Çok tehlikeli bir konjonktür Kapitalizmin tarihi bize en istikrarsız ve tehlikeli konjonktürlerin, hegemonyacı devletin gerileme sürecine girdiği dönemlerde oluştuğunu gösteriyor. Üstelik bu dönemler bir ekonomik kriz, buna tepki bir mali genişleme, diğer bir deyişle küreselleşme dönemine de karşılık geliyor. Yine böyle bir dönemden geçiyoruz. ABD, ekonomik liderliği zayıfladıkça, hegemonyasını korumak için dayatma ve şiddete daha […]
Çok tehlikeli bir konjonktür
Kapitalizmin tarihi bize en istikrarsız ve tehlikeli konjonktürlerin, hegemonyacı devletin gerileme sürecine girdiği dönemlerde oluştuğunu gösteriyor. Üstelik bu dönemler bir ekonomik kriz, buna tepki bir mali genişleme, diğer bir deyişle küreselleşme dönemine de karşılık geliyor. Yine böyle bir dönemden geçiyoruz. ABD, ekonomik liderliği zayıfladıkça, hegemonyasını korumak için dayatma ve şiddete daha çok başvuruyor. Bu da hegemonyanın gerilemeye başladığını gösteriyor. Daha önceki yazılarımda, bu süreci çözümlerken ABD’nin 11 Eylül’den sonra hegemonyasını restore etmek için atağa kalktığını, hatta bir Pax Americana (imparatorluk) inşa etmeye giriştiğine işaret etmiştim. Diğer bir deyişle, bir mali genişlemenin, hegemonik gerilemenin ve askeri yöntemlerin öne çıkmaya başlamasının kesiştiği, çok tehlikeli bir konjonktür oluştu.
Bu konjonktürün ortasında hegemonyacı ülkede siyaseti ve ekonomiyi yöneten kadrolara bakınca ne görüyoruz? İki olasılık var. Ya bunlar ne yaptıklarını bilmiyorlar. Ya da dünyanın geri kalanına karşı bir komplo içindeler. Ne yazık ki her iki halde de durumumuz tuvalet kağıdınınkini anımsatıyor…
Beceriksiz mi, komplocu mu?
11 Eylül saldırısı son 10 yılın en önemli olaylarından biri. Dünyayı sarstı ve yeni bir süreç başlattı. Ama bu olayın öncesine bakınca şunu görüyoruz: FBI, CIA, Göçmenlik ve Vatandaşlık büroları, Ulusal Güvenlik Örgütü (NSA), Askeri Haberalma Orgütü, sonra Echalon (dev kulak) Carnivor ve daha bilmediğimiz bir sürü sistem, saldırıyı hazırlayanları izlemekte olmalarına rağmen yakalayamadı, saldırıyı engelleyemedi. Ya bu bürokratlar tam anlamıyla beceriksiz, ne yaptıklarını bilmiyorlar. Ya da bu işte bir bit yeniği var. Şimdi, bu kadrolar, tüm uluslararası nükleer anlaşmalardan çıkıyorlar, aynı anda düşük verimli nükleer bombaları hizmete sokuyorlar, ilk kullanma hakkını kullanacaklarını söylüyolar, Irak’ı 200.000 askerle istila etmeyi tartışıyorlar, bu arada da dünyayı “sonu belirsiz bir terorizme karşı savaş” süreci içine sürükleyip götürüyorlar. Bunlar ne yaptıklarını bilmiyorsa felaket! Her an bir kaza ile süreç çığrından çıkabilir. Yok ne yaptıklarını biliyorlar ve bir komplo içindeyseler bir başka felaket. Bu süreç giderek tırmanacak, imparatorluk kurulana, “kara deliklerini” yok edene kadar sürecek… Bu tamamlanması olanaksız bir süreç. Arada bir yerlerde kopacak…
Enron’la başlayan skandallar dizisi, WoldCom, Xerox, GM ve benzerleriyle büyüyerek devam ediyor. Bu süreç iki şeyi ortaya koydu. Birincisi yıllardır dünyaya örnek olarak sunulan ABD modelinin, üstünlüğünün kanıtı performansı aslında kurgusal ve küreselleşme olarak satılan mali genişleminin de temelinde bir hırsızlık ve dolandırıcılık düzeni var. İkincisi, ABD ekonomisinin büyümesini ve teknolojik yenilenmesini sağlayan yabancı sermaye yatırımları, ABD ekonomisine ve kurumlarına güven sarsıldığı için kurumaya başladı. Nasıl oldu da dünyanın en saygın ekonomik denetim mekanizması, Borsa Denetim Kurumu (Securities and Exchance Comission), Federal Reserve, Arthur Anderson, Meryll Lynch vb… bu sahtekarlıkları zamanında tespit edip halkı uyarmadılar, daha da önemlisi soygunu engelleyemediler. İkincisi kendisini herhangi bir devletten daha iyi denetleyeceği iddia edilen piyasa mekanizması ne oldu da bunu başaramadı. Burada da iki olasılık var, ya söz konusu kurumlar aslında beceriksiz kurumlar, ne yaptıklarını bilmiyorlar ve piyasa mekanizması da kendi kendini denetleyemez. Ya da karşımızda, söz konusu kurumlarla, yolsuzlukları yapanlar arasında örülmüş bir komplo var. Piyasa denen şey de aslında bu bir avuç dev şirketin denetiminde ABD’de ekonomik büyümeye ve teknolojik-askeri yenilenmeye hizmet ettiği için bu sahtekarlığa göz yumdu. Birinci halde, bu kriz dünya ekonomisini kim bilir daha hangi çukurlara düşürecek? İkincisi, mali kaynakları kurumaya başlayan ABD bu açığı giderek daha çok askeri ve siyasi gücüne yaslanarak kapamaya çalışacak. Her iki durumda da kaderimizin yolu tuvalet kağıdınınkine yakın bir yerlerden geçiyor…
Bu koşullarda ne yapılabilir? 1968’de Paris’te bir üniversitenin duvarına yazılan bir slogan aklıma geliyor: Gerçekçi Ol! Olanaksızı iste. Bugün gerçekçi olup son 20 yıldır olanaksız olduğu söylenen şeyleri talep etmek gerekiyor: Piyasa, toplumun, siyasetin denetimi altına alınmalıdır. Bireysel özgürlükler toplumsal çıkarları izlemek zorundadır! Yoksa ortada ne toplum kalacak ne de siyasi özgürlükler…