan savunmaları bile tatlı uykusunda uyuyan Amerika’lı emekçilerin kulaklarına ulaşamadı. Ulaştıysa bile pek bir anlam verilemedi bu garip isteğe ve kulak arkasına atıldı. Kendilerini dünyanın imtiyazlı ülkesinin vatandaşları olarak gören ve ülkenin yönetilmesinde eşit güce sahip olduklarını zanneden işçi sınıfı uzun yıllar ilk kez kendi sistemlerinin gerçek yüzünü görmeye başladılar. Yerinde sayan ya da gerileyen ücretler, kaybedilen haklar, yokolan emeklilikler, iğdiş edilmiş sağlık sigortası ve her türlü örgütlenmeye karşı devlet ve kapitalistlerden gelen bodoslama bir saldırı İkinci Dünya Savaşından beri sarı sendika liderlerinin kapitalistlerle düzeni bozmama anlaşması sonucu rahat bir uykuya yatırılan Amerika’lı emekçileri bir tekmeyle kabaca uyandırıyordu.
Her etki bir tepki getirir. Artık, “düzeni bozmama” sözüne karşılık “sendikalara da dokunulmaması” anlaşmasının özellikle Reagan’lı 1980’lerde artık geçerliliğini yitirdiğini anlayan örgütlü emekçiler, biraz yılların rehavetinin verdiği amatörlükle de olsa saldırılara ellerinden geldiğince karşı koymaya çalışıyorlar. Bu hayatta kalma mücadelesinin hedeflerinden biri de, “yeni dünya düzeni” denilenin adından da anlaşılacağı gibi küresellik. Yani, bu saldırıların ulusal sınırlar dahilinde görülememesi. Amerika’lı emekçiler artık kendi geleceklerinin Güney Afrika’lı, Meksika’lı, Orta Doğu’lu işçilerden bağımsız olamayacağını görmeye başlamakta. Bunun en bariz, büyük ve ilk örneklerinden biri Seattle protestolarına örgütlü işçi kitlelerinin önderlik etmesi oldu.
Örgütlü emekçilerin hala eski düzenin bekçileri olduklarını savunan ve sınıf çıkarlarını arka plana atarak ulusal birlik ve beraberlikle ulu önderlerinin arkasında ABD imparatorluğunu krizden kurtarmak için yoksul ve masum halklara saldırı saflarında yerlerini almasını bekleyenler bu günlerde şaşkınlıklarını gizleyemiyorlar. Görülmemiş bir hazırlıkla, emekçi örgütleri daha başlamamış bir savaşa ne kadar karşı olduklarını ulu orta beyan edip alanları doldurmakta. Beklenen, savaşın çıkmasıyla önce öğrenci, gençlik, çevreci, bazı kadın ve sistem karşıtı ufak tefek örgütlerin bağırıp çağırması ve belki çok sonraları da işçi örgütlerinin yarı ağızla, yumuşak, suya sabuna çok dokunmayan demeçlerle işi savuşturmalarıydı. Ama savaşa karşı emekçilerin tepkisi ilericilerin beklediği değil, umduklarının da ötesinde oldu.
Savaşa Karşı ABD EmekçileriChicago’da Ocak ayında neredeyse orman yangını gibi yayılan bir işçi toplantısı savaş harcamalarının ekonomik durgunluğa ilaç olacağı ve bu harcamaların yeni işler yaratacağı, bu yüzden de Amerika’lı işçi sınıfının savaşa karşı çıkmayacağı umudunda olanların beklentisini boşa çıkartmaya yetti. İçinde en büyük sendikaların temsilcilerinin de bulunduğu 100 kadar sendikalı Chicago’da 11 Ocak’da toplanarak bu anlamsız savaşa nasıl karşı cıkacaklarını ve nasıl örgütleneceklerini tartıştılar. Bu toplantıyı düzenleyenleri bile şaşırtan katılım ve savaşa olduğu kadar ülke yönetimini de hedefleyen duyguların bu toplantıda açığa çıkması artık Amerika gibi imparatorluklarda bile işçi sınıfı için bıçağın kemiğe dayandığının bir göstergesi idi.
Daha Chicago toplantısı yapılmadan savaş karşıtı bildiri, karar ve demeç yayınlayan sendika sayısı 42 yerel, 13 bölgesel, 5 ulusal, 12 merkezi konsey ve 5 devlet seviyesinde federasyon olarak belirlenmişti. Fakat gerçekte bu sayıların daha yüksek olduğu bilinmekteydi. Uzun tartışmalardan sonra akşama doğru bu toplantıyı düzenleyenlerin bir örgütlenme içinde olduklarına karar verildi ve bir isim olarak da, “Savaşa Karşı ABD emekçileri” seçildi. Sonuç olarak da bir hafta sonra Washington ve San Francisco’da düzenlenmiş savaş karşıtı gösterilere katılım kararı alındı. Savaş karşıtı mücadeleye mali destek vermek için de sendikalar aralarında 50,000 dolarlık bir katkı yaratmaya karar verdiler ve ilk adımda bunun 25,000 dolarlık kısmını hemen sağlamaya imza attılar. Bu adım bile örgütlü emeğin eski geleneklerinden uzaklaşmaya başladığının bir müjdesiydi. Önceleri zorlanarak verilmiş bir iki demeçle geçiştirilen lafta destekler bu toplantıda kesenin ağzını açarak gerçeklik kazanıyordu.
Belki böyle bir gelişmenin olacağını sezen yüksek sendika bürokratları daha birkaç ay öncesinden daha yumuşak bir çıkışla daha sonra gelebilecek daha militan bir hareketin önünü almaya çalışmışlardı. Her ne kadar ’70 ve ’80’lerin tamamen hükümet destekcisi, Amerika’nın en büyük konfederasyonu, AFL-CIO’nun liderleri kadar tutucu olmayan yeni lider John Sweeney’nin geçen sonbaharda başkan Bush’a gönderdiği mektup savaşa karşıt bir tutum takınıyorsa da çok ileri gidemiyordu.
11 Eylül sonrasında ve Afganistan saldırısı sırasında pekçok sendika lideri politik havayı koklayarak Bush’un arkasında milliyetci sırada yerlerini alarak savaşa karşıt hiçbir tavır almamışlardı. Ancak sonbahara doğru bu “birliğin” çatlamakta olduğu artık gizlenemez olmuştu. Yönetimin tek amacının Irak petrollerini ele geçirmek olduğu gerçeği hiçbir tartışmaya yer bırakmayacak kadar açıkca ortada duruyordu. Devletin bunu saklamaya çalıştığı her çabası konuyu tekrar tartışmaya açıyor ve birbirini tutmaz yalanlar Bush’un bu savaşı Amerikan halkına satmakta ne kadar zorlandığını gösteriyordu.
AFL-CIO konfederasyonu lideri Sweeney de gönderdiği mektubunda savaşa tamamen karşı çıkmıyor ama, “başka alternatifler de olabilir” şeklinde yumuşak “önerilerde” bulunuyordu. Örneğin, “Çıkarlarını korumak için Amerika’nın tabii ki tek başına hareket etme hakkı vardır. Ama, biz, AFL-CIO olarak karşılıklı kouşmanın daha yararlı olacağına inanmaktayız” şeklinde sözler almaktaydı meşhur mektupta.
John Sweeney’nin bu yumuşak önerilere karşın, aylık işçi konuları dergisi Labor Notes (Emek Notları) başka sendikalardan daha değişik yaklaşımları bildiriyordu:
New York Sağlık ve İnsan Hizmetleri Sendikası SEIU 1199 Ekim’in 4’ünde yaptığı açıklamada açık açık “Yeni bir savaşı engellemek Amerikalı işçi ailelerinin özellikle çıkarınadır” demektedirSEIU 1199 Sendikası New York’da yaklaşık 220,000 işçiyi temsil etme
kte ve üyelerini Kongre’ye savaşa karşı mektup yazmaları ve telefon etmeleri için ve savaş karşıtı gösterileri örgütlemeleri için teşvik etmektedir.Bu sendika geçmişteki savaş karşıtı konumuna da dikkati çekmekte ve “Vietnam savaşına ilk karşı çıkanların içindeydi sendikamız. Önceleri o yalnızlık içindeki sesimiz yıkıntı arttıkça giderek güç kazanarak çoğunluğun sesi haline geldi. Şimdi ise bir çöküntüyü başlamadan önleme şansımız var.”
demektedir.
Aynı dergi, Bush’a ve yönetime karşı işçi hareketindeki başkaldırıyı liman işçilerinin geçen Eylül’de geçirdikleri bir kararla örneklendiriyor. Bu kararda sendika, başkan Bush’un ulusal güvenlik kaygılarını bahane ederek hem sendikanın toplu sözleşme görüşmelerini engellediğini hem de sendikayı kendi petrol savaşında yanına çekmeyi amaçladığını söylüyor.Aynı çizgide Albany işçi konseyi de Bush’un politikasının iki yönü olduğuna dikkati çekmekte ve :
“Bush’un tüm işçi hareketine saldırmak için Liman İşçileri Sendikasını yenerek harekette bir çatlak yaratacağı”analizine varılmaktaydı.
Detroit bölgesinde ise Posta işçileri sendikası “Petrol için kan dökülmez” sloganı altında bildiriler yayınlayarak:
“Bu savaş kendi ham kişisel çıkarları ve ham petrol içindir. Pek çok kaynak Bush’un Irak’daki rejimi değiştirerek getireceği yeni yönetimin Irak’ın müthiş petrol yataklarını ABD’ye devredeceğini bildiriyor. Bu ve bölgede askeri ve politik üstünlük kazanma amacı Bush’un savaş planları ardında yatan gerçek nedendir.”
demektedirler.
Gene geçen Eylül’ün 21’inde Kalifornia Öğretmenler Sendikası da bir bildiri yayınlayarak, “Amerika’da kendi vatandaşlarının haklarını kısıtlamış bir hükümetin bu savaşla daha da güçleneceğine” işaret etmekteydi. 100,000 öğretmeni Kalifornia eyaletinde temsil eden sendika savaşa şiddetle karşı çıktığını bildirerek üyelerini Bush yönetiminin savaş girişimlerini durdurmak için diğer örgütlerle çalışmaya teşvik etmekteydi.
Sınıf İşbirliğinin Çöküşü
Sendikalarda görülen bu hareketlenme daha önce değinilen sendika patronlarının kapitalistlerle 2. Dünya Savaşı sonrası yaptıkları anlaşmanın patronlarca artık gereksiz görülüp es geçilmesinin bir sonucudur.
Emperyalist metropol ülkelerde sınıf uzlaşmasının gereği kapitalist sınıfın düzenine taş atmamaya söz veren sendika patronları bu uzlaşmanın karşılığı olarak emperyalist sömürüden ve talandan kapışılmış ürünlerden ufak bir parmak yalama hakkını alırlar. Emperyalist ülkenin işçi sınıfı özel bir konumu olduğunu sanar ve kendi ulusal patronuyla uzlaşarak emperyalist savaşlara pek karşı çıkmaz. Metropolde sömürü sömürge ülkeler seviyesinden daha düşük seviyede devam eder, işçiler de başka ülkelerden elde edilen ganimetten yaladıklarını kaybetmemek için patronların suyundan giderler. Bütün bunları sağlayan da sarı sendika patronlarıdır. İşçi konfederasyonlarının görevi uyuşturulmuş bir işçi sınıfını idare etmektir.
Bu klasik oyunun kuralları kaba saba böyle geliştirilir. Ta ki karşıt güç Sovyetler birliği yıkılıp artık Amerika’lı patronların Amerika’lı işçilere ganimetlerinden birkaç kırıntı bile atmaya gerek görmeyinceye kadar. O zaman artık devletin ne işçiyi kontrol altında tutacak sarı sendikalara, ne de yalancı bir “insan maskesi” takmaya gereksinimi vardır artık.
Hele de, kapitalizm derin kriz içindeyken kimseye taviz verebilecek durumu yoktur patronların. Artık sosyalizm de bir seçenek tehdidi olmaktan çıkmışsa kapitalistlerin kimseyi iplememe eğilimi ağırlık kazanmaya başlayabilir.
Yıllardır kendilerinin özel bir konumu olduğu, Amerika’lı oldukları için diğerlerinden farklı, imtiyazlı ve petrol gibi yabancılardan çalınsa da, dünya ganimetlerine doğal hakları olduğu söylenen Amerikalı işçi sınıfı da birdenbire kararlarda, yönetimde, ülkenin geleceğinde ve dünya ganimetlerinde hiçbir söz ve hakka sahip olmadıkları gerçeğiyle karşı karşıya kaldılar. Bunun nasıl olduğuna yanıt vermesini bekledikleri sendikalarına döndüklerindeyse, patronlarla uzlaşa uzlaşa artık sıkılmış bir limon gibi bir kenara atılmış, güçsüz ve mücadele etmek istese bile nasıl edileceğini bilemeyen bir yönetimle baş başa kaldıklarını gördüler.
Sendikalarda son zamanlarda görülen hareketlilik işte artık işçi sınıfının salt kendilerini de sömürge ülke işçileri gibi sömürdüğünü bildikleri kendi sistemlerine karşı değil, aynı zamanda yıllardır bu sömürüye göz yuman ve hatta katkıda bulunan sarı sendika yönetimine de bir baş kaldırış olarak alınmalıdır.
İşte AFL-CIO konfederasyonu başkanı John Sweeny’nin Bush’a ipek eldivenle yumuşak yaklaşımı tabandan geleceğini kestirdiği tepkiyi üstlenip, rafine ederek, bir şeyler yapılıyormuş görünümü vermeye yöneliktir. Bu yaklaşımla emekçilerin savaş karşıtı örgütlenmesinin hedefi şaşırtılmış oluyor ama ne patronlarla ne de yönetimle ciddi bir ayrışmaya nedne olunuyor. Bir nevi tabanın zorlaması yüzünden gösterilen bir jest.İşte aynı TC’nin “islami” (“Islam: Made in the USA”) hükümetinin savaş konusunda ‘ne şiş yansın ne kebap’ görüntüsü vererek su altından esas patrona yanıt verdiği gibi AFL-CIO konfederasyonu da yumuşak bir arabuluculuk yaparak derinleşen halk-sistem ikilemini tamir etmeye çalışmaktadır. Ama buna karşın tabanla daha yakın ilişkili yerel sendikalar daha gerçekçi ve eyleme yönelik kararlar almakta ve uygulamaktadırlar. Şüphesiz ki bu baskılar AFL-CIO’yu da aşağıdan zorlamakta ve yonetimden biraz olsun uzaklaştırmaktadır.Savaş karşıtı sendikal hareket işte bu çelişkileri su yüzüne çıkarmakta ve yıllardır sürdürülen bu sınıf uzlaşmacılığını masaya yatırmaktadır.
ABD EMEK CEPHESİNDE OCAK AYININ GELİŞMELERİ
Geçen sonbaharda ivme kazanan ABD’deki emekçi eylemleri Ocak’da doruğuna çıkmış durumda. 18 Ocak’da yapılan müthiş gösteride NYCLAW (Savaşa Karşı New York Emekçileri) lideri yaptığı kouşmada Vietnam savaşında yaşamını yitirmiş Amerikan askerlerinin adlarının yazılı olduğu duvara işaret ederek:
“Bu duvarda 58,000 Amerika’lının adı yazılı. Çoğu fakir, işçi ailelerinden gelen, beyaz olmayan bu kişiler iki milyon Hindi-Çini’li insanla beraber haksız ve ahlaksız bir savaşın kurbanıdırlar. Bu savaş yüzünden Martin Luther King, Amerika Birleşik Devletleri’ne dünyanın en büyük siddet merkezi diyordu.
Bu gün ise, Vietnam savaşına bile gitmekten korkarak o dönemi evlerinde geçiren Bush gibi piliç-kartallar bizim 11 Eylül yasımızı sömürerek bu kez Afganistan’da, Filistin’lilere karşı, Filipinler’de, Kolombia’da ve şimdi de Irak’da yeni bir emperyal savaş başlatmak istiyorlar”.
Düşmanın Irak’lılar olmadığını söyleyen Michael Letwin, sözlerine şöyle devam etti:
“Bizim problemimiz Irak değil ama kendi hükümetimizdir.Emekçilerin hem gereksinimleri hem de gücü bu savaşı durdurmaya yeterlidir. Vietnam’da erler savaşmamaya başladığında savaş makinası tepelerine çöktü.
Geçen hafta İngiliz tren yolu işçileri Irak’a gitmesi gereken savaş gereçlerini taşımayı reddettiler. Biz burada daha o seviyeye gelemedik ama şu anda 4 milyon işçiyı temsil eden sendikalar savaş karşıtı kararlar kabul ettiler. Ve her gün bu sayı artmaktadır.15 Şubat’da da sendika üyelerimiz New York’daki uluslararası savaş karşıtı protestoya katılacaklardır.”
“Savaş Karşıtı New York’lu Emekçiler” örgütü, Chicago’da kurulan daha geniş ulusal “Savaşa Karşı ABD Emekçileri”nin üyelerinden bir tanesi. Sendika’dan konuşmayı yapan Michael Letwin aynı zamanda 11 Ocak’daki “Savaşa Karşı ABD Emekçileri” toplantısında da bir öneri sunmuş ve hararetli tartışmalarda yer almıştı.
Toplantıda iki karşıt öneri tartışılmıştı. İki öneri de kendi görüşlerinin, üyelerin ve sendikaların desteğini nasıl kazanabileceği üzerinde durmuş ve aynı zamanda Birleşmiş Milletler örgütü, silah incelemecilerinin yasallığı ve vatanseverlik ve ABD militarizmine nasıl yaklaşılacağı konuları tartışılmıştı.
İki öneri de temel olarak:Ne herhangi bir ülkedeki ne de Irak’daki genel emekçi kadın erkek ve çocukla hiçbir sorunumuz yoktur.demekteydi.
Tartışmalar sonunda Michael Letwin’in önerisi kabul edilerek sonuçta Amerikan işçi sınıfının Irak halkıyla bir karşıtlığı bulunmadığı ve savaşın milyarlarca dolarlık fonları toplumsal gereksinimlerinden kısacağı ve dikkatleri Bush yönetiminin bu ülkenin Emekçilerine karşı saldırısından ve ekonomik sorunlardan başka yönlere çekeceği dile getirildi. Yayınlanan kuruluş bildirgesi toplantının görüşlerini özetlemektedir:
Savaşa Karşı ABD Emekçileri Örgütü’nü Kuruyoruz
2 milyon emekçiyi temsil eden 76 yerel, bölgesel, ulusal, merkezi emek konseyleri ve başka işçi örgütleri Bush yönetiminin savaş tehdidini tartışmak üzere Chicago’da buluşmuştur, ve;
Sendika liderler ve üyelerinin çalışan kesimleri yaşamlarını, işlerini ve ailelerini etkileyen konularda bilgilendirmek ve bu konularda ulusal düzeyde seslerini duyurmak sorumlulukları vardır, ve;
Irak’daki askeri hareketin temel kurbanları tehlikeye atılan emekçilerin çocukları ve zaten yeteri kadar çekmiş olan Irak’lı halk olacaktır, ve;
Ne herhangi bir ülkenin ne de Irak’ın kadın erkek ya da çocuğuyla hiçbir çatışmamız yoktur, ve;
Bu savaşı sahneye koymak ve başlatmak için gerekli milyarlarca dolar bizim okullarımızdan, hastanelerimizden, konutlarımızdan ve emekliliğimizden alınmaktadır, ve;
Bu savaş, emekçilere, toplumsal, göçmen ve insan haklarımıza saldırı için bir bahanedir, ve;
Bush’un bu savaş hevesi gerçekte batmakta olan ekonomiden, şirket yolsuzluklarından ve işten atılmalardan dikkati başka tarafa çekmek ve bunların üzerini örtmek için kullanılmaktadır, ve;
Böyle bir askeri hareket gerçekte karşı terörist saldırılara yol açma olasılığını getirecektir, ve;
ABD’nin askeri harekatı Amerika’lılar da dahil tüm dünyanın güvenliğini tehlikeye atacak ve devletler arasındaki tartışmalarda barışcıl çözümleri tehdit edecektir, ve;
Emek tarihsel olarak adalet için mücadele ettiği için:
Savaşa Karşı ABD Emekçileri örgütünü kuruyoruz, ve;
“Savaşa Karşı ABD Emekçileri” Bush’un savaş hevesine tamamen karşıdır, ve;
Daha da, “Savaşa Karşı ABD Emekçileri” bu bildiriyi yayacak ve sendikaların, işçi ve halkın savaş karşıtı hareketlerini destekleyecektir.
Bu örgütün kurulmasından bir hafta sonra gerçekleşen savaş karşıtı gösteriler Vietnam savaşı döneminin en büyük gösterilerinin düzeyinde oldu. Daha savaş başlamadan kendini bu düzeyde gösteren halk hareketi Bush yönetiminin ağzını sulandıran savaş isteklerini önleyebilir mi belli olmaz, ama zaten meşruluğu tartışılan bir Amerika hükümeti ekonomiyi iyice mahvedecek bir harekata girerse, en sonunda “üçüncü dünyalılaştırdığı” kendi işçi sınıfının daha sert tepkisini günbegün inşa edeceğinden şüphe yoktur.
18 Ocak’ta San Fransisco’da 200.000 kişi “Savaşa Hayır” dedi.
18 Ocak’da San Fransisko’daki yürüyüşe, geçen Ekim’de destek vemiş sendika sayısının iki misli sendika katılmaya karar verdi ve 50 sendikanın üye katılımıyla 200,000 kişi olarak tahmin edilen gösteri tam anlamıyla muhteşem oldu. Vietnam savaşı döneminin barış şarkıcısı Joan Baez’in de katılarak Orta Doğu halkıyla dayanışma için Arapca şarkı söyledikten sonra, “Elhamdülillah” diyerek bitirdiği gösteride halk Filistin bayrakları ile desteğini gösterdi. En çok, Saddam Hüseyin için Bush’un getirdiği “rejim değişikliği” formülüne karşı, “Amerika’nın Rejim Değişikliğine Gereksinimi Var” pankartları göze çarpıyordu. Ayrıca, “Emekliliğimi Saddam çalmadı”, “Hastanelerimizi Saddam Kapatmadı” gibi pankartlar problemin yerel boyutuna dikkati çekiyordu.
Öyle görülmektedir ki Bush yönetimi Amerika’lı emekçilere saldırmayı da pek önemsememektedir artık. Son bir iki haftada bile bu saldırıların boyutu ortaya çıkmaktadır. Salt zenginlere yarayacak yeni bir vergi tasarısı, sağlık hizmetlerinden fakirlerin yararlanmasını önleyecek önlemler, neredeyse tüm çevre koruyucu kanun ve kurallara şirketler yararına saldırı, göçmen işçilere akıl almaz bir ırkçılıkla saldırı, onbinlerce emekçinin emekliliğini çalıp çırpan şirketlerle ahbap çavuş ilişkiler Bush yönetiminin sadece son günlerdeki emekçi karşıtı eylemleri. Bu tür saldırıların Emekçileriden karşı bir tepki getireceği düşünülmüş olsa gerekir ki bu tepkileri nötralize etmek için de tüm insan haklarının kısıtlanması gündemde. En basit kişi haklarını koruyan kanunlar ve anayasa bir çırpıda yok ediliveriliyor. Bahane de belli, her yerde olduğu gibi: terör. Ama tabii, 1980’lerde “üçüncü dünyalılaştırılması gereken ABD”de kanunların, hukuğun ve toplumsal ilişkilerin de “üçüncü dünyalaşması” kaçınılmaz olacaktı. Hele de artık “üçüncü dünya” işçi sınıfları gibi militanlaşmaya başlayan, sarı sendikaları kabul etmeyen, devlet başkanlarını koyunlar gibi izlemeyi reddeden bir işçi sınıfı doğmaktaysa. Bugün gördüğümüz işte bu değişimdir.