Türkiye, Irak, Fas ya da Brezilya Başbakanı böyle bir cümle kursaydı, bu denli dünya basınında kendine yer bulabilir miydi? Hiç zannetmiyorum, olsa olsa iyi niyetli bir mesaj olarak algılanırdı. Gelin görün ki sözün sahibi ABD Başkanı olunca mesele farklılaşıyor. Bir ülkenin ulusal enerji politikasına yönelik olmaktan çıkıp uluslararası egemenlik savaşının hedefi haline geliveriyor. Özellikle de […]
Türkiye, Irak, Fas ya da Brezilya Başbakanı böyle bir cümle kursaydı, bu denli dünya basınında kendine yer bulabilir miydi? Hiç zannetmiyorum, olsa olsa iyi niyetli bir mesaj olarak algılanırdı. Gelin görün ki sözün sahibi ABD Başkanı olunca mesele farklılaşıyor. Bir ülkenin ulusal enerji politikasına yönelik olmaktan çıkıp uluslararası egemenlik savaşının hedefi haline geliveriyor. Özellikle de savaşa saniye sayarken “ulusa sesleniş” konuşmasında söylenmişse!
Aslında, ABD Başkanı’nın ülkesini enerjide bağımsız kılma hedefi ve bu hedefe ulaşabilmek için “hidrojenle çalışan arabalar üretilmesi için 1.2 milyar dolar ayrılmasını öneriyorum” şeklindeki yeni enerji kaynaklarına yönelik talebi: Irak başlangıçlı savaşın kapsama alanını ortaya koymaktadır.
Yani? Petrolün yanı sıra bor gibi alternatif enerji kaynaklarının da savaşla birlikte el değiştireceğini; ABD’nin bu alanda tek egemen olma kararlılığını göstermektedir. Bu noktada Türkiye’nin savaştaki konumu da değişmekte, kendi ulusal kaynaklarının da enerji savaşının nedenleri arasında yer aldığı bir ülke haline dönüşmektedir!
Zira, Bush’un konuşmasında söz ettiği hidrojenli arabalar bilindiği gibi, hidrojeni en iyi absorbe eden bor madeniyle çalışmaktadır. Otomobil sanayii için başlı başına bir devrim niteliği taşıyan bu gelişmenin yaşama geçirilebilmesi dünya bor piyasasına egemen olmaya bağlıdır. Gelin görün ki ABD, dünya rezervlerinin sadece yüzde 13’üne sahiptir.
Bor rezervleri açısından dünyanın en zengin ülkesi Türkiye ise 2.5 milyar ton civarında ve 1.5 trilyon dolar değerinde olduğu tahmin edilen bor rezervine sahip olmasına karşın..! Ham boru rafine edecek yeterli tesise sahip olmadığından ham olarak ihraç etmekte, işlenmiş olarak ithal etmektedir. Böylelikle, yüzde 65’i aşan rezervine rağmen dünya piyasasının, ancak yüzde 31’ine ulaşabilmektedir. Dolayısıyla ABD’nin enerji politikalarının odağında durmaktadır.
Ankara Ticaret Odası’nın son yayımladığı “Madenlerin Efendisi Bor” adlı raporunda yer alan verilere göre:
Türkiye potansiyel olanlarla birlikte 300 yıllık bor rezervine sahiptir.
2001 yılı itibarıyla 700 bin ton bor işlenmiş, 1 milyon kapasite hedeflenmesine ve Eti Holding bu hedefe ulaşmak için gerekli hazırlığı yapmış olmasına rağmen kaynak bulunamadığından beklenmektedir.
Türkiye ham borun tonunu 140’tan, işlenmiş borunkini de 190 dolardan ihraç etmektedir. Buna karşılık tonu 600 dolardan işlenmiş bor ithal etmektedir.
Irak operasyonunda kullanılacak “Tomahawk Füzeleri” ve “yarasa” uçaklarında bor yakıtı kullanılacak olması boru savaşın temel girdilerinden biri haline getirmektedir.
Dolayısıyla Türkiye, bazılarının kurduğu hayallerin aksine, bor satarak savaş zengini olmayacak, savaşın cazibe merkezi haline gelecektir.
Gelin görün ki Türkiye’nin bir yakıt ve enerji hammaddesi olan bor ile savaşın merkezine oturmasının tarihi yeni değil. 24 Ocak 1980’nin özelleştirme modeli doğrultusunda Etibank’ın başta Kırka olmak üzere birçok tesisindeki iş planlarıyla başlamış… 1.5 yıl önce ABD Kongresi’ne sunulan enerji planı ve Hazine Bakan Yardımcısı John Taylor’ın Ankara ziyaretiyle devam etmiştir.
Ne var ki, Taylor’ın Ankara ziyareti o günlerde “ABD’nin Türkiye’ye verdiği önemin göstergesi” olarak algılanmış..! Uluslararası krizle enerji kaynakları dolayısıyla savaş arasındaki bağlantı günün hükümeti tarafından kurulmamıştı. Hal böyle olunca, Taylor’ın ne hükümetteki görevinden önce dünya bor piyasasının egemeni olan Dodge&Cox ve Rio Tinton’nun yönetim kurulu üyesi olduğu ne de Rio Tinto’nun Rohm&Haas, Ford, General Motors ve Motorola ile ilişkileri dikkate alınmıştı.
Görüldüğü gibi Türkiye, her zaman olduğu gibi stratejik önemdeki kaynaklarını değerlendirmekte geç kalmıştır. G. W. Bush’un “ulusa sesleniş” konuşmasını barış ortamında yapılmış gibi yorumlamaya, borlu zenginlik düşleri kurmaya devam ettikçe de stratejik bir pazarlık olanağından da yoksun kalacak ve.. kendisini savaşın ortasında bulacaktır.
AKP hükümeti tüm bu gelişmelerin ne denli bilincinde, dolayısıyla ne denli keskin bir bıçak sırtında yürüdüğünün farkındadır bilemeyiz ama…! AKP’nin rambolarının kısa dönemli iktidar hırsıyla Türkiye’yi savaşın merkezine oturtma çabalarına sadece Türkiye’de yaşayanlar değil, dünya şaşkınlıkla tanık olmaktadır.