İdeolojiler savaşıyor Artık, artan sayıda yorumcu, “terorizme karşı savaşta” andaki duruma ilişkin açık yüreklilikle soruyor: “Savaşı neden kaybediyoruz?” The Guardian’ın dış haberler editörüne göre, bu savaş sürecinden, tüm kökten dinci, fanatik öğeleri soyutlarsak geriye “ABD’nin ve Batı’nın, dünyanın, özellikle de Müslüman bölgelerindeki etkisine son vermeyi amaçlayan”… “Uzlaşmaz bir gündem” kalıyor. Temelinde bu gündem olduğu içindir […]
İdeolojiler savaşıyor
Artık, artan sayıda yorumcu, “terorizme karşı savaşta” andaki duruma ilişkin açık yüreklilikle soruyor: “Savaşı neden kaybediyoruz?” The Guardian’ın dış haberler editörüne göre, bu savaş sürecinden, tüm kökten dinci, fanatik öğeleri soyutlarsak geriye “ABD’nin ve Batı’nın, dünyanın, özellikle de Müslüman bölgelerindeki etkisine son vermeyi amaçlayan”… “Uzlaşmaz bir gündem” kalıyor. Temelinde bu gündem olduğu içindir ki El Kaide’nin heryerde örgüt kurması da gerekmiyor. İrili ufaklı gruplar, bu gündemi benimsediklerinde, hemen bir eylem programı ve hedefler listesi de elde ediyorlar. Terorizmin kökünde, geniş kitlelerin, umutsuzluktan dolayı giderek kurtuluşu bu gündemde aramaları yatıyor. Editöre göre esas başarılması gereken, bu gündeme, diğer bir deyişle ideolojiye karşı bir zafer kazanmak.
Financial Times’ın emektar yorumcusu Samuel Brittan ise “Esas konu kapitalizm” başlıklı yazısında “Usame Bin Ladin ve takipçilerinin kazandığı bir zafer varsa o da siyasi tartışmayı, özellikle Avrupa’da, köktenci terorizmden ABD kapitalizminin kültürel eleştirisine kaydırmak oldu” diyerek çok önemli bir noktaya parmak bastı. Bu sırada, İngiltere’de haftalardır, grevlerle kızışan sınıf mücadelesine ilişkin gelişmeleri, mali piyasalarda şişen ve patlayan köpükleri irdeleyerek yorumlayan bir The Observer yazarı Nick Kohen de “Blairizm “, “ağırlıksız kapitalizm “, “işçi sınıfı ve sanayi üretimi tarihin çöplüğüne gidiyor” tezlerinin nasıl iflas ettiğine değindikten sonra, yazısını “Dün yapılan partiye davet bile edilmeyen işçi sınıfı bugün, haklı olarak bu partinin faturasını ödemek istemiyor” diyerek bitiriyordu.
İngiliz işçilerinin grev dalgasıyla, “terorizm” arasındaki bağlantıyı da, geçen on yılda “küreselleşme” olarak göklere çıkarılan mali genişleme sürecinin içinde bulabiliriz. Bunun için birilerinin adeta çılgın bir parti gibi yaşadıkları bu süreçte, George Soros ve Prof. John Gray gibi spektrumun hiç de solunda olmayan yazarların bile sık sık “demokrasinin gerçek düşmanı” olarak gördükleri “serbest piyasa modeline” bakmamız yeterli. Soyal demokrat ekonomist Polanyi 56 yıl önce uyarmıştı: Serbest piyasa, eninde sonunda kendisini kuşatan toplumu içine çekerek dayanışma kurumlarını (Fukuyama’nın Güven kitabında yakındığı gibi) tasfiye ederek yıkar. Bu kez de öyle oldu. Serbest piyasa (küreselleşme) UNCTAD raporlarının gösterdiği gibi yoksulluğu arttırdı, gelir dağılımını küresel çapta bozdu, insan topluluklarının dokularını, kültürlerini çözdü, onları boşluğa ve umutsuzluğa itti.
‘Zaferin’ büyük faturası
On yıldır kapitalizm kendini kutluyor: Sosyalizm tarihe karıştı! Adeta peygamberin ikinci gelişi gibi Rusya yeniden piyasa ekonomisine döndü! Böylece “büyük söylemler” bitti, “ideolojilerin” hatta “tarihin sonu” geldi. Küresel serbest piyasa modeli egemen oldu. Ancak, bu, felsefi ve sosyolojik açıdan saçma görüşlerin egemen olması, serbest piyasa modelinin, getirdiği yıkıma yönelik eleştirilere kulakları kapattı, sistemin çelişkilerini/acılarını yun1uşatacak reformları, kurumları gündemden çıkardı. Şimdi kapitalizm işte bunun faturasını ödüyor.
Son 20 yılda, kapitalizm ve liberal demokrasiyle ortak tarihsel kültürel köklere, gerçekliğin yorumuna ilişkin benzer akılcı ve maddeci yöntemlere sahip, ama ona eleştirel bir yerden yaklaşan sosyal demokrasi, eşitlikçi ütopyaya ilişkin büyük söylem, mali, ideolojik hatta fiziksel şiddetle bastırıldı, etkisi kırıldı; “kapitalizmin eleştirisi” alanı boşaldı. Şimdi bu boşluğa, kapitalizmin ve liberal demokrasinin, ekonomik alanda uzlaşsa bile ideolojik alanda kendisine yabancı bir başka “büyük söylem” siyasal islam (çeşitli biçimler altında) girmeyi deniyor.
Burada liberal demokrasi açısından ironi varsa, sosyal demokrasi açısından da trajedi var. Eğer sosyal demokrasi toparlanamaz, dini söyleme karşı mesafesini, kapitalizme karşı eleştirisini yenileyemez, “kalpsiz dünyanın kalbi olamaz”, muhalefet alanında yerini yeniden almazsa bir süre sonra kendini çok yabancı, onu tümden dışlayan bir “büyük söylemin” egemenliği altında bulacak.