Buna karşılık Şufat mültecileri, modern görünümden uzak, dar sokaklarında atık suların aktığı bir kampta yeni evler yapmak için işgalci yetkililerden inşaat izni almaya çabalıyorlar boşu boşuna… Kimi ev halkı, yeni kuşaklarıda barındırabilmek için üst üste katlar çıkacak. Bazıları, her şeyi sil baştan inşa etme riskini bile göze almış. Bu bir risk, çünkü bütün duvarlar, ordunun […]
Buna karşılık Şufat mültecileri, modern görünümden uzak, dar sokaklarında atık suların aktığı bir kampta yeni evler yapmak için işgalci yetkililerden inşaat izni almaya çabalıyorlar boşu boşuna… Kimi ev halkı, yeni kuşaklarıda barındırabilmek için üst üste katlar çıkacak. Bazıları, her şeyi sil baştan inşa etme riskini bile göze almış. Bu bir risk, çünkü bütün duvarlar, ordunun yıkım emri belgeleriyle dolu. Eğer bölge halkı karşı gelecek olursa, diğer yerlerde olduğu gibi burada da İsrail buldozerleri çalışmaya başlayacak ve geride ailelere çamur içinde moloz yığınlarıyla umutsuzluk bırakacak…
Walid de 2OO2’nin başında, diğerleri gibi evinin yerle bir edilmesi korkusuyla yaşıyor. Ama bugün, kampın üzerinde uçan bir askeri helikopter dışında silahlarıyla ortalıkta dolaşan askerler yok. Onların yerini, Filistin halkının savunulması için gelen yüzlerce uluslararası sivil örgüt gönüllüsü almış durumda. Yine de, Fransa-Filistin Dayanışma Örgütü’nün Saint-Nazaire’den gelen sorumlusu Daniel, “Bu rahatlama ne kadar sürebilir?” diye sormaktan alamıyor kendini.
İkinci İntifada’nın başlangıcından bu yana İtalya, Belçika, Hollanda, Danimarka, İngiltere, Fransa, Kanada, ABD gibi birçok ü1keden binlerce gönüllü, bu misyonda görev aldılar. Bölgedeki köylüler, gazeteciler, sosyal hizmet görevlileri, doktorlar, banliyölerde yaşayan gençler, editörler, sanatçılar, avukatlar, bölge temsilcileri, liberal küreselleşme karşıtı hareketlerin militanları, sendikacılar, kilise temsilcileri, Filistin’in korunmasına doğrudan katkıda bulunabilecekleri, buna tanıklık edebilecekleri zamanı kolluyorlar. Bu gönüllüler, hastaların askeri engelleri aşıp hastanelere ulaşmasını sağlayarak, bütün engellemelere karşın zeytinlerini toplayan köylülere yardım ederek somut bir dayanışma sağlıyorlar. Zaman zaman da Filistinlilerin ve İsrail Filistinlilerinin işgalin sona erdirilmesi için yaptığı banşçı gösterilere katılıyor, Filistin halkının korunması için bölgeye bir an önce uluslararası, savunma birlikleri gönderilmesini talep ediyorlar.
Filistin Adalet ve Barış Konseyi’nin (PCJB) verilerine göre, Eylül 2000’den Ocak 2OO2’ye kadar, 226’sı çocuk olmak üzere toplam 949 Filistinli öldü, 33 349 kişi de yaralandı. Yaralıların 8217’si çocuk, 2950’si de ömür boyu sakat kalacak derecede ciddi yaralar almış…
Daha önce istifa eden İsrailli bakan Rehavem Zeevi’nin bir suikast sonucu ölümünün hemen ertesi günü, 18 Ekim 2001’de, Filistin Halk Kurtuluş Cephesi (FHKC) olayı üstlendi. Örgüt saldırıyı, liderleri Ebu Ali Mustafa’nın iki ay önce İsraillilerin özerk Beytüllahim bölgesine, Beyt Jala ve civar kamplara yaptıkları bir baskında öldürülmesine misilleme olarak gerçekleştirdiğini açıkladı. Beytüsselam’da bir hafta içinde, tamamı silahsız siviller olmak üzere on beş Filistinli öldürüldü. Bu durum İsrail’in İnsan Hakları Koruma Derneği (B’tselem) tarafından suçlanmasına yol açtı. Derneğe göre ordu bu tutumuyla “uluslararası hukukun temel prensiplerinden birini” çiğnemişti ve askerlerin “hesap verme” zorunluluğu o1maması, “Filistin insan haklarını rahatça çiğnemeye” açık çağrı niteliği taşıyordu.
Yine PCJP’ye göre sadece 2002 ocak ayında askerler ya da sömürgeciler tarafından öldürülen 34 Filistinlinin 6’sı çocuk. Aynı dönemde yaralanan 786 (250’si çocuk), tutuklanan 357 kişi var. PCJP, OCak ayında toplam 3621 dunam’lık(1) toprağın da işgal edildiğinin özellikle altını çiziyor. Ayrıca, 597 dunam’lık tarım alamndaki ürünler talan edilmiş, 2644 meyve ağacı kökünden sökülmüş ve 423 ev yıkılmış… Halka yönelik abluka ve kuşatmalar, askerin tüm bölgeye yayılan barajları, az mala karşılık çok insan olması, işsizlik oranını büyük ölçüde artırmış.
Ulusal altyapı günden güne yok ediliyor, insanlar saatler boyu barikatlarda beklemek zorunda kalıyor. Helikopterlerin ve F16 uçaklarının sesi günlük yaşamın bir parçası haline gelmiş bölgede. Filistinli insan hakları savunucularından biri şunları bu konuda söylüyor: “Hergün yaşanan bu vahşete bir an önce son verilmesi gerek. Zira bu vahşet, acıdan, umutsuzluktan ve köktencilikten başka bir şey getirmiyor. Daha da ötesi, İsrail halkın farklı şekillerde teröre maruz bırakmayı, kendi çektiklerimize son vermenin bir yolu olarak gören bir zihniyet geliştiriyor.”
Bölgenin acil çözüm bekleyen en önemli sorunu, Filistin halkının korunması. Bu, onları sadece en temel insan haklarının elinden alınmasına karşı savunmakla değil, her iki toplumu da içine alan terör/saldırı/baskı çemberini kırarak ve soruna politik bir çözüm bulma yolunda çalışmalar yaparak gerçekleşecek.
Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi 14 Aralık 2001’de Tunus’un, Filistin’e uluslararası bir savunma birliği gönderme yönündeki teklifini reddetti. ABD bu kararı veto ederken Avrupa ikiye bölünmüştü: İngiltere ve Norveç çekimser kalırken, Fransa ve İrlanda onaylıyordu. Birleşmiş Milletler’in müdahale etmemesi üzerine, sivil örgütler işe koyuldu. Şüphesiz ki gönüllü sivillerin bu şekilde bir orduya karşı koyabilmesi beklenemez. Nitekim, Filistin Halkının Savunulması İçin Uluslararası Birlik (CCIPP) üyesi Nahla Chahal da “Bizim asıl amacımız, BM’nin sorumluluğunun bilincine varmasını sağlamak” diye açıklıyor hareketin hedefini.
Ayaklanmanın ardından Filistin’de bu misyonu, Beytüllahim yakınlarındaki Beytsahur’da Hassan Andoni’nin önderlik ettiği küçük bir yakınlaşma örgütü üstlenmiş durumda. Beytsahur, birinci İntifada (l987-l993) sırasında da işgale karşı koyarken şiddete başvurmamış, ancak İsrail yetkililerine vergi ödemeyi reddetmişti. Evlere yapılan baskınlar ve tutuklamalar da bir sonuç vermemişti bölgede. 200l yılında, Filistin’de hükümete bağlı olmayan organizasyonların büyük çoğunluğu birlik olarak bu misyonu desteklemeye ve gerektiğinde görev üstlenmeye karar verdiler. Filistinli örgütlerin, uluslararası gönüllü organizasyonların kalıcı ve acil çözümler sağlamasının dışında, Filistinlilere uygulanan tecridin azalması da sevindirici. Sokağa çıkma yasağı ve başka dolaşım kısıtlamaları şeklinde fiziksel uygulamaların dışında, moral açıdan da bir tecrit söz konusu bölgede. Dayanışmadaki misyonerler, dünyanın batı ve güney olmak üzere iki homojen bloğa bölündüğü görüşünü kabul etmiyorlar. Ayrıca toplumsal, hatta dini farklılıklara dayalı bir içe kapanma eğilimini de reddediyorlar.
CCIPP’nin sivil misyonlarından bir gönüllü grubu, İsrail’in 24 Ekim 2001 günü Batı Şeria’daki Beytüllahim’e tanklarla ve helikopterlerle yaptığı baskından birkaç gün sonra bu bölgeye gitti. Grupta bulunan gazeteci Olivier, gördüklerini anlatırken “Şehit Köy’e yaptığımız ziyaret, duvarları yanmış, cam kırıkları ve yanık kumaşlarla dolu bir yıkıntıdan başladı. Evin sahibi, kendini mutlu sayanlardandı. Çünkü ailesi, İsrail askerlerinin pencereden ilk yangın bombasını attıkları sırada evde değilmiş,” diyordu. Al-Mawassi’de ve Hebron’da yerle bir edilen evlerde oturanlarla yaptığı görüşmeleri de anlatan Olivier, bu kişilerin Gazre Şeridi’nde çadırlarda yaşamaktan memnun olduklarını söylüyor. Bu insanlar, aylardır uygulanan sokağa çıkma yasağına ve şehir merkezindeki fanatik sömürgecilerin haraç kesmesine bile boyun eğmişler…
Sonraki günlerde Rennes bölgesinden bir grup, 29 Ekim günü ziyaret ettikleri Ayda kampını anlatırken, “su depolarının yıkıldığını, hemen hemen her evin atılan mermilerden zarar görd