11 Eylül sonrasında ve özellikle de Ortadoğu’daki son durum karşısında ABD – Avrupa arasındaki görüş farklılıkları ile Washington’ın tek başına daha “gür” ve “muhalefetsiz” çıkmaya başlayan sesi, tek kutuplu dünyanın nelere kadir olduğunu daha iyi gözler önüne serdi. Yine, Avrupa Birliği’nin genişleme sürecinde, kıtamızın alacağı yeni şeklin, tek tek ülkelerin birbirleriyle ilişkilerinin ve bunun demokrasi […]
11 Eylül sonrasında ve özellikle de Ortadoğu’daki son durum karşısında ABD – Avrupa arasındaki görüş farklılıkları ile Washington’ın tek başına daha “gür” ve “muhalefetsiz” çıkmaya başlayan sesi, tek kutuplu dünyanın nelere kadir olduğunu daha iyi gözler önüne serdi.
Yine, Avrupa Birliği’nin genişleme sürecinde, kıtamızın alacağı yeni şeklin, tek tek ülkelerin birbirleriyle ilişkilerinin ve bunun demokrasi ile özgürlükler üzerinde yapacağı etki de yoğun biçimde tartışılmakta.
İşte böylesi bir ortamda, dünyamızın geleceğine ve “yeniden siyasi şekillenmesi”ne ilişkin yeni teoriler, daha da önem kazanıyor. Tartışılan bu teorilerden biri de, “Yeni Sömürgecilik” (New Colonialism). İngiltere Başbakanı Tony Blair’in dış politika danışmanı Robert Cooper’ın geçtiğimiz hafta içinde kaleme aldığı ve “kişisel” görüşlerini yansıttığı ifade edilen bir makalede “Yeni Sömürgecilik dünyayı kurtaracak çözümdür” gibi cümlelere yer veriliyor.
Geçen yüzyılın başlarına kadar süren ve sömürgeci imparatorlukların paylaşımına sahne olan dünya düzeninde en belirgin özelliğinin “imparatorluğa bağlı topraklarda düzen, kültür ve medeniyet, buna karşılık dışında kalan topraklarda da barbarlık , kaos ve düzensizlik” olduğu yorumunu yapan Cooper, “yeni tür bir emperyalizmin gerekliliği”ni de savunuyor.
Avrupa’nın geleceğine ilişkin olarak da ilginç öngörülerde bulunan Robert Cooper, “Genişleme sürecine giren AB’nin de bir tür gönüllü emperyalizmin oluşumunu” gerçekleştirdiği tezini ortaya atıyor. İşte, İngiltere Başbakanı’nın dış politika danışmanı Cooper’ın, çok tartışılacak makalesinde ele aldığı görüşlerin bir özeti :
“Eski dünyada ‘düzen’, imparatorluk anlamına geliyordu. İmparatorluğun kapsamında olanlar düzene, kültüre ve medeniyete sahipti. Dışında kalanlar ise barbarlık, kaos ve düzensizliğe.
Tek bir güç merkezinden kaynaklanan barış ve düzen görüntüsü hep güçlü kaldı. Ama, imparatorluklar, gelişmeye açık ve gelişmeye yatkın değildir. Çünkü, gelişim ve yaratıcılık istikrarsızlığa yolaçtığından, bir imparatorluğu bir arada tutabilmek için otoriter bir rejim gerekirdi. Bu yüzden de tarihsel olarak imparatorluklar hep durağandı.
Buna karşılık, imparatorluklar çağının ardından ortaya çıkan Avrupa’da, sürekli bir istikrarsızlık ve savaş riski söz konusuydu. 1945 yılından sonra, daha basitleştirilmiş bir şekillenme içine giren Avrupa’da çok taraflı bir güçler dengesi, kıtayı tek yanlı bir teröre yöneltti. Ama, bu da uzun sürmedi. 1989 yılında bu güçler dengesinin sona ermesi, aynı zamanda emperyal bir gerekliliğin azalmasını da beraberinde getirdi. Değişik imparatorluklar arasında paylaşılmış bir kıtada başlayan yüzyıl içinde, bu imparatorlukların hepsi silinip gitti : Osmanlı, Alman, Avusturya, Fransa, Britanya, ve Sovyet İmparatorlukları hepsi birer hatıra oldu.
Avrupalıların yaşadığı Post Modern dünyada ise Avrupalılar olarak biz, bir ‘denge’ye dayanmıyoruz. Bu, aynı zamanda ne hükümranlığa ne de iç ve dış politikaların birbirinden ayrılmasına yapilan bir vurguyu içeriyor. Avrupa Birliği, herkesin birbirlerinin (bira, sosis gibi konularda bile) karşılıklı olarak içişlerine karışabildiği bir sistem içinde çalışıyor. Ama, Post Modern dünyanın ulusları, birbirlerinin topraklarını işgal etmeyi düşünmüyorlar.
Modern dünyada, yeni bir tür emperyalizm gereklidir. Ama bu insan hakları ve çokulusluluk değerleri ile uyumlu bir emperyalizmdir. Aynı zamanda bu emperyalizm, gönüllülük temelinde yeni bir düzenlilik ve organizasyon da getirmeyi amaçlamaktadır.
Bu tür gönüllü emperyalizm, zaten global ekonomide IMF ve Dünya Bankası gibi kuruluşlar aracılığıyla mevcuttur. Bu çokuluslu kuruluşlar bazı devletlere, global ekonomiye katılabilmeleri için ve yatırımlarla refah pastasından pay alabilmeleri için yardımcı olur. Bunun karşılığında da, bazı taleplerde bulunurlar. Bu talepler en başta yardıma gereksinim doğmasına yolaçan ekonomik ve siyasi başarısızlıkların tamirine yönelik taleplerdir.
Post Modern Emperyalizm’in ikinci bir türü de, ‘Komşuluk emperyalizmi’ diye adlandırılabilir. Çünkü, komşularınızdaki istikrarsızlık, hiçbir devletin göz yumamayacağı bir olgudur. Kötü yönetimler, etnik şiddet olayları ve suç işleme oranlarının yüksek olduğu bir Balkan Bölgesi, Avrupa için ciddi bir tehdittir. Buna tepki olarak Birleşmiş Milletler, Bosna ve Kosova’da, gönüllü bir hükümranlık oluşturulmuştur. Uluslararası toplum, bu bölgelere sadece asker değil, polis, yargıçlar, cezaevi görevlileri, bankacılar ve diğer mesleklerden oluşan bir insan gücü sağlamıştır. Aynı zamanda seçimleri düzenleyip gözlemleme işlevi de yapmaktadır.
Avrupa Birliği’nin genişlemesi de, yeni tür bir başka gönüllü emperyalizm’dir. Geçmişte, imparatorluklar kendi yasalarını ve yönetim sistemlerini başkalarına empoze ederlerdi. Avrupa’da, kimse başkasına birşey empoze etmiyor. Ama Avrupa Birliği’ne aday olduğunuzda, sizin önünüze koyulanları kabul edip etmeme konusunda bir karar veriyorsunuz. Bu da, büyük bir yasalar ve yönetmelikler paketi şeklinde geliyor. Bunun karşılığında elde ettiğiniz ödül de, ortak servetten alacağınız pay konusunda söz sahibi olmanızdır. Post Modern Avrupa Birliği’nde bir ‘kooperatif imparatorluk’ söz konusu. Bu da, geçmişteki imparatorluklardan farklı olarak, etnik egemenlik değil , ortak bir özgürlük ve güvenlik kavramını içerir. Aynı zamanda da ulus devlet olmanın en önemli işareti olan etnik özelliklerini koruyarak.
Kooperatif bir imparatorluk, kendi içinde de her devletin siyasi yapıya kendi oranında katkıda bulunduğu, hiçbir ülkenin tek başına hakim olmaya kalkmadığı, yönetim ilkelerinin de etnik değil yasal olduğu bir sistemdir.
Emperyal bürokrasinin kontrol altında tutulduğu, bu bürokrasi mekanizmasının denetime tabi olduğu, ‘efendi’ değil ‘hizmetkar’ anlayışı ile çalıştığı bir sistemdir. Tek tek bağlı devletlerin kendi içlerinde olduğu gibi, özgürlük ve demokrasiye bağlı kalan bir sistemdir.
Böylesi bir sistemin hayata geçip geçemeyeceğini, ancak zaman gösterecek. Ancak, modern dünyada nükleer silahlara sahip olma yarışı da, bir yandan sürüyor. Modern dünyada, örgütlü suçlar ve uluslarararası terörizm de, devletlerin gelişiminden daha hızlı bir büyüme içinde görülüyor.
Çok fazla zamanımız kalmamış olabilir.”