ABD, şu andaki Filistin yönetimi değişmedikçe ve şiddet sona ermedikçe, İsrail-Filistin sorununa müdahele etmeyecek. Eskiden Beyaz Saray’ın özel davetlisi olan Arafat, artık kendisine önem verilmeyen bir kişi görünümünde. Şu andaki siyasi ortamı yeterince gözlemleyenler, her şeyin belirsizliğe ve bilinmezliğe doğru gittiğini rahatlıkla görebilir. Washington’ın politikasının, şüphecilik yaratmasının nedenlerine hızlıca değinelim. Filistinliler, siyasi açıdan cesaretlendirilmedikçe, sorunun […]
ABD, şu andaki Filistin yönetimi değişmedikçe ve şiddet sona ermedikçe, İsrail-Filistin sorununa müdahele etmeyecek. Eskiden Beyaz Saray’ın özel davetlisi olan Arafat, artık kendisine önem verilmeyen bir kişi görünümünde. Şu andaki siyasi ortamı yeterince gözlemleyenler, her şeyin belirsizliğe ve bilinmezliğe doğru gittiğini rahatlıkla görebilir. Washington’ın politikasının, şüphecilik yaratmasının nedenlerine hızlıca değinelim. Filistinliler, siyasi açıdan cesaretlendirilmedikçe, sorunun çözümü konusunda ellerinde somut bir öneri olmadıkça, şiddetten vazgeçmeyecek.
ABD’nin Yaser Arafat’ın yerine başka bir lideri getirme planı ise yapıcı olmaktan uzak bir yaklaşım. Filistinliler liderleri hakkında ne düşünürlerse düşünsünler, onlar kendilerine dayatılmaya çalışılan bu dikteyi kabul edecekler mi? Peki Arafat’ın yerine gelecek kişi uzlaşmaya daha mı yakın olacak? Bugün Amerika’nın tutumu büyük bir soru işareti yaratıyor. Arap dünyasının ve Avrupa’nın buna yanıtı oldukça basit: ‘Var olanı kabullenmek.’ Herkes, Amerika’nın yaklaşımının değişmeyeceğini biliyor. Ancak bu yaklaşımda birtakım değişiklikler yapılabileceğini düşünüyor. Avrupa ve Arap dünyasının dışında İsrail’in de bu durumda üstüne düşenleri yerine getirmesi gerekli. Bunlar işgal edilmiş bölgelerde yaşam koşullarının çok daha rahat hale getirilmesi, kişilerin ve ilaçların serbest dolaşım özgürlüğünün sağlanması, İsrail’in son olarak işgal ettiği bölgelerden geri çekilmesi.
Filistin’de seçimler yapılır yapılmaz, sonuç ne olursa olsun geçici olarak bir Filistin devleti kurulmalı ve bu devletin daha sonraki hukuki statüsü konusunda yapılacak görüşmelere odaklanılmalı. Bugün Başkan Bush’un, İsrail’in işgaline son vermesi ve Filistin devletinin kurulmasına ilişkin planları olumlu, ancak ne yazık ki bunları gerçekleştirmek için Washington’ın siyasi iradesi mevcut değil. Aslında şu anda ABD’nin önerdiği şema sorunu çözmekten çok, siyasi bir risk almadan, tamamen zaman kazanmaya yönelik.
Aynı zamanda Washington’ın iç dinamiğini oluşturan devlet idaresi ile Pentagon arasındaki mücadeleyi de önemsemek gerekiyor. Washington’da bazıları uluslararası görüşü de hesaba katarken, diğerleri tek taraflı davranıyor. Bush’un yaklaşımı ise ABD’deki tek taraflı kampı daha da güçlendiriyor. Oysa uluslararası toplum İsrail-Filistin barışının yapılması için, Arap dünyası ise Kudüs’ün statüsü konusunda taviz verilmesi için hiç bu kadar hazır olmamıştı. Fransa’nın eski Dışişleri Bakanı Hubert Vedrine, sorunun çözümünün sadece taraflara ‘dayatma’ yoluyla sağlanacağı görüşünde. Aslında o kadar ileri gitmeye de gerek yok. Eğer ABD, Birleşmiş Milletler’in Avrupa Birliği’ nin ve Arap dünyasının destek verdiği bir öneri ortaya atmış olsaydı, o zaman Filistin ve İsrail’deki kamuoyu da barış konusunda çok rahat ikna edilebilirdi. Her iki toplum da böyle bir öneriye ilk önce olumsuz yaklaşsa da, dinamiklerin etkisiyle barışın koşullarını desteklemeye başlardı. Bugün AB ve Arap triosunun (Suudi Arabistan, Mısır ve Ürdün) bir araya gelerek, ortak bir öneri sunması ve bu konuda Washington’ı ikna etmesi gerekmekte. Amerika’nın planına şüpheyle yaklaştıklarını açık bir dille ifade ederek ortaya somut bir barış planı sunmalılar.
Avrupalılar ve Araplar, Amerikalılar üzerindeki etkilerini azımsamasın. Çünkü ABD’nin kendi içerisinde reform yapabilmesi ve güvenliğini sağlama amacına ulaşabilmesi için ortaklara ihtiyacı var. Üstelik Washington’ın Filistin yönetimi ile tekrar köprüleri oluşturması da kendi lehine. Washington’a rağmen Uluslararası Ceza Mahkemesi’nin kurulması da ABD’nin dışındaki güçlerin kanıtı.