Kuşkusuz gelinen tablo itibariyle bu etkilerin solun bugüne kadarki konumlanışı üzerinde yapıcı değil, yıkıcı olmasını beklemek gerçekçi bir yaklaşım olacaktır. Bu yıkıcı etkiler, uluslar arası alandaki gelişmelerle birlikte değerlendirilmelidir. Burada 90 ‘lı yılların atmosferinin ortadan kalktığını ve sol açısından yeni bir döneme girileceğinin tüm işaretlerinin görülmekte olduğunu belirtmek gerekir. Kısacası, bu seçim süreci sol muhalefette […]
Kuşkusuz gelinen tablo itibariyle bu etkilerin solun bugüne kadarki konumlanışı üzerinde yapıcı değil, yıkıcı olmasını beklemek gerçekçi bir yaklaşım olacaktır. Bu yıkıcı etkiler, uluslar arası alandaki gelişmelerle birlikte değerlendirilmelidir. Burada 90 ‘lı yılların atmosferinin ortadan kalktığını ve sol açısından yeni bir döneme girileceğinin tüm işaretlerinin görülmekte olduğunu belirtmek gerekir. Kısacası, bu seçim süreci sol muhalefette yaşanmakta olan çözülme ve yeniden oluşum sarmalını derinleştirecektir.
BURAYA NASIL GELİNDİ?
Bu noktaya gelinirken biraz geriye dönüp baktığımızda, sol muhalefetin bugününü belirleyen ana dinamiklerin ( Kürt hareketi, yasal sol, sendikalar), çözüm olarak hızla düzen içi arayışlara yönelmelerinin belirleyici olduğu çıplak gözle dahi görülebiliyor. HADEP’in ANAP’la flörtü, SP ile seçim ittifakı arayışları esas olarak düzenin geleneksel güçleriyle kolkola girerek bir meşruiyet sağlama girişimleridir. İmralı sürecinin ardından, Kürt hareketinde kendi özgücüne güvenmeyen, çeşitli emperyalist ve egemen güç kombinasyonlarına sırtını dayayarak mesafe katetme politikası bu seçim sürecinde de iyice açığa çıktı.
Nitekim A.Öcalan 7 Eylül 2002 tarihli Özgür Gündem gazetesinde yayımlanan makalesinde bu savrulmaların bir başka örneğini şöyle ifade ediyordu: ” Türkiye için anayasal demokratik çözüm gelişebilir. (…) Türkiye belki de Derviş yolu ile bunu deniyor. ‘Türkiye’nin yeni ufkudur’ deniliyor. Gerçekten de ABD ile birlikte yeni bir yol mudur? Derviş liberal-sol ittifak diyor; önemli bir yaklaşımdır.(…) HADEP, sol-liberal ittifakta özgücüne dayanarak yeralabilir. Derviş’in girişimi başarılı olursa buna sağ da karşı çıkmaz; böylece Türkiye krizden çıkabilir.” Özcesi, egemenlerle girişmeye çalıştığı tüm ittifak çabalarından dışlanan HADEP için yüzünü sola dönmek son seçenek olarak gündeme geliyordu.
ÖDP ise, son yıllarda çeşitli sosyal demokrat odaklarla geliştirmeye çalıştığı seçim odaklı ilişkiler aracılığıyla, siyasal tıkanıklığını giderebilecek bir ittifak çabasını ana yönelim olarak belirlemişti. SHP ile birlikte CHP ve YTP’den red cevabı alan ÖDP’nin de manevra alanı yine iyice daraldı. Taban dinamiğinden yoksun bu çabalar, seçim öncesi ittifaklar sürecinde sekteye uğradı. Zira soldaki dinamikler, kendi özgüçlerine güvenmedikleri ölçüde MGK ve egemenlerin senaryolarının bir parçası olmaya zorlandılar. SHP aracılığıyla ÖDP bu çıkmazları son noktasına dek tüketerek çaresiz bir noktaya geldi.
İttifak çalışmalarının tıkanması esnasında Baykal tarafından bir başka dışlanan olan Başkan Süleyman Çelebi, DİSK’in arabuluculuğuna göz yumdu. Toplumsal muhalefetin önemli odaklarından olan sendikaların deyim yerindeyse kendi kuyularının kazıldığı ‘liberal-sosyal sentez projesinin’ kuyruğuna takılmaları bu süreçte geniş yığınlar gözünde sendikaları da iyice egemen zeminin bir manipülasyon aracı haline getirdi.
İşte egemen siyasetin tüm kulvarlarında dolaşıp, o kirli kültürü ciğerlerine derinden derine çeken bu ‘sol muhalefet odakları’ doğal olarak çaresizlik içinde birbirleriyle ittifaka zorlandıklarında da ortalığı basit ayak oyunlarının, çıkar hesaplarının, programsızlığın, ilkesizliğin kaplaması doğaldı. DİSK, TTB, TMMOB ve KESK’in arabuluculuk girişimlerinin, zayıf bir ihtimal bile olsa, yapılmış olması anlamlıydı. Zira kriz atmosferinde aslında solda dipten gelen programatik bir birliğin olanaklarını gözler önüne seriyordu. Ancak bu partilerin ne program, ne ilke ne de ezilenlerin çıkarı gibi kaygıları vardı. Dolayısıyla bu girişimler de başarısızlıkla sonuçlandı. Belirtmek gerekir ki; bu süreci tekrar başlatan ama ortasında zor hale getiren HADEP’in seçimlerden egemenlerle arasında gerilim yaratacak bir sonuç istemediği görüldü. Yoksa pek gücü olmayan SHP-ÖDP ittifakının, haddini bilmeyen manevraları bir şekilde aşılabilirdi. Tüm zorluğuna rağmen, bu partileri aşan geniş bir sol hareketlilik bu seçimlerde kayda değer bir dinamik oluşturabilir, var olan gerici tabloda bir gedik yaratabilirdi.
” IMF’ci, SAVAŞÇI, GERİCİ PARTİLERE OY YOK!”
Seçimlere bugün sol adına HADEP-EMEP-SDP ittifakı, ÖDP ve TKP katılıyor. Ancak hiçbirinin solun gerçek dinamiklerini kapsama ve hareketlendirme şansı yok. Bu koşullarda devrimciler, bu süreci kitlelere siyasi gerçekleri anlatma zemini olarak değerlendirecekler, geleceğe dönük mevziler oluşturma çabası güdeceklerdir. Özellikle, Derviş’li CHP’nin “sol” adına egemenlerin en temel manipülasyon aracı haline dönüşmesinin teşhir edilmesi özel bir önem taşımaktadır. Zira önümüzdeki dönemde, Derviş tarafından yürütülen IMF politikalarının faturası halk tarafından CHP eliyle sola kesilebilme tehliklesini barındırmaktadır. Devrimcilerin temel hedefi, IMF’ci, savaş yanlısı, ve gerici partilerin önünü kesebilmek için dinamik bir çaba içine girmek olmalıdır.