Öte yandan ABD savunma bakanı yardımcısının, ardından ABD’li askeri heyetlerin ziyaretleriyle de savaş çanları iyiden iyiye duyulmaya başladı. Daha önce ABD’yi operasyondan vazgeçirme yolunda çabalar harcanacağını açıklayan hükümet ve ordu son MGK toplantısında ABD’nin müdahalede kararlı olduğunu, bu durumda Türkiye’nin de operasyona -sınırlı- bir şekilde katılacağı üzerinde görüş birliğine vardılar. Artık herkes biliyor ki; tamamen […]
Öte yandan ABD savunma bakanı yardımcısının, ardından ABD’li askeri heyetlerin ziyaretleriyle de savaş çanları iyiden iyiye duyulmaya başladı. Daha önce ABD’yi operasyondan vazgeçirme yolunda çabalar harcanacağını açıklayan hükümet ve ordu son MGK toplantısında ABD’nin müdahalede kararlı olduğunu, bu durumda Türkiye’nin de operasyona -sınırlı- bir şekilde katılacağı üzerinde görüş birliğine vardılar. Artık herkes biliyor ki; tamamen ABD inisiyatifinde gelişen bu süreçte egemenlerin kendilerine biçilen rolü oynamaktan ve paylarına düşen cüz’i “kan parası”na razı olmaktan başka seçenekleri yok. ABD tarafında bir “manevra ve zaman kazanma hamlesi” olarak nitelendirilen Irak’ın BM temsilcilerini görüşmeye çağırması ise, hiç vakit kaybetmeden BM tarafından reddedildi.
Uluslararası planda bu gelişmeler yaşanırken ülke içerisindeki siyasi tabloda ise hala bir dağınıklık hakim. Bütün anketlerin, kamuoyu yoklamalarının ve “nabız tutma”ların işaret ettiği birinci parti gerçeğiyle kendinden emin bir şekilde arz-ı endam eden R.T. Erdoğan ve partisinin karşısında koçbaşı olarak Derviş ve “asası YTP” oturtulmuş durumda. Aslında istenmeyen bir sürecin istenmeyen tercihi olan seçim kararı 3 Kasım olarak netleşirken, egemenlerin hala net bir hükümet modeli tesis edememesi dönemin iç siyasetindeki tüm dengelerin gözden geçirilmesini gerektiriyor. Çok farklı itifak modellerinden “çatı partisi” önerilerine kadar türlü senaryolar gündeme geliyor. Egemenlerin gönlünde yatan ise “sol-sosyal demokrat” etiketli bir liberal blok. Derviş bu modelin kuruculuğuna soyunmuş durumda. Tekelci sermayenin ve IMF’nin bugünkü temel barutuna dönüşen sosyal demokratlar üzerinden kurulmaya çalışılan bu modele daha en baştan Ecevit resti çekti ve DSP sözcüsü Emrehan Halıcı aracılığıyla Derviş’i -tekrar- örtük olarak istifaya çağırdı. “Ulusalcı” sosyal demokratlar (!) dışardan ithal bu modele soğuk bakarken, sandıktan yeni bir Milliyetçi Cephe (MC) çıkacak korkutmacası ve çoktandır uzak kalınan iktidar nimetleri diğer “sosyal demokratlara” cazip görünüyor. Çok parçalı sosyal demokratların, küçük parti ve grupçukları bu modele sıcak bakarken, muhtemelen asıl pazarlık CHP ile bu modelin nasıl uyumlulaşacağı üstünde dönecek. Diğer taraftan, Mesut Yılmaz (ANAP)’da yaptığı son açıklamayla böylesi bir oluşumun içine dahil olabileceği sinyalini verdi. Zaten M. Ali Bayar (DTP) ile görüşmeleri sürdüren Derviş’in sağdaki zemini de böylece genişliyor ve yeni bir merkez inşa edilmek isteniyor. Oluşturulma ve başarılı olma olasılığı oldukça zor olan bu çorba eğer iyi pişirilirse, ortaya bir parti değil oylanmış ama hiçbir gerçek sorumluluğu olmayan bir teknotratlar hükümeti modeli çıkar, zira bu “parti” tümüyle gelip geçici ve konjonktürel olacaktır. Bu model üç ihtimali de içerecektir: 1- Tek başına iktidar (ki bu çok düşük bir olasılık), 2-AKP’nin küçük ortak olarak dahil olduğu ikili bir koalisyon, 3- AKP’nin büyük ortak olduğu ikili-üçlü bir koalisyon. Tüm olasılıkların hepsinde ortak nokta, yeni oluşturulacak bu “sosyal-liberal” girişimin rolünün dış ilişkileri -yani ana gidişatı- yönlendirme olarak belirlenmesidir. (Buna küçük ya da büyük ortak olarak eklemlenecek AKP ise, içerideki kitleleri yatıştırıcı bir unsur olarak işlevlendirilecektir.)
Bu senaryoların nasıl hayata geçirileceğini, hangi yöntemlerin izleneceğini hep birlikte göreceğiz. Ecevit’in başlama vuruşunu yaptığı AKP’yi törpüleme harekatı ise DGM’nin T. Erdoğan ve B. Arınç’ın iki kasetini piyasaya sürmesiyle ağır ağır sürdürülecek gibi görünüyor. AKP’nin karşısındaki alternatifin şekillenmeye başlamasıyla bu bildik törpüleme siyaseti de hızlanacaktır. AKP bu haliyle bile rejim açısından istenmeyen tercihtir. Fakat tüm bu ihtimal hesapları tabii ki, kısa gibi görünen ancak taşların yerine oturtulabilmesi için yeterli bir süre olan üç ay içinde sonuca bağlanacaktır.
Önceki ay DSP’nin parçalanmasıyla sonuçlanan sivil darbe ise Meclis’in açılmasıyla kendini sürdürdü. AB yasalarının iki gün bir gecede çıkarılması bu sürecin devam ettiğini gösterdi. Şimdiki adım, altına imza atılmış ve asıl seçimin hemen ardından çok daha ağır bir biçimde gündeme girecek olan “yeni” IMF programını yürütecek sağlam, sorunsuz bir hükümet modeli, tabiri caizse dikensiz gü bahçesidir. Bu dikensiz gül bahçesinin kapısının Bağdat’tan geçtiği ise zaten bu sürecin en başında görüldü.
Dünya ekonomisinin yeni bir resesyona girdiği, ülkede ise, dış siyasette tam anlamıyla kapana kısılmış vaziyette olan, Irak operasyonuna katılmak ve içerde de AB yasaları ile IMF programını uygulamak dışında bir alternatifin dillendirilmediği siyasal arenada, iktidar ve toplumsal muhalefet güçleri açısından yepyeni bir dönem açılıyor. İşte sınırları bu kadar katı olarak çizilmiş olan siyaset zemininde “sosyal demokrat” partilerle ittifak yapmak ve misyonu bugünden belli parlamentoda, “temsil hakkı” elde etmeyi yegane hedef olarak gören yasal sol siyasetin bir çöküntü yaşayacağı ve toplumsal muhalefette büyük arayışların önünün açılacağı görülüyor. Devrimciler ise bu süreci kavrayan bir siyasal bakışı pratikte üreterek, düzendışı bir hareketin temellerini atma sorumluluğuyla karşı karşıyadır.