Nereden nereye? 30 yıldan fazla bir süredir yapılıyor olmasına karşın, Davos toplantıları popüler kültürün bileşenlerinin arasına 1990’ların ortasında katıldı. Hatırlarsanız o sıralarda küreselleşme süreci, üniversite çevrelerinde, gazete köşelerinde yavaş yavaş sorgulanmaya, 1980’lerde kurulan büyük neoliberal konsensüse karşı dünya halklarının direnişleri (internetin de yardımıyla) ilk kez görünür olmaya başlamıştı; küreselleşme sürecinin ekonomik, toplumsal ve siyasal tahribatını […]
Nereden nereye?
30 yıldan fazla bir süredir yapılıyor olmasına karşın, Davos toplantıları popüler kültürün bileşenlerinin arasına 1990’ların ortasında katıldı. Hatırlarsanız o sıralarda küreselleşme süreci, üniversite çevrelerinde, gazete köşelerinde yavaş yavaş sorgulanmaya, 1980’lerde kurulan büyük neoliberal konsensüse karşı dünya halklarının direnişleri (internetin de yardımıyla) ilk kez görünür olmaya başlamıştı; küreselleşme sürecinin ekonomik, toplumsal ve siyasal tahribatını artık saklamanın olanağı yoktu. Diğer taraftan, ”Doğu Bloku’nun” çökmesinin yarattığı şok henüz aşılamamıştı. Tek süper güç ve hegemonik devlet ABD, Soğuk Savaş sonrası döneme uygun bir dış politika doktrini oluşturmaya, hegemonyasını, askeri üstünlüğünün yanı sıra, genel bir uluslararası konsensüse de dayandırmaya çalışıyordu. Bu yüzden, dünya ekonomisinin yönetiminde, ”Washington Consensus” (IMF-Dünya Bankası-GATTI DTO) korunurken uluslararası ilişkilerde bir ”çok taraflı politika” uygulama, askeri operasyonları, içi boşaltılmış bir ”insan hakları” kavramına, ”uluslararası topluluk” fantezilerine dayandırma, böylece bir uluslararası konsensüs yaratma çabası söz konusuydu.
O dönem, aynı zamanda, bir “süper-küreselleşme” dönemiydi. Yeni piyasalar yükseliyor, Dow Jones, Nasdaq tırmanıyor, bir “yeni ekonomi” başlıyor, bir saniyede büyük servetler oluşuyor, yarım günde ülke ekonomilerinin içi boşaltılıyor, egemenlikleri alay konusu oluyordu. Bolşevik Devrimi’nin afişlerinin, derin bir ironiyle şirket reklamlarında kullanıldığı bu dünyanın devrimcisi de özel girişimciydi. Bu özel girişimcinin ”rol modeli”de en son tekonolojiyle donatılmış, son derecede hareketli, uluslar-üstü, çağdaş, hatla özgürlük simgesi, bir “küresel” elit, ”Davos man” idi. ”Davos man” yılda bir, dünyanın her tarafından gelerek bir dağ kasabasında, zirvede, toplanıyor (Olympos tanrıları gibi), dünyanın sorunlarına çözüm, perspektif üretiyordu. Bu İsviçre kasabası da bir haftalığına, dünya medyasının doluştuğu bir ”imaj fabrikasına” dönüşüyordu. Gelişmekte olan ülkelerin elitleri burada üretilen imajların etkisiyle, ”Davos man”e öykündükçe, bu imajlar gazete köşelerinden popüler kültürün içine sızıyor, orada bir uluslararası konsensüs olarak yeniden üretiliyordu.
1999’da ”Davos man”, yeni yüzyılın vizyonunu tartışıyor, küreselleşme tanrısına adaklar adıyordu (bunun, kendi gündemini kendisinin belirleyebildiği son yıl olacağının ayırdında değildi). 2000 yılında ”Davos man”in gündemi Seattle’da tarihe geri döndüğünü haber veren ”insan” tarafından belirlendi. O yıl ”Davos man” ”Seattle insanını” tartıştı, boş yere anlamaya çalıştı. 2001’de artık Davos Toplantısı’nın, düşünsel olarak çok daha zengin, ahlaki prensipleri çok daha sağlam, üstelik popüler-toplumsal desteği çok daha güçlü bir rakibi vardı: Porto Alegre’de toplanan Dünya Toplumsal Forumu (DTF).
‘Zamanın gürültüsü’ değişti
”Davos man” 2000’in ilk on yılının 1990’lardan farklı olacağını, ”zamanın gürültüsünün” değiştiğinin, ayırdına ”11 Eylül sürecinde” vardı, uyum sağlamaya kalkınca da anlamsızlaştığı ortaya çıktı. Birincisi, DEF Toplantısı New York’ta yapılıyor, öyleyse bu yıl ”Davos man” yok! Üstelik, bu yer değişikliğinin tek nedeni salt ”dayanışma” da değil. Davos Belediyesi, DEF’in güvenliği için gerekli mali yükü kaldıramıyor. İkincisi, bu yıl DEF’in teması ”kırılgan dönemde liderlik”. Ancak, liderlik gereken iki alanda, liderlik tartışması fiilen bağlanmış durumda. Birinci alanda dünya ekonomisi, tarihinin en eş güdümlü ve yaygın resesyonunu yaşıyor. Gündemde bir devrevi toparlanma var ama, kimse bunun kalıcı olacağına inanmıyor. Arjantin ”patlaması” Washington Consensus’ün çöktüğünü, Enron skandalı, ”eş-dost kapitalizminin” serbest piyasanın ayrılmaz parçası olduğunu yadsınamaz bir biçimde gösterdi. Liderlik gerektiren ikinci alan, uluslararası ilişkilerin yönetimi, ”global governance” sorunu. Ancak en azından birkaç yıl için, her iki alanda da sorun ”çözülmüş durumda”.
Dünya ekonomisinin toparlanması, geçen beş yılın ekonomik büyümesinin yüzde 40’ını sağlayan (Financial Times) ABD’nin toparlanmasına endeksli. Ne FED’in ne de Bush hükümetinin, Davos man’in parlak düşüncelerini ”taktığı” yok. Ne Bush, ne Chaney DEF’e katılıyor? İkincisi, hegemonik güç ABD, nihayet dış politika doktrinini saptadı: ”Terorizme karşı uzuh süreli savaş”. Bu savaşta, ABD’nin ulusal çıkarları her alanda öncelikle, ”tek yanıt” olarak savunulacak. Bir konsensüs arayışı yok; ”uluslararası topluluk” kavramı da rafa kalktı. Bu sırada, Kyoto Anlaşması, Balistik Füze Anlaşması öldürülmüştü, sıra Cenevre Anlaşması’nın gömülmesine gelmişti. Bush’un konuşmasında ısrarla vurguladığı gibi bir tarafta ABD vardı, diğer tarafta ”iblis ekseni”; ya ABD liderliği ya Papatyta Kesici… Bu koşullarda DEF’in ”kırılgan dönemde liderlik” temasını tartıştığını ilan etmesi de adeta ”iktidarsızın hava basmasına” benziyordu.
Savaş tamtamlarının getirdiği mesajlar bir yana, ”zamanın değişen gürültüsü” içinde ”Davos man”in gevezeliklerinin artık, “kıymet-i harbiyesini” kaybettiğini görmek için uluslararası medyada DEF üzerine yazılanlara şöyle bir bakmak yeterli. New York Times DEF Toplantısı’na ilişkin haberini ”Zengin, güçlü ve şımarıklar zirvesi” başlığıyla verirken aynı gün yayımladığı Porto Alegre toplantısı haberinin başlığı ”Büyük kalabalıklar toplumsal sorunlara çözüm istiyor” idi. Bu yazı, DEF’in her biri 25 bin dolar aidat ödeyen 3 bin üyesine karşılık, Dünya Toplumsal Forumu’nun 14 bin üyeden ve 25 bin katılımcıdan oluştuğunu, üyelik aidatının ise yalnızca 50 dolar olduğunu, hatta milyarder Soros’un bile DEF’e değil DTF’ye katılmayı düşündüğünü, tepkiden çekinerek vazgeçtiğini yazıyordu.
Fransız Devlet Başkanlığı adaylarıyla, Jospin ve Chirac’ın temsilcileri de DTF’deydi. Le Monde haberi ”Toplumsal Forum ilerliyor” başlığıyla veriyor, DEF’i adeta görmezden geliyordu (01/02). Wall Street Journal da DTF Toplantısı’na ve buna destek veren Fransız hükümetine, adeta ağzından köpükler saçarak saldırdığı yazısına ”Biz de Davos Dünya Ekonomik Forumu adlı tıkınma festivalinin, en az Harry Poter kadar şişirildiğinde birileriyle anlaşabiliriz ama…” diyerek başlıyordu. Küreselleşmenin asla engellenemeyeceğine olan imanıyla bilinen ”Davos man”in aksine, The Economist DEF’in ”kırılgan dönemde liderlik” temasını irdelediği yorumunda, küreselleşmenin geri çevrilebileceğini bir kez daha anımsatıyor ve yazısını ”kısacası, küreselleşme küresel değildir, hiçbir zaman da olmamıştır” saptamasıyla bitiriyordu.
Evet, Davos Toplantısı üzerine yazı yazmak hiç içimden gelmiyordu. Bu yüzden yazmayacağım.