Susurluk vakasının başkahramanı Korkut Eken’e dava Yargıtay’da karar düzeltme aşamasındayken, arka çıkmak için peşpeşe demeçler veren genarellerin “ahde vefa” kampanyaları, doğrusu takdire şayandı(!) Böylelikle aleni olan kanıtlanmış da oldu. Ancak yüzsüzlüğün bu denli ölçüsüzlüğü, bir yanıyla Türkiye’deki çürüme düzeyini sergileyen bir ibret tablosu olarak değerlendirilmelidir. Diğer yanıyla ise, özellikle 90’lı yılları uzlaşmacılık/reaksiyonerlik geriliminde heba eden […]
Susurluk vakasının başkahramanı Korkut Eken’e dava Yargıtay’da karar düzeltme aşamasındayken, arka çıkmak için peşpeşe demeçler veren genarellerin “ahde vefa” kampanyaları, doğrusu takdire şayandı(!) Böylelikle aleni olan kanıtlanmış da oldu.
Ancak yüzsüzlüğün bu denli ölçüsüzlüğü, bir yanıyla Türkiye’deki çürüme düzeyini sergileyen bir ibret tablosu olarak değerlendirilmelidir. Diğer yanıyla ise, özellikle 90’lı yılları uzlaşmacılık/reaksiyonerlik geriliminde heba eden toplumsal muhalefetin bugünkü etkisizliğinin ne denli vahim sonuçlara yolaçabildiğinin basit bir göstergesi olarak izlenmelidir. Elbette bu denli aleni ölçüdeki gayrimeşruluğu sahiplenen rejimin temel güçleri, aslında bundan böyle, gayrimeşruluğun çok daha fazla önünü açarak, yeni dönem rejiminin nasıl birşey olacağını göstermiş oluyorlar.
Tablonun bu yüzü, aynı zamanda, ülkede yaşanan ulusalcılık-AB’cilik ayrışmasında “ulusalcı” kanadın ana dolgusunun hangi çürümüşlük düzeyinde olduğunu da sergiliyor. Bugün kendini “ulusalcı” kanatta ilan edenler, bu kulvarın asıl sahiplerinin derin devlet ve MHP olduğunu ve onların he türlü kirli icraatına ortak olmak zorunda kalacaklarını bilmelidirler. Hürriyet Gazetesi’nin geçtiğimiz haftalarda İlhan Selçuk’u yıpratmak amaçlı manşetleri de zaten ulusalcı kulvarın bir iç çatışması olarak algılanmalıdır. Mesaj şudur; eğer birileri “ulusalcı” kanadın öncülüğüne soyunacaksa, bu İlhan Selçuk ve hatta soldan birisi olmamalıdır. Zira, sonradan Karayalçın’ın da açıkladığı gibi, sosyaldemokrat yeni oluşumun başına oynayan İlhan Selçuk’un, sol ulusalcı kulvardan etkili bir çıkış yapmasının önü bazı etkili çevrelerce kesilmek istenmekteydi. İstenen de oldu. Kısacası, bu gelişmeler de göstermektedir ki, 28 Şubat sürecindeki gelişmelerin seyrinin aksine, önümüzdeki dönemde egemen siyasetin ekseni daha sağdan ve milliyetçi bir eksenden kurulmak istenmektedir.
MGK sektereti Orgeneral Tuncer Kılınç’ın Kara Kuvvetleri’nin düzenlediği bir paneldeki sözleri de tüm yanlış anlaşılmalar bir yana, esas olarak bu çizginin dış politik boyutlarına ilişkindi. Mealen “ABD’yi gözardı etmeden, Rusya ve İran’la yakınlaşmalıyız” şeklindeki sözler bir hayli fırtına kopartmasına rağmen, öz itibariyle birkaç boyuta işaret etmekteydi. Birincisi, AB’ye gözdağı vererek, “baskılarınız karşısında içimizde AB’den uzaklaşma eğilimleri artıyor.” mesajını vermekti. İkincisiyse, bu yönelimin, esas olarak, Rusya ve İran’la bağımsız bir güçbirliği oluşturmak gibi bir stratejik yaklaşım içermemesiydi. Tam tersine, AB’den uzaklaşırken ABD ile bütünleşerek Rusya ve İran’ı (Hazar enerji havzası çerçevesinde) kuşatarak, uygun bir işbirliğine zorlama hedefi gütmekteydi. Sonradan yapılan tüm düzeltici açıklamalar da bu doğrultuda oldu. Nitekim, ordu sözcüleri Amerika’nın hedef gösterdiği İran’la yakınlaşma konusunda geri adım atırmış gibi görünseler de, birkaç gün önce Amerikan yetkililerinin Kıbrıs’ta İranlı liberallerle görüşmeler yaptıklarının açığa çıkması, aslında bugünkü çizgisinde törpülenmiş bir İran’ın ABD’nin Hazar planı içerisinde yeraldığını göstermektedir. Böylece, Org. Kılınç’ın sözleri, “ulusalcılık” akımının öz olarak bağımsız bir hat oluşturmayı değil, Amerikan politikasında uygun bir yer kapmayı hedeflediğini birkez daha ortaya koymuş olmaktadır.