Bugün gündemde olan ve kısaca “Yeni YÖK Yasası” olarak adlandırılan “Yükseköğretim Kanunu İle Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı”, eğitim sistemimizdeki yapısal dönüşümlerin son halkalarından biridir. Bu düzenlemeye yakından bakıldığında, ilk ve ortaöğretimi de temelden etkileyen sonuçlara sahip olduğu görülecektir. Eğitim sistemindeki yapısal dönüşümün en belirgin sonuçlarından biri olarak, artık, […]
Bugün gündemde olan ve kısaca “Yeni YÖK Yasası” olarak adlandırılan “Yükseköğretim Kanunu İle Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı”, eğitim sistemimizdeki yapısal dönüşümlerin son halkalarından biridir. Bu düzenlemeye yakından bakıldığında, ilk ve ortaöğretimi de temelden etkileyen sonuçlara sahip olduğu görülecektir.
Eğitim sistemindeki yapısal dönüşümün en belirgin sonuçlarından biri olarak, artık, doğamamış bebeğe diploma biçilebilir hale gelmiş, dünyaya adımını atacak bir bebeği nasıl bir eğitim serüveninin beklediği, bu adımı hangi toplumsal sınıfın üyesi olarak atacağına bakılarak kestirilebilir olmuştur.
“Yeni YÖK Yasasını” belirli bir bütünlük içinde değerlendirirken, yöntemsel olarak, eğitim serüveninin son durağını (işgücü piyasasını), bu sistemini irdelemenin başlangıç noktası olarak ele almak ve oradan adım, adım okulöncesi öğrenime ilerlemek gerekecektir.
1970’lerin ortalarından itibaren dünya ekonomisi içinde yeni bir uluslararası işbölümü şekillenmektedir. Bu çerçevede, ülkemizin de içinde yer aldığı güney yarımküre, küreselleşen dünyanın fabrika alanları haline dönüşmüş, buralardaki üretim siteleri yoğun ve girift taşeronluk ilişkileriyle şekillenen küresel üretim zincirinin birer parçası haline gelmiştir. Küresel üretim zincirinin halkaları haline gelen bizim gibi ülkelerdeki işgücü piyasaları bir yandan mülklerini kaybederek işçileşen kitlelere kapısını açarken, diğer yandan da, ucuz mühendislik ve teknik eleman deposu olarak yeniden yapılanmaktadır. İşte, Yeni YÖK Yasası, Çokuluslu Şirketlerin denetiminde işleyen küresel üretim zincirinin işgücü gereksinimlerine göre eğitim sistemimizi şekillendirme girişiminin bir ürünüdür.
Prof. Dr. Kemal Gürüz, YÖK’e başkan olmadan önce, 1994 yılında TÜSİAD’a bir “üniversite raporu” kaleme almıştır. Ardından YÖK’e Başkan olmuş ve 1996’da da “Yeni Yüksek Öğrenim Kurumu Yasası” adını taşıyan bir yasa taslağını hazırlamıştır. Bugün gündemde olan tasarı, Dünya Bankası tezlerinin ülkemize uyarlanmasından ibaret olan TUSİAD Raporunun ve altı yıl önce kamuoyuna sunulan ve üniversite çevrelerince şiddetle eleştirilen yasa taslağının devamı niteliğindedir. Bu hazırlıkların en temel amacı, üniversite sistemini parçalayarak piyasa süreçlerine tabi kılmaktır.
Üniversite sistemi, yüksek öğrenimin üç kompartımana ayrılması suretiyle parçalanmak istenmektedir. Buna göre, birinci mevkide, Profesör Gürüz’ün kendi deyimiyle “elit üniversiteler” bulunacaktır. Bu ayrıcalıklı üniversiteler, doğası gereği, az sayıda olup, öğrenimden ziyade araştırmada uzmanlaşacaklar; yani, lisans programlarına az sayıda öğrenci alırken, yüksek lisans ve doktoraya ağırlık vereceklerdir. Buralarda, işgücü piyasasının bilgi ve teknoloji üretebilecek donanıma sahip kaymak tabakasının yetiştirilmesi hedeflenmektedir. İkinci mevkide, yine Gürüz’ün adlandırmasıyla “kütlesel öğrenim veren üniversiteler” yer alacaktır. Dört yıllık fakülteleri içinde barındıran bu üniversitelerde, üretilen bilgiyi katma değer yaratacak şekilde kullanmaya ehil (yani, mühendislik vasıflarına sahip) işgücü yetiştirilecektir. Üçüncü ve son mevkide ise, tahmin edileceği gibi, “Meslek Yüksek Okulları” yer alacaktır. 2005’e kadar, bu okullardaki öğrencilerin yüksek öğrenimdeki toplam öğrenciler içindeki oranının %40’ına kadar çıkartılması planlanmaktadır; buralarda, mühendisle vasıfsız ya da yarı-vasıflı işçi arasındaki bağı kuracak, tekniker özelliklere sahip vasıflı işgücü yetiştirilecektir.
Üniversite sistemimiz, lokomotifini küresel sermaye dinamiklerinin oluşturduğu üçlü bir vagon sistemine dönüştürülerek parçalanmak istenmektedir. Akademik topluluğun da bu ayrışmaya göre şekillenmesi önerilmekte, “elit üniversitedeki” akademik kadroların “uluslararası kriterleri” karşılaması beklenirken, diğer iki mevkide çalışacak akademisyenlerin kariyerlerinde “ülke gerçeklerinin dikkate alınabileceği” vurgulanmaktadır.
Üçlü vagon düzeneği, toplumsal tabakalaşmanın üst-orta-alt şeklindeki hiyerarşik sıralanmasıyla da büyük ölçüde örtüşmektedir. Elit üniversite üst sınıf mensuplarına, kütle üniversiteleri orta sınıf mensuplarına, meslek yüksek okulları da alt sınıf mensuplarına açık olacaktır. Görüldüğü gibi, YÖK Başkanı Gürüz, bütün bir topluma “beşikten okul sırasına, herkes kendi sosyal sınıfına göre hizaya” diye komut vermektedir. Bu komutun uygulanabilmesi, üniversite sistemindeki dönüşüme paralel olarak orta öğrenimi de yeniden yapılandırmayı gerekli kılmaktadır.
Meslek yüksek okullarının yaygınlaştırılması hedefi, başta Anadolu’nun irili ufaklı kentlerinde boy veren organize sanayi bölgeleri olmak üzere, sanayiinin teknik eleman ihtiyacını karşılamayı amaçlamaktadır. Bu hedefe ulaşabilmek için, meslek yüksek okulları, meslek liselerinin zorunlu ve doğrudan uzantıları haline getirilmiştir. Meslek liselerinin yaygınlaştırılarak, kent ve kırın yoksul çocukları için birer cazibe merkezi haline getirilmesi yoluna gidilmiş, bu amaçla, emekçi çocuklarının kitlesel olarak yöneldikleri imam hatiplerin önü tıkanmıştır.
Görüldüğü gibi, “elit üniversiteler”, az sayıdaki “elit liselerden”, “kütle üniversiteleri” farklı statülerdeki devlet ve özel liselerinden, “meslek yüksek okulları” da meslek liselerinden beslenecektir. Önceden de belirtildiği gibi, bu üçlü kademe sınıfsal farklılaşmaya da denk düşmektedir.
Bu üçlü yapılaşma, Yeni YÖK Yasa tasarısının ikinci ve en çok tartışılan yanını oluşturan “paralı eğitim” modeli ile tamamlanmaktadır. Bilindiği gibi yeni yasa tasarısı, katkı payı ödemelerinin miktarlarını, “öğrenci başına cari hizmet ödeneği miktarının yarısına kadar” yükseltmeyi düzenlemektedir. Belirlenen miktarlardaki parayı ödeyemeyecek öğrencilere yönelik kredi sistemi ise, bir burs sistemi olarak değil, herhangi bir firmanın “tüketici kredileri servisi” mantığıyla örgütlenmiştir. Kredi kullanan öğrenci mezun olduktan belli bir süre sonra, DİE’nin ilan ettiği enflasyon oranı kadar arttırılan kredi borçlarını ödemekle yükümlüdür. Ancak, ölüm ya da iş göremez düzeyde sakatlık durumunda bu yükümlülük ortadan kalkmaktadır. Bu ve benzeri düzenlemeler, yükseköğretimi insanın kendisini geliştirme sürecinin bir parçası olarak gören ve tüm insanların hakkı olarak ele alan çağdaş düşüncenin karşısına, eğitimi de diğer mal ve hizmetler kategorisinde ele alan 19. yüzyılın çağdışı zihniyet kalıbını çıkarmaktadır. Tasarıda, üniversiteler, bir yandan araştırma ve öğretim gibi hizmetleri satan, diğer yandan da “tüketici kredileri” mekanizmasıyla (öğrenim ve katkı payı kredileri) ürettiği hizmetlerin pazarlanmasını sağlayan bir işletme olarak ele alınmıştır.
Oysa, üniversite, bilimsel bilgi üretme ve onu toplumsallaştırma faaliyeti içinde, öğrencilerin dünyayı ve kendilerini keşfetmelerine, bağımsız düşünme ve çalışma yetisi edinmelerine el veren değerlerin ve tavırların üretildiği ve aktarıldığı toplumsal mekan olarak görülmek durumundadır. Eğitimi, bir bütün olarak alınır-satılır bir mala dönüştüren zihniyet bu ülkenin geleceği ile oynamaktadır. Gelecek nesiller kutuplaşarak yetişmektedir; bir yanda sanal alemin derinliklerine yapılan sörflerde uzmanlaşan “klavye çocukları” büyürken, bir sokak ötelerinde, uygulamalı can pazarı dersleriyle salla
manın inceliklerinde uzmanlaşan yoksul çocuklar boy atmaktadır.
Bu yarılmayı endişe içinde izleyen eğitimciler olarak, mesleki ve tarihsel sorumluluğumuz gereği haykırıyoruz: Okul öncesinden üniversitesine EĞİTİM SATILIK DEĞİLDİR!…
”Sorunun içinde yaşayan bilim insanlarınca yapılan bu toplumbilimsel çözümleme ışıgında, Türkiye toplumunu, ortaöğrenim ögrencileri-velileri-ögretmenler topluluğunu, üniversiteler toplulugunu ve TBMM üyelerini, ulusal ve uluslararası sermaye sınıfının çıkarlarına göre eğitim sistemini yeniden yapılandırmanın son aşaması niteliğindeki bu olumsuz gelişmeyi durdurmak amacıyla YÖK yasa tasarısını Meclisten çektirmek için ugraş vermeye çagırıyoruz”.