Özellikle de sistemin ismi, şekilsiz bir “dünya kapitalizmi” ya da “imparatorluk” değil, emperyalist sistemdir. Bu sistem sosyolojik açıdan muğlak bir “merkez” ve “çevre” tarafından değil, Üçüncü Dünyayı yeniden sömürgeleştirmiş ve Avrupa ile Asya’daki emperyal rakiplerini kendisine tabi kılmış olan ABD emperyal devleti tarafından somut bir biçimde kontrol edilmektedir. Emperyal devlet basit olarak “pazar güçlerinin” ürünü […]
Özellikle de sistemin ismi, şekilsiz bir “dünya kapitalizmi” ya da “imparatorluk” değil, emperyalist sistemdir. Bu sistem sosyolojik açıdan muğlak bir “merkez” ve “çevre” tarafından değil, Üçüncü Dünyayı yeniden sömürgeleştirmiş ve Avrupa ile Asya’daki emperyal rakiplerini kendisine tabi kılmış olan ABD emperyal devleti tarafından somut bir biçimde kontrol edilmektedir. Emperyal devlet basit olarak “pazar güçlerinin” ürünü değildir; önde gelen emperyal ekonomilerin egemen sınıfları tarafından dikte edilen askeri ve politik iktidarın ürünüdür. Geçmişin, bugünün ve geleceğin muazzam gelişmelerini anlayabilmemiz için, temel politik ve toplumsal mücadelelerden ayrıştırılmış soyut formülleştirmelere dayalı uzun dönem projeksiyonlarına değil, belirli somut koşullar içinde hareket eden, kesin biçimde tanımlanmış politik güçlerden türetilmiş bir teoriye ihtiyacımız bulunmaktadır.
Emperyalist sistemde dört adet dünya-tarihsel mücadele mevcuttur. Bunlardan ilki, ABD emperyalizminin dünyayı savaşlar (Irak, Afganistan), askeri varlık (Kolombiya), ekonomik blokajlar (Venezüella), kitle imha silahları tehdidi (Kuzey Kore) ve diplomatik şantaj (Avrupa ve Japonya) yoluyla fethetme mücadelesidir. İkinci büyük mücadele, ulusal ve toplumsal kurtuluş hareketlerinde, onların emperyalizme karşı direnişlerinde ve – tüm dünyada sokaklarda, kırda, ormanlarda ve parlamentolarda- politik bir alan kaplama yeteneklerinde bulunabilir. Üçüncü büyük mücadele ABD, Avrupa ve Japonya’nın yatırımları ve ticareti genişletmek ve dünya çapındaki pazarları fethetmek isteyen egemen sınıflarıyla, hızla bozulan yerel ekonomilerde ortaya çıkan sonuçların acısını çeken ücretli, maaşlı ve işsiz işçiler arasında gerçekleşmektedir. Dördüncü büyük çelişki ise savaşın ve fethin emperyalist rejimleriyle Avrupa, Ortadoğu, Latin Amerika, Asya, Kuzey Afrika ve Kuzey Amerika’daki emperyalizm ve savaş karşıtı hareketler arasındadır. Bu hareketlerin yürüttükleri mücadelenin sonuçları insanlığın önümüzdeki on yıllar içindeki geleceği üzerinde büyük etkiler yaratacaktır.
Emperyalist ABD devleti kısa vadede, Afganistan, Irak ve Kuzey Kore’den başlamak ve Venezüella, İran ve diğer petrol zengini ülkelere doğru devam etmek üzere bir dizi fetih savaşını yürütmeye hazırlanmaktadır. Bunun sonucu muhtemelen ABD’nin dünya ekonomisi içindeki jeo-politik, askeri ve petrole dayalı egemenliğini güçlendirmek olacaktır.
Ancak aynı zamanda ABD yerel ekonomisi, mali ve kamusal fonları zayıflatacak, ve tüm dünyada ABD pazarlarına ve yatırımlarına dayanan emperyalizm yanlısı rejimlerin ekonomileri üzerinde büyük bir olumsuz etki yaratacak olan derin bir durgunluğa girmektedir.
Emperyalist fetih savaşlarının ve dünya çapındaki durgunluğun birleşik etkileri Üçüncü Dünyadaki ileri kurtuluş hareketlerinin konumlarını güçlendirmektedir: yeni liberalizmin çöküşü, “serbest ticaret”in dağılması ve ABD işbirlikçileri gibi merkez-sol rejimlerin de zayıflaması, parlamento dışı sol hareketleri güçlendirmektedir. Arap dünyasında büyük isyanların doğması muhtemeldir, Latin Amerika’nın güçlü toplumsal hareketlerinin ise Arjantin, Bolivya, Ekvador ve diğer ülkelerde mevcut rejimleri devirmeleri olasıdır. Venezüella, Brazilya, Uruguay ve Peru’da ise toplumsal dönüşüm yönündeki baskılar artacaktır. Emperyal savaşların, ekonomik krizlerin ve güçlü kurtuluş hareketlerinin birleşik etkileri Avrupa’da ve daha düşük bir düzeyde olmak kaydıyla Japonya ve Kuzey Amerika’da, kitle hareketlerinin büyümesi için güçlü bir tetikleyici olacaktır. Özellikle Fransa, İtalya ve İspanya’da, rejimlerin ABD’nin fetih savaşıyla olan yakınlığını sorgulayan güçlü hareketler ortaya çıkacaktır. Durgunluğun sonucu olarak artan işsizlik ve ücretlerle sosyal refah harcamalarındaki kesintiler Avrupalı hareketleri radikalleştirebilir.
Tüm dünyada emperyal savaşların, dünya çapındaki durgunluğun ve kurtuluş hareketlerinin güçlenmesinin yaratacağı politik etkilerin ABD iç politikasını etkilemesi de muhtemeldir. Ancak tüm medyada süre giden terör propagandası, geniş çaplı polis devleti etkinlikleri, çürümüş ve iktidarsız sendikal önderlik ve emperyalist devletle kader birliği etmiş olan iki parti sistemi, büyüyen savaş karşıtı, “küreselleşme” karşıtı hareketlerin doğrudan politik etkilerini sınırlandıracaktır.
Avrupa devletleri, ABD ile süre giden ticari sürtüşmelerine ve ABD fetih savaşlarına yönelik sembolik ve sonuçsuz “kayıtlarına” karşın, hiçbir gerçek muhalefet önermemektedirler. Birleşmiş Milletler’in ABD’nin savaşı hakkında yürüttüğü “tartışma” bu bakımdan önemli bir örnektir: ABD kendisine bir savaş gerekçesi veren bir kararı güvence altına almış; ABD’nin BM Güvenlik Konseyi’ne sunduğu belgelerin keyfi biçimde geri çekilmesi ve 11 bin sayfalık belgenin 8 bin sayfalık bölümünün ortadan kalkması ciddi bir muhalefetle karşılaşmamıştır. ABD, Irak’ın BM kararlarını ihlal ettiğine dair hiçbir gerçek kanıt sunmaksızın, 2003 Şubat’ı için Irak’a yönelik bir savaş planı oluşturabilmiştir. AB, ABD diktasından önce şikayet edip sonra ona boyun eğmiştir.
Uzak Doğu’da ise, Washington, Kuzey Kore’ye enerji sağlama anlaşmasını bozmuş ve bu ülkeyi terörist bir tehdit oluşturmakla suçlayarak saldırgan bir savaşın hazırlıklarına başlamıştır. Güney Kore ve Japonya, ABD saldırganlığından şikayetçi olmakla birlikte ona boyun eğmektedirler. Muhalefet ise, Kuzey Kore’den daha fazla ABD’den korkan milyonlarca Güney Koreli’den gelmiştir.
2003, önümüzdeki on yılın geri kalanının biçimlenmesi açısından belirleyici bir yıl olacaktır: kısa vadede ABD emperyalizmi Irak’ı, kısmen Birleşmiş Milletler silah denetçilerinden gelen bilgilere de dayalı bir biçimde, kitle imha silahları kullanarak fethedecektir. Irak’ın silahlarının büyük bir bölümünün önceki BM denetim ekipleri tarafından yok edilmiş olması gerçeği, kolay bir askeri zaferin yolunu açacaktır. Ortadoğu’daki ABD işbirlikçisi devletlerin (Kuveyt, Türkiye, Umman) ve müttefik İsrail’in desteği emperyal başarıyı güvence altına alacaktır.
Bu emperyal askeri başarının temelinde Washington’un kitle imha silahlarının kullanımını tekelleştirmiş olması ve diğer ülkelerin bu silahları geliştirmelerini engelleme girişimleri bulunmaktadır. Irak’ın askeri kapasitesini silahsızlandırma ve yok etme kampanyası, gelecekteki hedef ülkeleri zayıflatma ve onların caydırıcı silahlar geliştirmelerini engelleme yönündeki emperyal stratejiye dayanmaktadır. Rumsfeld’in Kuzey Kore’ye savaş açma tehdidinde bulunması, bu ülkenin bir ABD işgaline karşı direnmesini sağlayacak askeri araçlar geliştirmesini engellemeyi hedeflemektedir. “Anti terör” ve “kitle imha silahlarına karşı savaş” ideolojisi, ABD emperyal fetihlerinin gerilimsiz, en düşük ABD’linin can kaybıyla, asgari iç politik maliyetle ve hedef ülkeye verilecek azami fiziksel zararla yürütülmesini sağlamayı amaçlayan propaganda araçlarıdır.
Ancak emperyal devletin kısa vadeli askeri başarısı, derinleşen durgunluğu engelleyemeyecek, tersine güçlendirecektir. Yükselen petrol fiyatları, doların düşmesi ve şişen açıklar, ABD ekonomisini sert bir sınava tabi tutacaktır. Emperyal fetihlerin maliyeti ABD’li işçilerin ve esas önemlisi de Üçüncü Dünyalı, özellikle de Latin Amerikalı emekçilerin sırtına bindirilecektir. Bu da daha fazla zenginlik transferiyle, artan askerileşme biçiminde gerçekleşecektir. Latin Amerika’daki işbirlikçi rejimler üzerinde FTAA aracılı