Tartışmalar henüz yeni başlamakla birlikte, ekonomik resesyonun neden bu kadar hafif ve kısa sürdüğüne ilişkin bır konsensüs oluşmaya başladı. Pazartesi günü değindiğim gibi, kamu harcamalarındaki ani artış ve tüketici harcamalarının, özellikle de yükselmeye devam eden ev fiyatlarının, gerileyen faizlerin getirdiği servet etkisiyle direnmeye devam etmiş olması resesyonun bu özelliğini büyük ölçüde açıklıyor, ancak birçok ilginç […]
Tartışmalar henüz yeni başlamakla birlikte, ekonomik resesyonun neden bu kadar hafif ve kısa sürdüğüne ilişkin bır konsensüs oluşmaya başladı. Pazartesi günü değindiğim gibi, kamu harcamalarındaki ani artış ve tüketici harcamalarının, özellikle de yükselmeye devam eden ev fiyatlarının, gerileyen faizlerin getirdiği servet etkisiyle direnmeye devam etmiş olması resesyonun bu özelliğini büyük ölçüde açıklıyor, ancak birçok ilginç soruyu da gündeme getiriyordu. Örneğin bu tüketici talebini destekleyen etkenler, özellikle ev piyasasında oluşan “köpük” daha ne kadar dayanabilecek? Resesyonun kısa ve nafif geçmiş olması, iş devreleri (business cycles) açısından ne anlama geliyor?
Eksik resesyon
Kapitalist ekonomi açısından gerek uzun dönemli yapısal krizlerin gerekse de kısa dönemli devrevi dalgalanmaların yaşamsal bir önemi var. Uzun dönemli yapısal krizler sırasına dünya ekonomisi ölçeğinde, emek sürecinde, hegemonik ilişkilerde ve birikim rejimlerine kadar uzanan bir çok alanda önemli yapısal değişiklikler yaşanıyor. Sistem eğer bu değişiklikleri atlatabilirse yeniden uzun dönemli bir genişleme evresine girebiliyor. Uzun dönemli kriz ve toparlanma evreleri içinde bir de çok daha kısa dalga boyunda, genelde “business cycles” denen çevrimlerin olduğunu da biliyoruz. Bu çevrimler de sistemin kısa dönemli şişkinliklerinin alınmasına olanak sağlıyor. Genel bir kural olarak da ekonomik toparlanma ne kadar uzun ve güçlü olursa, biriken dengesizlikleri ayıklamak için o kadar uzun ve şiddetli bir resesyon gerekiyor.
Bu açıdan bakınca, birçok ekonomist, son resesyonun, şişkinlikleri alma açısından işlevini yerine getiremediğini, bu anlamda da eksik bir resesyon olduğunu düşünüyor. Dresned RCM’nin global stratejisti, Rob Parenteau’nun “Eksik Resesyonun Beklenmeyen Sonuçları” (The unanticipated consequences of an incomplete recession) yazısı (8 Mart, www.prudentbear.com) özellikle ilgi çekti. Parenteau’nun tezi kısaca şöyle özetlenebilir: Resesyon sırasında tüketici harcamaları büyüme hızı hiç negatif olmadı, ev fiyatlarındaki şişkinlik düzeltilemedi, sermaye piyasalarının çeşitli göstergeleri tarihsel ortalamaların altına inmediler, dış ticaret açığı kapanmadı ve en önemlisi özel sektör bilançoları temizlenmedi. Normal bir iş çevriminin resesyon aşamasında gerçekleşmesi beklenen düzeltmeler gerçekleşmediği için ABD ekonomisinin dengesizlikleri, varlıklarını korumaya devam ettiler.
Bir ABD bağımlılığı durumu
Pazartesi günü, Morgan Stanley’den Stephen Roach’ın “Bitmemiş İş” başlıklı yorumu da Prenteau’nun tezini destekliyor, dünya ekonomisi açısından olası sonuçlarını irdeliyordu. Roach, geçen 10 yılda (mali küreselleşme dönemi) dünya ekonomisinde büyüme açısından bir ABD bağımlılığı oluştuğuna dikkat çekti. Bu yüzden şimdi, ABD yavaşlamaya başlayınca dünya ekonomisinin motoru duruyor. Bu çok dengesiz ve sorunlu bir durum. Birincisi, yeni bir motor ortada yok. İkincisi, ABD bu işlevi yerine getirmeye daha uzun süre devam edecek gibi görünmüyor. ABD’nin dünya ekonomisinde motor rolü oynamasının birinci nedeni, ithalat kapasitesi. Ancak, ABD ekonomisinin,1990’ların ikinci yarısındaki gibi çekici bir işlev üstlenmesi için yapmaya devam etmesi gereken ithalat, dış ticaret açığını, finansmanı için günde 2 milyar dolar yabancı sermaye girişi gerektirecek bir düzeye itecek. 1990’ların son çeyreğinde ABD’nin ithalatının büyük çoğunluğu bilişim teknolojisindeki hızlı büyümeden ve bunun gereksinimlerinden kaynaklanıyordu. BT sektörünün bir kez daha böyle büyük bir büyüme hızı sergileme olasılığı yok. Kısacası, dünya ekonomisinin ABD’ye bu ölçüde bağımlı olmaya devam etmesinin ağır bir fiyatı olacak gibi görünüyor. Buradan da bir başka ilginç gözleme geçebiliriz. Bu bağımlılık ABD’nin hegemonyasını ayakta tutan ender ekonomik etkenlerden biri. Bu bağımlılığın zayıflaması, eğer gerçekleşirse, uluslararası jeo-politikte önemli değişiklikleri de gündeme getirebilir.
ABD ekonomisinin iç dengelerine dönersek, faizlerdeki gerilemenin durmasına, federal harcamaların bütçe fazlasını tümüyle yemiş olmasına bakarak, kamu borçlanma gereksinimindeki artışların da etkisiyle faizlerin yeniden yükselmeye başlamasını bekleyebiliriz. Ev fiyatlarındaki artışın bu koşullarda daha uzun süre devam etmesi mümkün görünmüyor. Diğer taraftan, işsizlikte belirgin bir azalma olmamasına, şirket karlarının ve yatırımlarının zayıflığına bakarak tüketicinin altına girdiği borcu kaldırmakta giderek zorlanacağı da söylenebilir. Tabii ekonomik büyümenin kendi dinamikleriyle bu sorunları otomatik olarak hafifleteceğini söyleyenlerde var (Richard Berner, Global Economic Forum, 01/04/02). Ama bu noktada tartışmanın “tavuk mu yumurtadan çıktı, yoksa yumurta mı tavuktan” gibisinden bir fasit daireye girme tehlikesi de yok değil. Ama nereden bakılırsa bakılsın, bu ekonomik toparlanma bir garip. Tatsız sürprizlere hazırlıklı olmakta fayda var.