Olup bitenler, mevcut emperyalist hegemonyanın çatırdaması ve yeni bir paylaşım kavgasının başlaması şeklinde de özetlenebilir. Ana dinamikleri besleyen pekçok gelişmeyi bu çerçeve içinde sınıflandırarak ele almak gerekir. ABD’nin Afganistan’la başlayan savaş atağı Filipinler, Nepal ve Somali çıkartmalarıyla sürerken, savaşın boyutlarının çok dah genişleyeceğinin sinyallerini de veriyor. Irak müdahalesi ile ilgili diplomatik ve askeri hazırlıkların tüm […]
Olup bitenler, mevcut emperyalist hegemonyanın çatırdaması ve yeni bir paylaşım kavgasının başlaması şeklinde de özetlenebilir. Ana dinamikleri besleyen pekçok gelişmeyi bu çerçeve içinde sınıflandırarak ele almak gerekir.
ABD’nin Afganistan’la başlayan savaş atağı Filipinler, Nepal ve Somali çıkartmalarıyla sürerken, savaşın boyutlarının çok dah genişleyeceğinin sinyallerini de veriyor. Irak müdahalesi ile ilgili diplomatik ve askeri hazırlıkların tüm hızıyla sürdüğü görülüyor. Irak’ın yanısıra, İran ve Kuzey Kore’nin de Bush tarafından terörist ülkeler arasında sayılması tüm Asya’nın ABD tarafından masaya yatırıldığına işaret ediyor. Ortadoğu’yu yeniden biçimlendirecek askeri müdahaleler Filistinden sonra Irak’ta odaklanırken, İran da şimdilik diplomatik olarak köşeye sıkıştırılmak isteniyor. Asya’nın Güneydoğu ucu Nepal ve Filipinler operasyonlarıyla ABD tarafından yeniden şekillendirlmek istenirken, Kuzeydoğusu da Kuzey Kore’nin tehdit altına tutulmasıyla biçimleniyor. Böylelikle Çin ve Rusya’nın etrafı kuşatılırken, Ortadoğu ve Hazar enerji havzaları denetim altına alınmak isteniyor.
Ancak ABD açısından evdeki hesabın çarşıya uyduğu söylenemez. Afganistan -beklendiği üzere- artan bir karmaşaya gömülürken ABD de giderek bu bataklığın içine girmek zorunda kalıyor. (Barış gücünün komutasını alırken bu olumsuz gelişmeleri görerek, İngiltere ile birtakım pazarlıklar yürütmeye çalışan Türkiye’nin de bu bataklığa sürüklenmesi şaşırtıcı olmayacaktır.) Benzer bir biçimde, Filistin’de Arafat’ı tasfiyeye yönelen İsrail (ve ABD) de şimdilik tepkileri arttırmaktan öte fazla bir mesafe katetmedi. Güneydoğu Asya’daki müdahalelerin kısa vadeli sonuçları da önümüzdeki dönemde belirginleştikçe, tablonun diğer yerlerden çok da farklı olmayacağı görülecektir.
Öte yandan, ABD ekonomisindeki durgunluk sürerken, özellikle Japonya ekonomisi yokuş aşağı giden freni patlamış bir kamyonu andırıyor. Yen’in değerini tekrar tekrar önemli oranlarda düşürmeyi önüne koyan Japon hükümeti, bu şekilde tüm Uzakdoğu ve Amerikan ekonomisini iyice zora sokucu bir etki yaratmaya aday bir süreci zorluyor. Zira, kendi ekonomisini canladırmak için parasının değerini düşürerek mallarını iyice ucuzlatan Japonya, ilişkili olduğu diğer ekonomilere daraltıcı bir etki yayarken, Amerikan hükümetinin şimşeklerini de üzerine çekiyor.
Bunlara karşın, AB sermayesi ise Euro’ya geçiş ile konjonktürel bir dizi avantaj sağlamış görünüyor. Euro’ya geçiş ile birlikte Avrupa için çok yüksek sayılabilecek oranlarda zamlanan mal ve hizmet fiyatları -ücretlerin şimdilik aynı kalmasının da etkisiyle- durgunluk yaşayan sermaye için önemli bir konjonktürel birikim olanağı doğurdu. Kuşkusuz kriz içinde cılızları daha da eleyecek olan bu gelişme aynı zamanda Avrupa içinde Alman ekonomisi lehine sonuçlar yaratırken, daha şimdiden diğer ülkelerde oldukça sıkıntılırı süreçlere yolaçacaktır. Özellikle, Avrupa’nın tüm ülkelerinde önümüzdeki aylarda ücret mücadelelerinin ve muhafazakar tepkilerin yükselmesi beklenmelidir. AB sermayesi eğer bu sıkıntılı süreci fazla hasar vermeden atlatabilirse, dünya ekonomisinde artan bir ağırlığa sahip olacaktır. AB açısından orta vadede etkili olacak iki temel dezavantaj bulunuyor. Ekonomi ile ilgili olan kısmı, Avrupa sermayesinin yeni ve öncü alanlada (bilişim, gen teknolojisi vb.) oldukça geri olup, esas olarak geleneksel sektörlerde ağırlığa sahip olmasıdır. Siyasetle ilgili olan kısmı ise, Avrupa’nın diplomasi alanında büyük bir ağırlığa sahip olmasına karşın askeri alandaki zayıflığıdır. Her iki alandaki açığın ise, en iyimser ihtimalle orta vadede kapanması mümkün olabilir. Ancak AB’nin şu günlerde çok önemli ataklar gerçekleştirme gayretinde olduğunu akılda tutmak ve ABD ile hemen her alanda politikalarının şu ya da bu ölçüde ayrıştığını görmek gerekiyor.
Emperyalist paylaşım açısından iddialı olan Çin ve Rusya ise, giderek ağırlıklarını arttırıyor. Tüm dünya ekonomisinde yaşanan durgunluğa rağmen büyüme hızı yüzde 8’in altına inmeyen Çin tüm bölge ekonomilerini sıkıştırıp, Asya üzerinde ekonomik askeri ve siyasal basıncını çoğaltıyor. Yaşadığı ekonomik ve siyasal krizden hızla sıyrılmayı beceren Rusya ise, 11 Eylül sürecindeki şaşırtıcı hamleleriyle, sürekli kazanamlarını çoğaltmayı başarıyor.
Tüm bu gelişmeler, şimdilik irtifa kaybetmenin hırçınlığıyla davranan ABD karşısında, rakiplerinin de 11 Eylül atmosferine hızla uyum sağlayıp, küreselleşmenin yeni döneminde ataklarını arttırdıklarını göstermektedir. Tabii, artan ölçüde Amerikancılaşan Türkiye egemenlerinin (sermaye+ordu) orta vadede bunun bedelini ödeme ihtimalini de hesaplamaları gerekir. Bizden hatırlatması!