Ecevit’in hastalığı zor bela sağlanmış olan iç siyasal dengelerin sarsılmasına neden oldu. Artık görünen gerçek şu ki, Ecevit’in koalisyon içindeki dengeleyici pozisyonunun sürme olasılığı artık kalmadı. Nitekim, yakın çevresinden sızan havaya göre, Ecevit’in başbakanlığı sürdürme eğilimi AB üyelik takvimiyle ilgili kritik düğümlerin çözülmesiyle sınırlı, yani sonbahar veya kış başına kadar. Tabii, bu niyet bile sağlık […]
Ecevit’in hastalığı zor bela sağlanmış olan iç siyasal dengelerin sarsılmasına neden oldu. Artık görünen gerçek şu ki, Ecevit’in koalisyon içindeki dengeleyici pozisyonunun sürme olasılığı artık kalmadı. Nitekim, yakın çevresinden sızan havaya göre, Ecevit’in başbakanlığı sürdürme eğilimi AB üyelik takvimiyle ilgili kritik düğümlerin çözülmesiyle sınırlı, yani sonbahar veya kış başına kadar. Tabii, bu niyet bile sağlık sorunları nedeniyle her an değişme olasılığına gebe. Sürecin tüm kayganlığına rağmen, mevcut egemen eğilim AB konusundaki kritik düğümleri çözüp, parlamento seçimlerini (en erken/en geç) önümüzdeki bahara yerel seçimlerle bir arada gerçekleştirmek. Bu nedenle tüm aktörler seçim arenasında etkili olmanın derdinde. Yine bu aktörler Ecevit sonrasındaki geçici boşluğu doldurmak için parende atıp, bir takım çıkışlar yapıp durmaktalar.
Bu çerçevede, süreçte belirleyici rol oynayan ikinci faktör olarak AB üyelik takviminin gerekleri devreye girerek, iç siyasette kritik gelişmeleri tetikleyen bir rol oynuyor. AB üyelik görüşmelerinin önünü açacak takvime göre, Aralık ayında AB’nin vereceği nihai kararı etkileyecek rapor, 19 Ekim’de yayınlanacak. Bu demektir ki, bu sonbahara doğru, başta Kıbrıs olmak üzere idam ve anadilde eğitim konularında uyum sağlayacak adımların atılmış olması gerekiyor. Son MGK toplantısı devletin ana politikasını iyice ortaya koydu. Devlet, idamı kaldırarak ağırlaştırılmış müebbede dönüştürmesini; anadilde eğitimi ise anadilde öğretime dönüştürerek, ( TRT’de Kürtçe yayın ve özel dershanelerde Kürtçe eğitimine izin verilmesi vb. çerçevesinde) AB’nin kabul edebileceği bir ara formülle bu iki konuda Kopenhag kriterlerine “uyum” sağlayarak en ciddi sorunun yaşandığı Kıbrıs konusunda zaman kazanmayı hedeflemekte. Buradaki gerçek amaç ise, Kıbrıs sorununun bu yıl çözülmesine dönük AB takviminin değiştirilerek, önümüzdeki 3-5 yıla yayılması.
Bu devlet politikası son MGK toplantısında iyice belirginleşti. Ancak burada iki pürüz var. Birincisi, AB’nin özellikle Kıbrıs konusunda Türkiye’nin hamlelerini kabul edip etmeyeceği ve eski takviminde ısrar derecesi. Şimdilik AB bu konularda susuyor, zira önce kendi içinde problemli olan Türkiye’nin hamlelerinin belirginleşmesini bekliyor. Eğer sorun sadece Kıbrıs konusuna odaklanırsa, bu konudaki kritik kapışma (Türkiye mi geri adım atacak, AB mi? Sorusunun cevabı) sonbaharda netleşecek.
MHP’de Yeni Yönelim mi?
Ancak son MGK toplantısındaki “devlet” politikası, diğer Devlet (Bahçeli) tarafından kabul görmedi. Çin dönüşü, idam ve anadilde eğitim konularında gıyabında alınan kararlara sıcak bakmadığını ifade eden Bahçeli, Cumhurbaşkanının Cuma günü düzenleyeceği liderler zirvesi öncesinde kamuoyuna dönük çıkışlarını yoğunlaştırdı. Tuğrul Türkeş ve MHP’den diğer ayrılan milletvekillerinin BBP’ye girmesiyle tabandaki huzursuzluğun arttığı ve seçim sath-ı mealinde bugünkü adımların hesabının sorulacağını bilen MHP kurmayları kendileri için önemli bir dönemeçte olduklarının farkındalar.
Son Avrupa seçimlerinde yükselişe geçen tüm neo-faşist partilerin küreselleşmeci politikaların ezdiği emekçilerin tepkilerini popülist söylemlerle kışkırtarak, yabancı düşmanlığı ve AB karşıtlığı çerçevesinde geliştirerek yeni bir çıkış trendi izledikleri göz önüne alındığında, “MHP de benzer bir yöne yönelme eğiliminde mi?” sorusu akla gelmektedir. Ancak Türkiye’de ki faşist hareketin devletle iç içeliği düşünüldüğünde, MHP’nin Avrupa’daki neo-faşist partiler kadar “egemen” çizgiye “muhalif” bir çizgide duramayacağı görülmektedir. Tüm bu yönelimlerin “uzlaşma öncesi pazarlıklar ve tribünlere oynama eğilimi mi olduğu, yoksa gerçek bir yeni çatışma ekseni yaratma eğilimi mi olduğu?” sorusu önümüzdeki haftalarda netleşecektir.
Ordunun ulusalcı kampın içinden yaptığı hamlelerin ANAP ve diğerleri tarafından kabul edilmesiyle oluşan devlet çizgisinin MHP’nin itirazlarından ne denli etkileneceği ya da MHP’nin buna nasıl uyum sağlayacağı ya da “ulusalcı” eksene MHP’nin daha fazla sarılarak, bu kampın tek temsilcisi olma iddiasına soyunması olasılıkları önümüzdeki dönemin seçim atmosferini yakından etkileyecektir. Bu gelişmelerin yıpranan MHP’yi “ihya etme” olasılığı kadar, “ezme” olasılığı ile de karşı karşıya getirebileceği açıktır. “Ulusalcı” kamp içinde şimdiye dek ordunun öncülüğündeki politikaların “ciddi olarak” sorgulanıp sorgulanmayacağını ve bu politikaların sonuçlarının kendi içinde daha hangi çatırtılara yol açacağını ve bunların seçimlere dönük izlerini hep birlikte izleyeceğiz.
(Bu gündemleri doğrudan etkileyen ABD-Rusya yakınlaşması ve ABD’nin Ortadoğu hesapları ise bir başka yazının konusu olacaktır.)